5 Ocak 2013 Cumartesi



Burgaz’da Donmuş Kareler IX.

“ aynama yansıyan anılarla, imgeler “

Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL

Tasvir-i Sahil


Burgazada’da sahildeki restaurantların 
Tuğrul’un vizöründen,  


aynama yansımış hâli…

Adada yaşadığım otuz dört yılın son yıllarında, neredeyse on, onbir yıldır yazın özellikle hafta sonları adımımı atmadığım ada lokantalarının, geçen yıl Eylül ayının hafta ortalarında çekilmiş, Tuğrul’un tasvirine bakıp da aldanmayın. Örneğin bir de bu yıl Ağustos sonunda çekilmiş aşağıdaki tasvire bakın… “Ada, ada olalı böyle bir zulüm görmemiştir.”deyip, kendisinin de bu deyişe gülüp aşağıdaki tasviri yaşlı ve



bilge deniz minaresine gösteren, yeşil gözlü dede istiridye, ondan “… aman, aman sana daha önce de söylemiştim. Bak beni artık bundan sonra bu türden tasvirler için lütfen rahatsız etme… Biliyorsun, kimin sesi kimin kulağında, kimin gözü [hadi diyeyim] kimin dudağında, kimin eli kimin yan cebinde, eğlenceleri hiç sevmem, bilmem, merak da etmem… benim için eğlence, dostlarımla demlenirken gözlerimle sohbet edip, birbirimizi anlamaktır satır arası… sen, en iyisi bu tasviri, oralardan ayrılamayan, yeni yetme çıtır karideslere sor…” dedi. 

Ben de “…  o havai yeni yetmeler, bir şey bilmez, merak da etmezler, bu tasvirdeki nesneler neyin nesi, nereden gelir nefesleri… anlaşıldı… iş başa düştü…” dedim…

Bu arada yaşlı ve bilge deniz minaresi “dur, bir dakika…” dedi. “Sakın ola ki, biraz önce söylediklerimden benim insan mahlûkuna karşı olduğumu sanma… ben, her şeyde ve her yerde daima denge arayan, değişimi zor kabul eden, biriyim. Belki külüstür bir yaşamın, üreterek tüketmek zorunluluğunda dostlarla paylaşılan emeğin, keyifli saatlerini arıyorum, ne bileyim? Sanırım, aynı sahilin aynama yansımış bir yukarıdaki ve bir de aşağıdaki tasvirlerine bakınca, ne demek istediğimi herhalde anlarsın…”  deyip, sözü tekrar bana verdi… ve alarak sözü, yeşil gözlü dede istiridye, devam etti… 


Yaşlı ve bilge deniz minaresinin elindeki tasvir…

 Bu anlatıya nasıl başlamışsam, işte aynen öyle ki, ben otuz dört yıl önce adaya geldiğimde, ben ada sahilinde gezer, büyük oğlumun beşiğini tıngır, mıngır sallarken, ada sahili, neredeyse, Tuğrul’un vizöründen aynama yansımış yalın bir haldeydi. O sıralarda sahilde, Burgaz Palas’ın([1]) altında Yordan’ın meyhanesi neredeyse kapanmak üzereyken, zaten yarısı oluvermişti Erzincanlı Hıdır’ın kahvehanesi… onun yanında, adanın gayri safi milli hasılasının okey ve konken masalarında kişi başına düşen milli gelir olarak bölüşüldüğü bazen açık, bazen kapalı bir kahve daha, sonra sırasıyla, her gün nöbetçi Bülent Eczanesi, Sait Faik’in “Dünyanın kitaba para veren ilk bakkalına” diyerek imzalayıp, parayla sattığı, Şimdi Sevişme Vakti adlı kitabını, dükkanında özel bir camekanda saklayan Bakkal Orhan’ın yeri, bir kasap, Ali’nin Meyhanesi ile Oyuncakçı Rıza Amca’dan ibaretti.

Burgazada’nın en iyi içkili lokantası da Tuğrul’un tasvirindeki sahilde değil de adadaki camiyi karşınıza aldığınızda sol tarafa doğru, caddede kot üstünde geniş bir verandaya sahip, kışlığı, Tarlabaşı’nda karakolun sokağında Asır Restaurant olarak bilinen, İdeal Restaurant ise gerek bu eski yerinde, gerek daha sonra taşındığı Egemen Bahçedeki([2]) yeni yerinde, mezelerindeki lezzeti, servisinde ustalığı, bahçe içindeki yeşillikler arasındaki mekânındaki zarafeti ve suskunluğu ile benim en favori yerimdi.   

Adadaki bu dingin tablo, ne yazık ki ama ne mutlu ada esnafına ki, 90’lı yılların başında Barba Yani nam, sevimli bir hergelenin sahilde, nedense mavi değil, kırmızı baskın renkli bir meyhane açmasıyla sona erdi! Meze çeşidi sıradan, lezzeti sıradan, hizmeti adaya tesadüfen düşüp de kerhen iş bulanların elinde, buna bir de adanın konforsuzluktan gelen konforu eklenince, bu yere Vedat Milör bile 2,5 yıldız verir bence… ama adam, muhteşem bir muhabbet satıp, yanına bir de bizim bıkıp attığımız tarak ile kendi yaptığı mastikayı verip de sanal “gourmet”’ler “hım, aman efendim, biz şimdiye kadar böyle bir şey yemedik, her şey kıvamında, her şey harika”  deyip kendinden geçince, kışlık sekiz ayın geçimini, yazın dört aylık takıları şıkır şıkır giydirilmiş zarif ve şık fiyatlarla sağlayan ada esnafı da gelen para kokusu ile kendinden geçip, eline kazmayı küreği alan, sahildeki tüm dükkanları lokantaya çevirdi.

Hıdır’ın kahvesi önce oldu Sahil Cafe’si, sonra eli sopalı yaşlı teyze baskısı ile dip masalara konan rakı mezeleri, Sahil Restaurant olarak ele geçirdi, birer, birer tüm mevzileri…

Yanındaki kahve önce özendi Gloria Jeans’e… sonra Gani Müjde’nin dediği gibi “gülümsemeyi bilmeyen dükkân açmasın…” deyişine nispet, astı tabelasını Antigoni Restaurant olarak, sirke satan çehresiyle…

Sonraki mekan, iki nohut sandalye, bir bakla masa ile ince yüzlü, Fincan Cafe, bence lezzetiyle beş yıldız basar mutfaktaki inci yüzlü, Canan Hanım’ın eliyle…

bitişik komşusu Barba Yani’yi geçince, karşımıza yine bir muhabbet ve bir o kadar da lezzet ustası çıkar ki, o da “Keyf” nam, Fatoş’un yeri bence…

Tuğrul’un vizöründeki Çardak Restaurant’ı yani Ali’nin eski meyhanesini, bu furyanın dışında tutalım… onu, fıçı etrafında oturup, bira bu kapının ardında bir de sigara yeter bize ama  ızgara uykuluk, kokoreç, köfte de olursa, bir güzel şöyle… e tabi ki, itiraz etmeyiz diyenler getirdi bu günlere…

bir altındaki kasabın yeri mi? o şimdi Barba Yani’nin türevi… J

budur işte, bir yanda sonradan gourmet’leri, bir yanda Türk sarışınları ile yazın bizi canımızdan bezdirse de sağlık olsun ada halkına büyük katkı sağlayan, eski alt komşum, Tuğrul’un vizöründeki sahildeki restaurantların hakim olduğu, [toprağı bol olsun] Barba Yani ekonomisi…   
-----------------------------------

09 Kasım 2012, Burgazada  


[1]) Bakınız Tasvir-i Burgaz Palas
[2]) Bakınız Tasvir-i Burgaz Palas



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder