4 Nisan 2025 Cuma

 



AKVARYUM ve BALIKÇILAR

 

Dün battı. Güneş Tanrısı Helios’a yol açan, güneşin kulu ve kız kardeşi, kara harmaniyesini sırtlamış Eos, karanlığı sudan fırlamaya hazır yıldızlardan önce, babası Sin’e, teslim ederken, penceremden Kaşıkadası’nın üstüne inen o rengahenk şıpırtıları,  o gümüş sürgünü pıtırcıkları gördüğümde, “- Aman dedim, bu da ne?  Hemen koştum yaşlı bilge deniz minaresine… ve sordum…

 

… dedi, - “ O gördüğün, her kestane karası fırtınası sonrasında, rengahenk kanatlı atları ve sentoryan muhafızlarıyla denizlerin dibinde yaşayan eşi Amphitrite ile buluşmaya gelen Poseidon’un vuslatıdır, o denizi köpürten, o denizi kükreten… dalgaları yanak, yanağa birleştiren…”

 

ve sonra öyküsüyle bıraktı beni Burgaz’ın sonbahardan arta kalmış bir gecesinde, dik sokacıklarındaki evimin penceresinin ortasına, içe dönük bakışlarımla baş başa…

 

Gözlerimi, Olimpos’tan adaya doğru ılık lodos esintisinde, Kaşık Adasının sapındaki kayalıklarda ikiye ayrılıp ayıbacağında sakin bir seyirle ana karaya doğru akıp giden geniş akvaryumdaki akıntıya doğru çevirdim. Dokuz tanesi Kaşık adasında, dört tanesi Heybeli adanın Değirmen Burnu açıklarındaki balıkçı tekneleri ile Burgazada iskelesinden kalkan Şehir Hatları vapurunu okşayan akıntı, eğer rüzgâr karayel veya poyraz eser, kavak yelleri ile başı dönerse, bu sefer de aksi yönde orsaya seyre çıkar.

 

Dalgalarını savura savura dolanan bu baş döndürücü davranışlarından dolayı, doğrusu hiç güvenemeyiz, kendisine… sabah bir bakarsınız derin bir nefes alır kıble, lodos, keşişleme eser,  boğazına kırlangıç kılçığı kaçmış, göğsü sıkışmış gibi Kaşık adasının üstüne doğru köpükler saça saça öksürür, bilumum haşarat-ı bahriyi etrafa saçar, etrafa çatmak için yer ararken… akşamüstü önce sakinleşir, sonra da poyraz, karayel, yıldız artık yelkeni hangisiyle dolarsa Heybeli,  Burgaz arası ve Kınalı, Burgaz rotalarında Yassıada, Sivriada üzerinden Marmara’ya açılır.  Bir yandan derinlerden gelen soğuk suyu, bir yandan kıraça, gümüş balığı ve yavrularının, zargana ve kefallerin bereketini balıkçıların ağlarına taşırken… bir yandan da çoluk, çocuk, ihtiyar dinlemez yüzenleri öyle bir sürükler ki, iş başa düşer, bir telaşla denizden insan avlarsın.

 

Zamanında bu olağanüstü akvaryuma düzen veren ekosistemde şu an balıkçı tezgâhlarında gördüğünüz balıklar: Yakışıklı çingene palamutları, külhanbeyi lüferler, fakir dostu istavritler, utangaç pembe yüzlü barbunlar, tekirler ile vahşi avlanmadan kaçarak artık nadiren kendini gösteren turşucu izmaritler, tembel diller, Çamakya ığrıp çekimi günbatımı giysileri ile uskumrular, soğukkanlı kılıç balıkları, ikametgâhları Heybeli Alman Koyunu mekân tutan, mavi kanlı, kral soylu ıstakozlar, çakal pavuryalar, tarlalar dolusu istiridyeler, askıda midyeler, Sait Faik’e ilham, adalı balıkçılara, meyhanelere iş, aş, geçim, sosyo-kültürel hayata örgün ve sağlam biçim verirdi.

 

Bu kusursuz dengede ne bir kıskançlık, ne bir alan ve/veya rol çalma hırsı, ne bir kibir ve ne de küstahlık vardır. Milyonlarca yıldır, doğa yaşamın sınırlarını ve sırlarını çerçevelemiş, insanlar genlerinde taşımış, tek bir çiçekle yetinmeyen farklılıklar tehdit olarak değil farkındalıklara yazılmış, denizin kızgınlığının dalgaların şefkatli kollarında giderek sakinleşeceğini binlerce yıldır adalı denizciler de öğrenmiş, bu diyarın manifestosu da böyle belirlenmişti.

 

Yüzyıllardır adalı denizciler bu akvaryumun dengesinde, kâh güvenle, kâh doğanın zorlu günlerinde kimi zaman ona boyun eğmiş, can vermiş, kimi zaman sınavlardan geçmiş, dirençleri ve cesaretleriyle hayata meydan okumuşlardı. Bazen yıldızlara bakıp yollarını bulmuşlar, bazen aldanıp, dalgaların insafına kalıp, başka rotalara savrulmuşlar, sığınmayı düşündükleri güvenli limanlardan uzak kalmışlardı. Deniz hayatı kolay olsa biriktirecek öykü, livarda anı kalır mıydı?

 

Bakışlarımdaki merak hafifleyip, dinginleşirken, yanıtlayabildiği soruların birer birer sahile ulaştığını, dalgaların koynundaki gümüş sürgünü pıtırcıkların birer birer söndüğünü… geceye sığınan nergisin önceliği mimozalara verip, gül gün ışığına gerinip, ışık tomurcuklara, yosun rüzgara karışınca yayılan kokular, bedenimi sararken… Heybeliada üstünden gelen hafif ritmik seslere kulak kabarttım. Başlarında “eflatun” harmaniyeli dört at ile ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan rahvan gelen leylekler, uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, Hıristos üstünde “hu çekip” süzülerek adadan İstanbul’u selâmlarken... çizgiler ve zaman bir noktadan kopup, uzandı evrenin sonsuzluğuna... ta ki, dönüp dolaşıp koptuğu noktayla birleşip bütünleşene kadar… ve gördüm ki, …

 

… “yaşamın, günlerin, ayların, mevsimlerin sırrı budur… bir canlının başına gelebilecek en kötü şey, Burgazada’da gözleri açık kör doğumdur...” deyip bitirdi, yeşil gözlü istiridye.”

=============

Mehmet E. Altın, 02 Nisan 2025, Burgazada

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

Fotoğraf: Bilinmiyor kendisini tanıtırsa sevinir ve bilinmeyeni düzeltirim.


14 Şubat 2021 Pazar





S A B A H L A R I  B U R G A Z A D A  (6)
..........................

DIONYSOS [1]

 

Sabah, dışarı çıktığımda, yağmur yüklü bulutların arasında,  çakan şimşeklerle birlikte giderek yoğunlaşan gök gürültüleri ile uzakları gözleyen, uzaklara hüzünle seslenen, uzaklardan bir ses ve nefes bekleyen, dizlerini ve göğsünü döven bir kadın sesi, bir ağıt gelirken kulağıma…  Heybeli’den Burgaz’a, uzanan bir ışık yolu belirdi gündüzü geceye çeviren şimşeklerin yakamozlarında, kadının, mağrur ve ilenen ağlamalarına inatla...

Koştum, sordum yeşil gözlü dede istiridyeye dedim “ Bu ne? “ Dedi. “ Hergele Zeus’un işi bu, anlatayım da nasıl oldu, dinle!”

 

Gün bugündür… diyerek

Hermes ile haber gönderdi Zeus, eşi Hera'ya...

 

" Zamanıdır vuslatın, hasadı için doğanın."

 

… ve Olympos'tan uzanıp, Antigoni ile Halki arasına vurunca şimşeğini suya,  

başı Pita'ya yaslı, yüzü Hristos'a dönük, uzandı eşi Hera'nın yanına...


Bir bedenden, bir bedene geçerlerken,

yer, gök çatırdadı.

su kaynadı, ateşe kesti, ışık oldu.

Gök ergidi, dökülüp yansıdı suya,

su suya döndü, toprak toprağa...

Karanlığın kokusu suya, suyun kokusu toprağa düştü,

Toprak koktu mimoza, yasemin…

Kuzular meledi, ana rahminde.

Kırlangıçlar uçarken yakamozlara,  

Kırlangıçlar geldi, yakamozda oltaya…

 

Aynı anda…

Anlatılanla aynıdır, aynıyla…

Zeus bir göründü bir kayboldu ölümlü Semele’nin,[2] de yatağında,

eşi Hera’nın yanında!

Velhasıl edep, erkân bile yok Olympos’taki sarayda…

 

Utancından, kıpkırmızı oldu yollar,

Zeus’u arayan Semele’yi

alevden kollarına alıp sardılar. 

Toprak, su ve hava baş eğerlerken ona, saygıyla…  

 

Al ve doru gövdeleri alev alev yanan,

demir kırı donları ile ağırbaşlı Centurlar,

kuyruk teleklerinden inci gibi sular damlarken

kanat vurdular önce rahvan...

 

akarken samanyolunda yıldızlar

çelik mavisi, beyaz, çizgili toynaklarının arasında dörtnala,

döne döne yükseldiler, yedi yirmi dört çalışmaktan yorgun,

kızgınlıkları yelerine asılı kırağı damlalarında,

 

çektikleri Pyhton'a binmiş, Olimpos'a dönen, Zeus ile Hera...

 

ve dahi

Zeuas’tan olma,

Semele’nin rahminden düşme,

bir asmanın dalından doğma Dionysos’la…[3]"

 

Gökte ne varsa yer rengine, yerde ne varsa gök rengine dönüştü.

 

Üzümler, kana…

 

Balıklar, kavak yeşiline...

İstiridyeler mavi çama, pinalar bakır kızıla...

Çelik maviden, koca yemiş rengine dönüştü karidesler...

Martılar morciverde dönüşüp,

ibibikler bekledi dönüşmek için

külgrisinden, erguvana...

 

Kirpiler kel saçlı dedelere döndü.

Horozlar bülbül olup başladı şakımaya…

 

… ve uzaklardan bağbozumundan kalma bir ağıt yükseldi havaya...

--------------------------------------------------

mehmetealtin, 04 Eylül 2020, Saat: 08.13, Burgazada



[1] Fotoğraf: Ufuk Altın 

 

[2] SemeleYunan mitolojisinde Cadmus ile Harmonia'nın kızı. Zeus'tan Dionysos'u doğurduğuna inanılırdı.

 

[3] Dionysus veya Dionysos (Yunanca: Διώνυσος veya Διόνυσος; Roma mitolojisinde Bacchus olarak da bilinir).Bazı mitolojik eserlerde ve özellikle tragedyalarda BromiosEuhiosDithyrambosİakkhosİobakkhos olarak da adlandırılır. Çallı şarap tanrısı. Şarabın sadece sarhoş ediciliğini değil, sosyal ve faydalı etkilerini de temsil eder. Medeniyetin destekçisi ve barış aşığıdır. Dionysos tanrıların ve tüm insanların babası Zeus ile ölümlü kadın Semele'nin oğlu olarak doğmuştur. 

 


12 Ocak 2021 Salı


 


S A B A H L A R I  B U R G A Z A D A  (5)
..........................

SELENE  

Ölümlü sevgilisi çoban Endymion'a aşık,

Ay tanrıçası Selene,

 

Endymion kavalını çalar,

Selene sararken onu,

ışıktan bedeniyle…

iki beden bir olur,

bir beden olurlar,

dönüşürken kutsal ışık kütlesine...

 

Zeus'un bir ölümlüyü seven Selene'ye cezası ise;

Endymion'u minik bir bedene dönüştürmek,

bir ağaç kovuğuna yerleştirmek,

ve her gün yerini değiştirmek olmuştur

bu nedenle...

 

… ve bu nedenle

Selene'nin hüzünlü gözleri,

Antigoni'yi tarayıp, onu arar,

yansırken, gümüşgri gözlerinden ışık selleri,

 

bugün ben de şahit oldum.

Hristos tepesinden, o yola revan olup giderken...

 

… ve dedi Selene, eli Endymion’un belinde, geldik göz göze, kırpık yıldızlar saçılmışken sağa sola, kulak verdim sesine…

 

“Ey, bilmediğini bildiğin, bu topraklarda yaşayan kişi!

 

Binlerce yıldır bu topraklardan geçtim.

 

Sonsuz bilgeliği,

koruyucu şefkati,

cezalandırıcı hiddetiyle

bu toprakları doğurgan,

bu denizleri bereketli kılan,

 

arısına çiçek,

darısına toprak,

üzümüne rahim,

bebelerine meme veren…

babam Zeus’un,

beklerken geceyi terk etmesini,

yıldızların peşinden gitmesini,

 

dediklerimi iyi dinle…

ve ertesi gün geldiğimde,

 

görerek bak,

gözleri açık kör olma,

 

hissederek kokla,

ne tatlar var dolaştığın Burgaz’ın sokacıklarında…

 

deniziyle, toprağıyla konuş.

Anla bu nasıl bir tutkudur,

bu topraklara ve suya

tutkulu olduğum gibi

Endymion'a …”

  ------------------
mehmetealtin, 24 Temmuz 2020, Saat: 05.58, Burgazada


S A B A H L A R I  B U R G A Z A D A  (5)
..........................

SELENE  

Ölümlü sevgilisi çoban Endymion'a aşık,

Ay tanrıçası Selene,

 

Endymion kavalını çalar,

Selene sararken onu,

ışıktan bedeniyle…

iki beden bir olur,

bir beden olurlar,

dönüşürken kutsal ışık kütlesine...

 

Zeus'un bir ölümlüyü seven Selene'ye cezası ise;

Endymion'u minik bir bedene dönüştürmek,

bir ağaç kovuğuna yerleştirmek,

ve her gün yerini değiştirmek olmuştur

bu nedenle...

 

… ve bu nedenle

Selene'nin hüzünlü gözleri,

Antigoni'yi tarayıp, onu arar,

yansırken, gümüşgri gözlerinden ışık selleri,

 

bugün ben de şahit oldum.

Hristos tepesinden, o yola revan olup giderken...

 

… ve dedi Selene, eli Endymion’un belinde, geldik göz göze, kırpık yıldızlar saçılmışken sağa sola, kulak verdim sesine…

 

“Ey, bilmediğini bildiğin, bu topraklarda yaşayan kişi!

 

Binlerce yıldır bu topraklardan geçtim.

 

Sonsuz bilgeliği,

koruyucu şefkati,

cezalandırıcı hiddetiyle

bu toprakları doğurgan,

bu denizleri bereketli kılan,

 

arısına çiçek,

darısına toprak,

üzümüne rahim,

bebelerine meme veren…

babam Zeus’un,

beklerken geceyi terk etmesini,

yıldızların peşinden gitmesini,

 

dediklerimi iyi dinle…

ve ertesi gün geldiğimde,

 

görerek bak,

gözleri açık kör olma,

 

hissederek kokla,

ne tatlar var dolaştığın Burgaz’ın sokacıklarında…

 

deniziyle, toprağıyla konuş.

Anla bu nasıl bir tutkudur,

bu topraklara ve suya

tutkulu olduğum gibi

Endymion'a …”

  ------------------
mehmetealtin, 24 Temmuz 2020, Saat: 05.58, Burgazada


6 Aralık 2020 Pazar

 




S A B A H L A R I  B U R G A Z A D A  (4)
..........................

İBİBİK [1]

Vartolulu’yu anlatırken yeşil gözlü dede istiridye,

İbibik’ten şöyle bahsetmişti size,  

“(K)[2]’nın, namı diğer Vartolu’nun o günlerden tek aklında kalan şey…

Bir diğer, namı diğer, ‘Soeara Merdeka’ yani İbibik:”

 

Benim de aklıma takıldı bu,

Kalpazankaya sırtlarında yaşıyorsa eğer,

ben de gördüm onu,

Kalpazankaya ile eski çöplük arasında.

Lâkin fotoğrafını çekmek için fırsat bile vermedi bana,

paytak paytak yürürken, aniden havalanıp uzaklaştı, dalgalı bir uçuşla.

 


Ancak ne kadar kaçsa da…

…belki de Vartolu’nun dayısının yaşadığı evi ve sakinlerini bilmek için

yeşil boyalı zincirli evin önündeki ağaca konduğu an,

O mu, başkası mı bilmem,

Nusret’in vizörüne yakalanmış nitekim…

 

Nusret’ten aldığım delil fotoğrafı elimde, vardım Vartolu’ya, dedim “Tanır mısın? “

Baktı. Renk vermeden kafasını kaldırdı. Eh, ne de olsa o da bir yeraltı adamı…

… dedim.

“ Tanımak isterim kendisini, sen ki, tanırsın beni.

Çok yazar, az konuşur, ağzımdan laf, darbeli matkapla çıkar. İzin verdiği kadar konuşur. İzin verdiği kadar yazarım.”

 

Bir şey demedi. Arkasını döndü, gitti.

Racon böyle

uygun gördüyse yanıt verir,

görmediyse duyduğunu unutuverir.

-0-

18 Ekim sabahı yaklaşırken Kalpazankaya önündeki

çöp bidonlarının arkasından çıktı, Vartolu ve

bir baş işareti ile düştü önüme,

yürümeye başladık Kumbaros yönüne…

 

Taa ki, kendilerini göremediğimiz nöbetçi ibibiklerin,

'U-bu-bup' yankılı, ney üflemeli seslerini duyana kadar…

 

Bir süre sonra durunca, Vartolu,

“Benden buraya kadar. Seni gelip alacaklar” dedi ve gitti.

 

Bekledim, arkamdan gelen sesle irkildim…

arkanı dönme, bağ saracağız gözlerine…”

İtiraz etmedim sözlerine…   

ben yürümeye, o yönlendirmeye başladı,

çok hafif eğimle alçalan, gittikçe zorlaşan yörede…

 

Yürüdük, kendilerini göremediğim ibibiklerin,

'U-bu-bup' yankılı, ney üflemeli sesleri artıp, yoğunlaşana,

‘U-bu-Dur’ denilene kadar… Durdum.

Gözlerimin bağı açıldı. Gözlerim açıldı!

Karşımda bana yol gösteren ibiği kızıl, baltalı bir ibibik…

sağımda ibiği kızıl, taraklı bir ibibik,

solumda ibiği kızıl, pipolu bir ibibik,

arkamda ibiği kızıl, bir dağ horozu, cennet kuşu, çavuş kuşu,

etrafım ibiği kızıl,  hüthüt, kelibik, kokaribik, yiribik,

Kumbaros’ta her kovuk ibik, ibik…

 

Kimi kendi tezeği ile yuva yapmakta,

kimi ibiğini, yelesini kabartıp yuvaya eş aramakta,

kimi yerden aldığı,

kutsal arılar ve kutsal karıncalar hariç,

her türlü haşarat-ı hayvaniyeyi havaya atıp yutmakta,

iki arada yavrularına sunup,

bir derede ana, babalarını beslemekte…

 

bir tugay ibiği kızıl, baltalı ibibik de

mancınıklara doldurdukları dışkıları belirlenen hedeflere fırlatırken,

başlarında sorgucu da kızıl, ibiği de kızıl bir ibibik

Hz.Süleyman’a haber getiren Hüdhüd gibi

bir ortada görünüp, bir ormanda kaybolmakta,

bir ortada görünüp, bir deniz üstü uçmakta,

bıraksan ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak,

Kumbaros’tan Marmara denizine atlayacak.

 

 

İşte ben, bu koşullarda tanıdım, Özgürlüğün Sesi, Soeara Merdeka’yı;

Vartolu’ya havaya yem atıp kapmasını öğreten…

doğruluğu savunup, kötülükle savaşan…

yeraltına inmiş Endonezya İbibik Hareketinden arta kalan bir avuç müridiyle Kalpazankaya sırtlarından Hıristos’a kadar uzanan ormanda, gölgelerle gizli yaşayan…

 

… ve O, geldi yanıma “ Hoş geldiniz” dedi bana,

ben de “Hoş-U-buk” dedim, dilince ona…

 

Dedi, “… demek, siz, size taktığımız adla

‘Laki-laki berjalan sendiri’

sabahları, güneşi sırtında taşıyıp

‘yalnız yürüyen adam’ sizdiniz.

Sizi duyduk. Sizi gördük. Sizi gözledik.

Bir dost olduğunuzu belledik.

Söyleyin şimdi bana, nedir sizi bizim yanımıza getiren acaba?”

 

Dedim. “Eyy, Soeara Merdeka, ben de sorayım size… nedir sizi, getiren adamıza memleketinden binlerce kanat kilometre uzaklara? Söyle bana nasıl yardımcı olabilirim size?”

 

Dedi. “Eyy, Laki-laki berjalan sendiri!

 

Biz ki;

kendimize yettiği kadarıyla…

taşından,  toprağından, suyundan beslendiğimiz, ormanlarında yaşadığımız ülkemizin,

taşını, toprağını, suyunu, ormanını ve havasını soyana,

çaldıklarını kendi dinlerinde sunaklarda ve tapınaklarda sunanlara,

sahip olduğumuz toprakları gasp etmeden önce,

sahtekâr gülüşleriyle, incileriyle, çikolatalarıyla

ipek çoraplarıyla, süt tozlarıyla, üretim fazlası her ne varsa,

kısacası bir ellerinde havuç, diğer ellerinde kutsal kitaplarıyla gelip,

ellerimizde kutsal kitaplarıyla bizi çıplak bırakanlara,

karşı duranlarız,

memleketimizden binlerce kilometre uzakta…

 

 

Uzaktayız çünkü geçen yüz yılın başında kurduğumuz Endonezya İbibik Hareketi, her tür ve sınıftan ibibikle üç milyona varan üyesiyle, altmışlı yılların ortasına kadar ulaşsa da kitaplıların çanak yalayıcısı ve artıkçısı  ‘Partai Corvus Palmarum yani, Palmiye Kargası Hareketinin kışkırtmalarıyla… bizi, kendilerine ve geleceklerine karşı tehdit olarak gören silahlı kitaplıların, bir gece yaprak, yaprak kopardıkları yüreklerimizle, tek, tek kestikleri yeni tomurcuklanan sorguçlarıyla ergen ibibiklerin kafalarıyla, kuluçkaları ile beraber yakıp yıktıkları yuvalarımızla, kısacası akıl almaz katliamlarıyla sayımız, ‘Tehdit Altında İbibikler’ sınıfına girdi.

 

Uzaktayız çünkü varlığımızı ve inançlarımızı korumamız, gelecek nesillere aktarmamız için; türdeşlerimizin bile elini uzatmadığı, uzatmadığı günümüzün bu dünyasında… bize, bize karşı olanlardan görece ve görevce yalıtılmış topraklar gerekliydi ki;

… Ben, Soeara Merdeka, güneşe adanmış,

güneşe yürüyen ben ve bizler,

güneşin kız kardeşi dünyada, 

ararken anıldığı gibi bir yer;

 

kutsal bir mekanın sessizliğinde ve dinginliğinde

öğrenmek ve öğretmek için inandıklarımızı,

uğruna can verenlere sunmak için şükranlarımızı,

arındırarak, bilemek için ruhumuzu,

 

‘anıldığı gibi olana’, bu adaya geldik.

Şimdi sen söyle. Orası mı burası?

 

…derken, İbibiğin dilinin iç sesi, sorusunda Kumbaros’un sırtlarını kızıla kesti.

  ------------------
mehmetealtin, 18 Ekim 2020, Saat: Bilinmiyor, Burgazada



[1] Fotoğraf : Nusret Elgin

[2] Karabiber, demek istiyor.