7 Ocak 2013 Pazartesi



Burgaz’da Donmuş Kareler X.

“ aynama yansıyan anılarla, imgeler “

Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL

Tasvir-i Vapur



Şehit Mustafa Aydoğdu vapurunun

Tuğrul’un vizöründen 



Burgaz vapuru olarak aynama yansımış hâli…

Nedir benim bu Tuğrul’dan çektiklerim arkadaşlar. Tasvirleri incele, bilgileri derle, Kaşıkadası’na koş, koşmak da yetmiyor ucuna kadar yüz, ara ki bul, yaşlı ve bilge deniz minaresine tasvirleri göster, topladığın bilgilerle onun aktardıklarını derle, nefes nefese bu koşturmaya “bu yaşta” kim dayanır? Vallahi de yoruldum billahi de yoruldum.

Bu arada, bir de öbeğe gelen iletilere şöyle bir baktım. Yahu bu çocuk yorulmuştur, nefes alsın deyip, bizi 30 Ağustos’ta Aya Nikola’daki dem evine “ kalp yorulur, akıl durur, ruhta yaşar sevgi sofrasına” davet eden de yok,  kızdım tabiî ki… Bari biraz tatil yapayım dedim ve yelkenleri fora ettim… orsa, apaz, pupa arada bir bayılma yelkenle Dardanel’den çıktım, vurdum diyar-küffar’a, Çeşme Deniz Savaşı’nın öcünü almaya… tavernalarda yapılan cenk aralarında, size ancak laf yetiştirebildim, o da ancak kısa kısa… bunlar önemli memleket meselesidir deyip tasvir tahlillerini mecburen bir süre durdurdum ve diziye ara verdim… Laf aramızda biraz sanatçı kaprisi de var… “bakalım bensiz ne yapacaklar, biraz beni arasınlar, öbek boş kalınca kıymetimi anlarlar…” demedim de değil…

Ama nerdeee!.. baktım kimsenin beni taktığı, tınladığı bile yok… Fethiye, Burhaniye, Behramkale, Adana dolaylarından, İstanbul Dukalığı’ndan, Felemenk Krallığından benden gayri bilumum hacı, hoca, ulema almış eline tüyü, hokkayı, baştan aşağıya yazıp çizip boyamakta, öbeği, obayı… yanıtlar, polemikler, kahkahalar havada uçuşmakta ki o zaman ben de paniğe kapıldım. İmana geldim, haddimi bildim, yeniden yazmaya başladım… diyerek, diziye, süngüsü düşmüş, süklüm püklüm yeniden döndü yeşil gözlü istiridye… hem Tuğrul’un çektiği, hem de aynasına yansıyan haliyle, çekine,  çekine vapurları sordu, yaşlı ve bilge deniz minaresine… o da dedi;

İki vapuru da bilirim. Biri senin vizöründen aynana yansıyan okumuş, okumasa da el almış, güngörmüş ve gün geçirmiş Burgaz…  her dine ve her dile saygılı ve sessiz, ağırbaşlı ve temiz Burgaz… bir elinde gazetesi, kitabı, diğerinde çantası, selam verir, selam alır her iskeleden adım atanı, adım alanı… sinekkaydı tıraşına takmış kravatı, zarafetine simge tayyörü ile Kaşığın ucundan geçerken mahlûkat-ı derya’yı rahatsız etmemek için pervane durduracak kadar etrafına saygılı Burgaz…

Her gün Heybeli’den gelen ya da Heybeli’ye giden Hüseyin Rahmi Gürpınar’a hoş geldin veya güle güle demek için el eden ve Burgaz’dan binip, Burgaz’a inen uzun pardösülü, fötr şapkası kaymış, bir elinde kitap, bir elinde oltası ile Sait Faik’i iki uzun düdük ile selamlayan Burgaz…  

Doğanın sıralı ritmiyle, vurdu mu mimoza kokusu havaya, buram buram, beraberinde tekiri, barbunu, eşkinası, mercanı tavaya buram, buram… ki zamanıdır o zaman, adaya göç eden adalılara denkleri, bavulları, tencere ve kovaları ve korumak için kendisinden kıymetli halılara sarılı buzdolaplarını hoş geldinizle taşımaya başlayan Burgaz…

Aynı yükü ve yolcularını kestane karası fırtınasının gözyaşlarında,  dalgalarla boğuşurken, hüzünle adadan uğurlayan Burgaz… 

-0-

Diğeri vapur tasvirine gelince, vay, vay ki vay, vay… hani, ne ben söyleyeyim ne sen sor, veya bir dokun bin ah işit derler ya işte aynen öyle…

Gömleklisi, t-shirtlüsü, pantolonlusu, şortlusu, şalvarlısı, peçelisi, başı bağlısı, bağıranı,  çağıranı, tekmeleyeni, koşanı, yetmiş iki dilden konuşanı bunun kazanından girip bacasından çıkar da zavallıcık,  bu yüzden ada iskelelerine yanaşmaya tir tir titrer bir an evvel iskeleden kaçmaya can atar…

Eğer, bir köşeye oturabilir, tekme atan, omuz vuran, telefonla kavga eden, “üçü bir liraya” satıcılara tahammül edebilirsen ne âlâ, yoksa gelebilmek ve gidebilmek için karadan adaya, adadan karaya kendine başka bir yol ara, … veya çık arka açığa, ön açığa… bir de dümbelek varsa, oyna yavrum oyna ki Kaşığın ucundaki mahlukat-ı derya korkudan dibe boylaya…

Bu kendini bilmezliğin vapurun adına uygun olup olmadığına, hiç kulak asma… İstediğin kaynağı ara, şehit ölmüş vatanın ağzı büzülmüş. Vapurun adı var ama şehidin kim olduğu tam bir muamma…, şehrin deniz hatalarında seyrederken eğer bulursan bu vapuru bir yerde,  ancak o zaman öğrenirsin iskele veya sancaktan birkaç basamak sonra, asılı plaketten duvarda…

Bir de bu iki tasvirin ortasında vapurlar var… Paşabahçe, Fenerbahçe, Bahçekapı, Sedef Adası, Fahri S. Korutürk, Bostancı, İnciburnu, tekmili birden sefaya hazır ada vapurları. Bu zarafet ve fazilet endamı vapurlarda, henüz, ne cep telefonu var tedavülde, ne pad’i,  ne tableti, milleti tam sarmamışken bu illet-i medeni,  bir tarafta gazete, kitap okuyup, etrafa eleştiri süzenler, bir tarafta günün yorgunluğunu kahvesi, çayı ile giderenler arasında bir de özel gruplar vardı ki, renk ahenk, zevk-i sefaları ile bu vapurların ruhunu şad ederlerdi.

Bu erbab-ı dem’in bir önceki akşam seferinde eda edilen programı akabinde, yelkovan ve akrep yarım gün sonra dönünce, yeniden imece yapılıp, siparişler, şarküteri sahibi esnafa, sabah erkenden verilirdi. Akşamüstü işten çıkılıp, bir zamanlar, Köprü, sonra Sirkeci, şimdi Kabataş’tan kalkan 18.30 vapurunun üst açığında ayrılan mekana varılınca, kısa yol zabitlerine yapılan ikramla, perde açılır,  kadehler, kimine tek, kimine birer duble ile dolardı.

Eğlence bitmez. Hatta, bu eğlencelere katılmanın adına nam katacağını, İstanbul’un gece hayatına ve magazin dünyasına bir adım daha atacağını bilen her muganninin, İstanbul sahnelerinde yer almadan önce sahne adabını bu erbabın önünde öğrendiği bile söylenir, bir rivayete göre…

Daha da öteye, bir arkadaşın doğum gününde, havalandırma bacasından çıkan sonra da ünlü bir şarkıcı olan, bir dansözü bile gördü bu gözler, netekim bir keresinde…  

Eşim, siyah gözlü istiridyenin anlattığına göre bir gün bu sefahate denk düşen kendisine bile,  “densizlikten değil tamamen nezaketten”, ikram etmişler bir duble… ama içi çekse de garibanın ağzına bile süremediği için hayatında bir kere, sadece keyiflerine ortak olmuş uzaktan gülümseyerek, sessizce…

İşin öte cephesine gelince, çekilen demler bitip,  demkeşler, birer ikişer Kınalı, Burgaz, Heybeli, Büyük vapurdan inerken, yumruk ile silinen ağızlara atılırken karanfiller,  sanki az önce şen şakrak, kahkaha atan kişiler, onlar değiller de… aman efendim bu ne ciddiyet, bu ne rol ki memleketin bütün sorunları üstlerinden akıyor, her biri birer cin olup akıllarınca evlerindeki şeytanı çarpıyor… Ne diyeyim, Allah akıl fikir ihsan eylesin, oklava sırtına denk gelmesin. Âmin…

Yine aklımda, bu vapurların tasvirine giren son seferleri de var ki, vapurun bir tarafında, işi uzamış veya iş gezisinden dönmüş, yarın ilk vapurun mahmurluğuna hazırlık yapan, sövgü dolu gözler, bir tarafında, demin devamı teneke kutuda, hayatının zevki, dumanının kıvrımlarında keşler ile uykuya, pirelerle beraber dalmış kişiler… bunların her biri, iskelelerden sürüklenerek inerken birer, ikişer, adalarda gece hayatına müptela, bir elinde cımbız, bir elinde ayna gençlerin, seferi başlar adalar arasında… taa ki sabah, mahmur gözleri bir kahvenin sandalyesinde açılana kadar…

 Budur işte Şehit Mustafa Aydoğdu vapurunun, Burgaz vapuru ile aynasının sırlarında ada vapurlarının aynama yansımış hali …” deyip bitirdi yaşlı ve bilge deniz minaresi…

-----------------------------------
18 Eylül 2012, Burgazada

GELEN MESAJLAR
   
Sevgili Altın Biraderim,

Bir süredir yerimden ve sevgili İstanbul’umdan uzak yollara revan durumundayım.
Sılada, senin yazın Burgaz’ın serin esintisi gibi içimi ferahlattı. Kalemin sağ olsun, uzun yaşa hep yaz.

Sevgiler

Tugrul Ünsal 19 Eylül 2012 
-0-
Hocam,
Âdemoğlu kemikten etten, bilumum havadis netten…

“ŞEHİT MUSTAFA AYDOĞDU
Haliç Tersanesinde 1981 de yapıldı. Motorlu yolcu vapuru… 456 gros, 208 net tonluk. 58.2 m. Uzunluk, 10,2 m. Genişlik ölçülerinde. Çektiği su, 2,4 metre. Danimarka Stork Work ABC yapımı 2 adet 750 şer beygirlik dizel motoru var. Çift uskurlu. Hızı 14 mil İstinye tersanesi işçilerinde, Kıbrıs Barış Harekatı şehidi Çavuş Mustafa Aydoğdu’nun adını taşıyor.”

Kısmet bugüneymiş hocam.
Selam ederim

Mesut Taşkın 24.09.2012

Aferin çocuğum. Sen varken ben niye sağı solu kurcalayayım.

Mehmet Altın 24.09.2012



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder