Burgaz’da Donmuş Kareler XIV.
“ aynama yansıyan
anılarla, imgeler “
Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL
Tasvir-i
Yuvam
Evimin
Tuğrul’un vizöründen
aynama yansımış hâli…
“Bundan tam sekiz
yıl önce, Aralık ayının en uzun gecesi henüz başlamış, yukarıda
karlı tasvirdeki, sağda büyük binadaki sekiz daireden birinde bir yandan beynimdeki
imgeleri yerleştirirken klavyeye, bir yandan da keyifle yudumluyordum lüferimi… telefonum çaldı ve tepe üstü düştüm
hayalden gerçeğe… Arayan adadan, bir
arkadaşımdı…
Ne
yapıyorsun? Yalnızsan atla, bize gel…
dediğinde, önce içimden
dedim,
şimdi gönül
koyar,
bırakırsam
onları bu uzun gecede…
bu sofra ile
bir kadeh lüfer,
dedim, ama sonra,
bu gece sevdalara
ve
kanlı
pusulara gebe olsa da
hiç değilse
Heybeli’nin
üstüne oturmuş gibi duran
mehtabın
altında ölünür be usta…
diye, içime fısıldayan
sese kulak verip, fırladım evden dışarıya…
İlk defa gittiğim
için hediye yeşil burgaz elimde, tıpkı şimdi çıktığım gibi çıkarken İndos
meyili üzerinden arkadaşımın evine, döndüm yüzümü denize ve kendine özel sesinin
ritmik tınıları içindeki sessizliğin semavi kapısından içeri girdim… Büyükayı,
Küçükayı, Süreyya, Ülker, Yedi Kız Kardeş takımyıldızları ile kuyruklu
yıldızlar, peşlerinde tüm yıldızlar, gökten yağarken üzerime, Heybeliyi mekân
tutmuş, akkor yanan ipliksi ışınlarıyla gönülleri okşayan, Sin’in huzuruna diz çöktüm… …dua ettim;
Ey
adamızın
koruyucusu kollayıcısı,
Yüce Şemsin
babası,
SİN,
arındırmak
için ruhumu,
barındırmak
için ruhunu,
izin ver de
sana bir
adım daha yakın olayım…
ve yıllardır süren
umudumu aynamın arkasındaki sırra yansıttım…
vardıktan sonra
arkadaşımın evine, daldığım derin arkadaş sohbetinde,
derinden gelen Sibelius’un
violin konçertosu Finlandiya,
yağan kar ve
rüzgarla usul usul yaylanan çam dallarının seslerinde
yayılırken dost
meclisine,
gece ikiye ayrıldı
ve
içeriden gelen sesler rakı şişesinin dibinde,
dışarıdan gelen
sesler soğukla birlikte,
düşlerimin kıvrımlarında asılı kaldı,
beş duyum derin bir
uykuya daldı…
Pencereden içeriye giren
Şemsin öpücüğü ile uyandığımda aydınlık bir güne, düşümde asılı kalan sesler de
düştü serçelerin, kargaların, martıların ve kedilerin aç dillerinden… çıktım dışarıya,
elimde birkaç dilim somunla, açlıklarına yardımcı olmaya, ama etrafımdaki
aynalar, aynalardan yansıyan tasvirler, tasvirlerden yayılan kokular, tasvirlerden
uzanan renkler, tasvirlerden fırlayan simgeler esir aldı beni, olduğum yere…
dedim, bu düş, gerçek mi?...
dedim, adada burada
yaşamalıyım…
dedim, SİN, duydun sesimi, verdin işaretini, peki ama nerede, neresi?
dedi Sin;
Bir
bak,
ağaçların
arasından göl durgunluğunda sulara,
tellerin
arasından süzülerek yansıyan dumanlara bak,
iskeleye
yanaşan vapurdan,
ipil
ipil ışıkları düşle,
gece,
aynı vapurun uskurundan,
dolan
arkaya,
dolanırken
arkaya,
komşunun
begonvilinden yağan çeneklerden korunmak için,
şemsiyeni
almayı unutma…
dolandığında
arkaya,
bahara
hazırlık var,
maydanoz,
salatalık, domates, biber,
şimdiden
ayrıldı evlekler,
ezan,
çan hazanla
uyandığını
düşle,
bir bahar ayında
peynir,
domates, biber,
bahar
dalı tabaklarda,
zeytinyağı
ile serinlettiğin zeytin de yanlarında,
burada
“kendi
evinde,” kahvaltıda,
Kaldır
kafanı bak,
Seninle
tokalaşmak
evine hoş geldin demek için
bir
inip bir çıkan martılara…
dedi, ben de tekrar
düştüm aynadaki sırrın arasına,
esrik ve uzun geçen
günler ve gecelar sonunda, uyandığımda mavi gözlü yaseminlerin mis gibi “günaydın”
kokusuna, telaşla koştum aynadan yansıyanları tekrar aramaya, düş mü gerçek
mi?... diye, önce gittim arka bahçeye, beyaz zambakların arasında dolanan, Sürtük,
Yumak, Kekik, Susam, Sumak miyavlayarak geldiler peşime, etrafıma baktım, dedim…
SİN, sana bin şükran!...
Şems, kızıl saçlarını yıkarken Kaşıkadası ile
Heybeliada arasında, çıktım balkona Kasığın
ucundaki, kırmızı, sarı, turuncu eflatun, mavi, lacivert ile yeşilin
sessizliğinde, fısıl fısıl kulağıma gelen istiridye, midye ile şeytanminarelerinin
coşkulu seslerine kulak kabarttım… ve dikkatle Kaşığın ucuna
baktım, bana, hoş geldin, güle güle otur, tasası
az, neşesi bol, sofrası şen ve açık olsun… fısıltıları içindeki istiridyeler kabuklarında
armağanları, yanlarına gidip
almamı bekliyorlardı.
çevredeki damlarda oturan martılar da kanat sallayıp kutladılar, eski
evimde balkon demirine dizdiğim ekmek parçaları ile beslediğim bas bariton
karga aşireti de güle,
güle otur, ziyaretinde
getirdikleri ekmek parçalarını ile kutsadılar evimi…
yetmedi, günler
geçti börtü, böcek, karınca çıkınca ortaya, mor salkımlar patlayıp, mimozalar
savrulunca ortalığa, gül ışığa gerinip, sığınınca ortancalar gölgeye, yasemin
kokuya dolanıp, patlayınca tomurcuklar, basınca adayı bahar, Heybeli üstünden gelen
hafif
ritmik seslere kulak kabarttım ve gökyüzüne baktım. Yakından tanıdığınız
Dersadet ile beraber, başlarında “eflatun” harmaniyeli dört at ile ney, bendir,
zil eşliğinde, Afrika’dan rahvan gelen leylekler, uyumlu bir edep ve erkân
içinde kanatlarını savurup, Hristos üstünde “hu çekip” süzülerek, her zamanki
gibi Bizans’tan İstanbul’u selâmlamadan önce, yedi eren bir birlik gönderip,
onlar da geldiler hoş geldine, bana onur vermeye [1] ...
aynı anda, yolun
ortasındaki çamın dibinde, bu birliği korkuyla karışık bir saygıyla ve
hazırolda izleyen öncül, ardıl, biri birine bağlı, bir filo çam kese tırtılı,
aldıkları komutla, törensel adımlarla tekrar harekete geçtiler, …ben de mor
salkımı pıtırcıklı, begonvili açmaya yatmış, japon gülü aşka hazırlanmış, on,
onaltı rasat yuvama girdim… girerken de merdiven tırabzanında birbiri ardı sıra
gidip gelip her karşılaştıklarında tosuncuklar gibi kafa tokuşturup, baharı
ritüelle karşılayan karıncalara, bahar bayramlarını bir kadeh rakıyla
kutlayacağıma, o mis gibi anason kokusunu Burgazın Sokacıklarına salacağıma, ve
bunları yazarak arkadaşlarımla paylaşacağıma söz verdim.
İşte böyle sırdaş
olduk Burgaz Palas’tan tanıdığım[2] kadim
ve bilge deniz minaresiyle, bundan böyle… bu evde “itiraf” ettim İstiridye
Tarlalarının[3]
arasındaki geçmişimi kendisine… bu evde yazmaya başladım söz verdiğim gibi siz,
arkadaşlarıma, dostlarıma… her birinizin sesi, nefesi, övücü ve güzel, yardımcı
ve avutucu, kucaklayıcı ve bağışlayıcı söz ve eylemleri asılı bu evin
bahçesine, balkonlarına ve odalarına…ve
işte budur Tuğrul’un vizöründen evimin aynama yansımış hali… deyip yeşil gözlü,
dede istiridye ve ekledi ki,
Sevgili Tuğrul Ünsal'ın 28 Haziran 2012 günü Kanuni Sultan Süleyman'a ibret"... bir gün her canlı mutlaka yazacaktır, yoksa bir değil, iki değil, on bir soru yirmi bir tasvir boynuna dolanacaktır..." ferman buyurdu. Karşısında durulur mu?... diyerek iüif öbeği üzerinden gönderdiği e-posta iletisi üzerine başladığım bu diziyi bitirirken, hepinizi bekliyorum ağırlamak için Tuğrul'un tasvirindeki damı erguvan renkli (+) işaretli, yeşil boyalı evimde... minnet ve şükranlarımı gönderiyorum aynama yansımış penceremden, kaşığın ucundaki kadim dostlarım, siz, her biriniz istiridyelere,
Sevgili Tuğrul Ünsal'ın 28 Haziran 2012 günü Kanuni Sultan Süleyman'a ibret"... bir gün her canlı mutlaka yazacaktır, yoksa bir değil, iki değil, on bir soru yirmi bir tasvir boynuna dolanacaktır..." ferman buyurdu. Karşısında durulur mu?... diyerek iüif öbeği üzerinden gönderdiği e-posta iletisi üzerine başladığım bu diziyi bitirirken, hepinizi bekliyorum ağırlamak için Tuğrul'un tasvirindeki damı erguvan renkli (+) işaretli, yeşil boyalı evimde... minnet ve şükranlarımı gönderiyorum aynama yansımış penceremden, kaşığın ucundaki kadim dostlarım, siz, her biriniz istiridyelere,
Bütün çizgiler ve
zaman bir noktadan kopar uzanır evrenin sonsuzluğuna... taa! ki dönüp dolaşıp
koptuğu noktayla birleşip bütünleşene kadar… yaşamın, günlerin, ayların,
mevsimlerin sırrı budur… bir canlının başına gelebilecek en kötü şey, anılarında
dostlarının yokluğudur… deyip bitirdi yaşlı, yeşil gözlü de şimdi yaşlı
istiridye…
----------------------------------
21 Aralık 2012, Burgazada
----------------------------------
21 Aralık 2012, Burgazada
[1] Konstantinopolisin Üstünde “Erguvan Renkli Leylekler”
[2] Bkz. S.17
[3] İstiridye Tarlalarından “İtiraflar”