Burgaz’da Donmuş Kareler IX.
“ aynama yansıyan
anılarla, imgeler “
Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL
Tasvir-i Sahil
Burgazada’da
sahildeki restaurantların
Tuğrul’un vizöründen,
aynama yansımış hâli…
Adada yaşadığım otuz dört yılın son yıllarında, neredeyse
on, onbir yıldır yazın özellikle hafta sonları adımımı atmadığım ada
lokantalarının, geçen yıl Eylül ayının hafta ortalarında çekilmiş, Tuğrul’un
tasvirine bakıp da aldanmayın. Örneğin bir de bu yıl Ağustos sonunda çekilmiş
aşağıdaki tasvire bakın… “Ada, ada olalı
böyle bir zulüm görmemiştir.”deyip, kendisinin de bu deyişe gülüp aşağıdaki
tasviri yaşlı ve
bilge deniz minaresine gösteren, yeşil gözlü dede
istiridye, ondan “… aman, aman sana daha
önce de söylemiştim. Bak beni artık bundan sonra bu türden tasvirler için
lütfen rahatsız etme… Biliyorsun, kimin sesi kimin kulağında, kimin gözü [hadi
diyeyim] kimin dudağında, kimin eli kimin yan cebinde, eğlenceleri hiç sevmem,
bilmem, merak da etmem… benim için eğlence, dostlarımla demlenirken gözlerimle
sohbet edip, birbirimizi anlamaktır satır arası… sen, en iyisi bu tasviri,
oralardan ayrılamayan, yeni yetme çıtır karideslere sor…” dedi.
Ben de “… o havai yeni yetmeler, bir şey bilmez, merak
da etmezler, bu tasvirdeki nesneler neyin nesi, nereden gelir nefesleri…
anlaşıldı… iş başa düştü…” dedim…
Bu arada yaşlı ve bilge deniz minaresi “dur, bir dakika…” dedi. “Sakın ola ki, biraz önce söylediklerimden
benim insan mahlûkuna karşı olduğumu sanma… ben, her şeyde ve her yerde daima
denge arayan, değişimi zor kabul eden, biriyim. Belki külüstür bir yaşamın,
üreterek tüketmek zorunluluğunda dostlarla paylaşılan emeğin, keyifli
saatlerini arıyorum, ne bileyim? Sanırım, aynı sahilin aynama yansımış bir
yukarıdaki ve bir de aşağıdaki tasvirlerine bakınca, ne demek istediğimi
herhalde anlarsın…” deyip, sözü
tekrar bana verdi… ve alarak sözü, yeşil gözlü dede istiridye, devam etti…
Yaşlı ve bilge deniz minaresinin elindeki tasvir…
Bu anlatıya nasıl başlamışsam, işte aynen öyle ki, ben
otuz dört yıl önce adaya geldiğimde, ben ada sahilinde gezer, büyük oğlumun
beşiğini tıngır, mıngır sallarken, ada sahili, neredeyse, Tuğrul’un vizöründen
aynama yansımış yalın bir haldeydi. O sıralarda sahilde, Burgaz Palas’ın([1])
altında Yordan’ın meyhanesi neredeyse kapanmak üzereyken, zaten yarısı
oluvermişti Erzincanlı Hıdır’ın kahvehanesi… onun yanında, adanın gayri safi
milli hasılasının okey ve konken masalarında kişi başına düşen milli gelir
olarak bölüşüldüğü bazen açık, bazen kapalı bir kahve daha, sonra sırasıyla,
her gün nöbetçi Bülent Eczanesi, Sait Faik’in “Dünyanın kitaba para veren ilk bakkalına” diyerek imzalayıp, parayla
sattığı, Şimdi
Sevişme Vakti adlı
kitabını, dükkanında özel bir camekanda saklayan Bakkal Orhan’ın yeri, bir
kasap, Ali’nin Meyhanesi ile Oyuncakçı Rıza Amca’dan ibaretti.
Burgazada’nın en iyi içkili lokantası da Tuğrul’un
tasvirindeki sahilde değil de adadaki camiyi karşınıza aldığınızda sol tarafa
doğru, caddede kot üstünde geniş bir verandaya sahip, kışlığı, Tarlabaşı’nda
karakolun sokağında Asır Restaurant olarak bilinen, İdeal Restaurant ise gerek
bu eski yerinde, gerek daha sonra taşındığı Egemen Bahçedeki([2])
yeni yerinde, mezelerindeki lezzeti, servisinde ustalığı, bahçe içindeki
yeşillikler arasındaki mekânındaki zarafeti ve suskunluğu ile benim en favori
yerimdi.
Adadaki bu dingin tablo, ne yazık ki ama ne mutlu ada
esnafına ki, 90’lı yılların başında Barba Yani nam, sevimli bir hergelenin
sahilde, nedense mavi değil, kırmızı baskın renkli bir meyhane açmasıyla sona
erdi! Meze çeşidi sıradan, lezzeti sıradan, hizmeti adaya tesadüfen düşüp de
kerhen iş bulanların elinde, buna bir de adanın konforsuzluktan gelen konforu
eklenince, bu yere Vedat Milör bile 2,5 yıldız verir bence… ama adam, muhteşem
bir muhabbet satıp, yanına bir de bizim bıkıp attığımız tarak ile kendi yaptığı
mastikayı verip de sanal “gourmet”’ler “hım, aman efendim, biz şimdiye kadar böyle bir şey
yemedik, her şey kıvamında, her şey harika”
deyip kendinden geçince, kışlık sekiz
ayın geçimini, yazın dört aylık takıları şıkır şıkır giydirilmiş zarif ve şık
fiyatlarla sağlayan ada esnafı da gelen para kokusu ile kendinden geçip, eline
kazmayı küreği alan, sahildeki tüm dükkanları lokantaya çevirdi.
Hıdır’ın kahvesi önce oldu Sahil Cafe’si, sonra eli sopalı
yaşlı teyze baskısı ile dip masalara konan rakı mezeleri, Sahil Restaurant
olarak ele geçirdi, birer, birer tüm mevzileri…
Yanındaki kahve önce özendi Gloria Jeans’e… sonra Gani
Müjde’nin dediği gibi “gülümsemeyi bilmeyen dükkân açmasın…” deyişine nispet,
astı tabelasını Antigoni Restaurant olarak, sirke satan çehresiyle…
Sonraki mekan, iki nohut sandalye, bir bakla masa ile ince
yüzlü, Fincan Cafe, bence lezzetiyle beş yıldız basar mutfaktaki inci yüzlü,
Canan Hanım’ın eliyle…
bitişik komşusu Barba Yani’yi geçince, karşımıza yine bir
muhabbet ve bir o kadar da lezzet ustası çıkar ki, o da “Keyf” nam, Fatoş’un
yeri bence…
Tuğrul’un vizöründeki Çardak Restaurant’ı yani Ali’nin
eski meyhanesini, bu furyanın dışında tutalım… onu, fıçı etrafında oturup, bira
bu kapının ardında bir de sigara yeter bize ama ızgara uykuluk, kokoreç, köfte de olursa, bir
güzel şöyle… e tabi ki, itiraz etmeyiz diyenler getirdi bu günlere…
bir altındaki kasabın yeri mi? o şimdi Barba Yani’nin
türevi… J
budur işte, bir yanda sonradan gourmet’leri, bir yanda
Türk sarışınları ile yazın bizi canımızdan bezdirse de sağlık olsun ada halkına
büyük katkı sağlayan, eski alt komşum, Tuğrul’un vizöründeki sahildeki
restaurantların hakim olduğu, [toprağı bol olsun] Barba Yani ekonomisi…
-----------------------------------
09 Kasım 2012, Burgazada
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder