İBİBİK [1]
Vartolulu’yu anlatırken yeşil gözlü dede istiridye,
İbibik’ten şöyle bahsetmişti size,
“(K)[2]’nın,
namı diğer Vartolu’nun o günlerden tek aklında kalan şey…
Bir diğer,
namı diğer, ‘Soeara Merdeka’ yani İbibik:”
Benim de aklıma takıldı bu,
Kalpazankaya sırtlarında yaşıyorsa eğer,
ben de gördüm onu,
Kalpazankaya ile eski çöplük arasında.
Lâkin fotoğrafını çekmek için fırsat bile vermedi
bana,
paytak paytak yürürken,
aniden havalanıp uzaklaştı, dalgalı bir uçuşla.
Ancak ne kadar kaçsa da…
…belki de Vartolu’nun dayısının yaşadığı evi ve
sakinlerini bilmek için
yeşil boyalı zincirli evin önündeki ağaca konduğu
an,
O mu, başkası mı bilmem,
Nusret’in vizörüne yakalanmış nitekim…
Nusret’ten aldığım delil fotoğrafı elimde, vardım
Vartolu’ya, dedim “Tanır mısın? “
Baktı. Renk vermeden kafasını kaldırdı. Eh, ne de
olsa o da bir yeraltı adamı…
… dedim.
“
Tanımak isterim kendisini, sen ki, tanırsın beni.
Çok
yazar, az konuşur, ağzımdan laf, darbeli matkapla çıkar. İzin verdiği kadar
konuşur. İzin verdiği kadar yazarım.”
Bir
şey demedi. Arkasını döndü, gitti.
Racon
böyle
uygun gördüyse yanıt verir,
görmediyse duyduğunu unutuverir.
-0-
18
Ekim sabahı yaklaşırken Kalpazankaya önündeki
çöp
bidonlarının arkasından çıktı, Vartolu ve
bir baş işareti ile düştü önüme,
yürümeye başladık Kumbaros yönüne…
Taa ki, kendilerini
göremediğimiz nöbetçi ibibiklerin,
'U-bu-bup' yankılı,
ney üflemeli seslerini duyana kadar…
Bir süre sonra durunca,
Vartolu,
“Benden buraya kadar. Seni gelip alacaklar” dedi ve gitti.
Bekledim, arkamdan
gelen sesle irkildim…
“arkanı dönme, bağ saracağız gözlerine…”
İtiraz etmedim
sözlerine…
ben yürümeye, o yönlendirmeye başladı,
çok hafif eğimle alçalan, gittikçe zorlaşan
yörede…
Yürüdük, kendilerini
göremediğim ibibiklerin,
'U-bu-bup' yankılı,
ney üflemeli sesleri artıp, yoğunlaşana,
‘U-bu-Dur’ denilene kadar…
Durdum.
Gözlerimin bağı
açıldı. Gözlerim açıldı!
Karşımda bana yol
gösteren ibiği kızıl, baltalı bir ibibik…
sağımda ibiği kızıl,
taraklı bir ibibik,
solumda ibiği kızıl,
pipolu bir ibibik,
arkamda ibiği kızıl,
bir dağ horozu, cennet kuşu, çavuş kuşu,
etrafım ibiği
kızıl, hüthüt, kelibik, kokaribik, yiribik,
Kumbaros’ta her kovuk ibik, ibik…
Kimi kendi tezeği ile yuva yapmakta,
kimi ibiğini, yelesini kabartıp yuvaya eş
aramakta,
kimi yerden aldığı,
kutsal arılar ve kutsal
karıncalar hariç,
her türlü haşarat-ı
hayvaniyeyi havaya atıp yutmakta,
iki arada
yavrularına sunup,
bir derede ana, babalarını
beslemekte…
bir tugay ibiği kızıl, baltalı ibibik de
mancınıklara doldurdukları dışkıları belirlenen
hedeflere fırlatırken,
başlarında sorgucu da kızıl, ibiği de kızıl bir
ibibik
Hz.Süleyman’a haber
getiren Hüdhüd gibi
bir ortada görünüp,
bir ormanda kaybolmakta,
bir ortada görünüp,
bir deniz üstü uçmakta,
bıraksan ince, uzun
bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak,
Kumbaros’tan Marmara
denizine atlayacak.
İşte ben, bu
koşullarda tanıdım, Özgürlüğün Sesi, Soeara Merdeka’yı;
Vartolu’ya havaya yem atıp kapmasını öğreten…
doğruluğu savunup, kötülükle savaşan…
yeraltına inmiş Endonezya İbibik Hareketinden arta
kalan bir avuç müridiyle Kalpazankaya sırtlarından Hıristos’a kadar uzanan ormanda,
gölgelerle gizli yaşayan…
… ve O, geldi yanıma “ Hoş geldiniz” dedi bana,
ben de “Hoş-U-buk”
dedim, dilince ona…
Dedi, “…
demek, siz, size taktığımız adla
‘Laki-laki
berjalan sendiri’
sabahları,
güneşi sırtında taşıyıp
‘yalnız
yürüyen adam’ sizdiniz.
Sizi
duyduk. Sizi gördük. Sizi gözledik.
Bir
dost olduğunuzu belledik.
Söyleyin
şimdi bana, nedir sizi bizim yanımıza getiren acaba?”
Dedim. “Eyy,
Soeara Merdeka, ben de sorayım size… nedir sizi, getiren adamıza memleketinden
binlerce kanat kilometre uzaklara? Söyle bana nasıl yardımcı olabilirim size?”
Dedi. “Eyy, Laki-laki
berjalan sendiri!
Biz ki;
kendimize
yettiği kadarıyla…
taşından, toprağından, suyundan beslendiğimiz,
ormanlarında yaşadığımız ülkemizin,
taşını,
toprağını, suyunu, ormanını ve havasını soyana,
çaldıklarını
kendi dinlerinde sunaklarda ve tapınaklarda sunanlara,
sahip
olduğumuz toprakları gasp etmeden önce,
sahtekâr
gülüşleriyle, incileriyle, çikolatalarıyla
ipek
çoraplarıyla, süt tozlarıyla, üretim fazlası her ne varsa,
kısacası
bir ellerinde havuç, diğer ellerinde kutsal kitaplarıyla gelip,
ellerimizde
kutsal kitaplarıyla bizi çıplak bırakanlara,
karşı
duranlarız,
memleketimizden
binlerce kilometre uzakta…
Uzaktayız çünkü
geçen yüz yılın başında kurduğumuz Endonezya İbibik Hareketi, her tür ve
sınıftan ibibikle üç milyona varan üyesiyle, altmışlı yılların ortasına kadar ulaşsa
da kitaplıların çanak yalayıcısı ve artıkçısı ‘Partai Corvus Palmarum yani, Palmiye Kargası
Hareketinin kışkırtmalarıyla… bizi, kendilerine ve geleceklerine karşı tehdit
olarak gören silahlı kitaplıların, bir gece yaprak, yaprak kopardıkları
yüreklerimizle, tek, tek kestikleri yeni tomurcuklanan sorguçlarıyla ergen
ibibiklerin kafalarıyla, kuluçkaları ile beraber yakıp yıktıkları yuvalarımızla,
kısacası akıl almaz katliamlarıyla sayımız, ‘Tehdit Altında İbibikler’ sınıfına
girdi.
Uzaktayız çünkü
varlığımızı ve inançlarımızı korumamız, gelecek nesillere aktarmamız için; türdeşlerimizin
bile elini uzatmadığı, uzatmadığı günümüzün bu dünyasında… bize, bize karşı
olanlardan görece ve görevce yalıtılmış topraklar gerekliydi ki;
… Ben, Soeara Merdeka, güneşe adanmış,
güneşe yürüyen ben ve bizler,
güneşin kız kardeşi dünyada,
ararken anıldığı gibi bir yer;
kutsal bir mekanın sessizliğinde ve dinginliğinde
öğrenmek ve öğretmek için inandıklarımızı,
uğruna can verenlere sunmak için
şükranlarımızı,
arındırarak, bilemek için ruhumuzu,
‘anıldığı gibi olana’, bu adaya geldik.
Şimdi sen söyle. Orası mı burası?
…derken, İbibiğin dilinin iç sesi, sorusunda Kumbaros’un sırtlarını kızıla
kesti.
------------------
mehmetealtin, 18 Ekim
2020, Saat: Bilinmiyor, Burgazada