15 Şubat 2014 Cumartesi



SATIR ARALARINDAN

“ Kalbi Yoran Sözcükler ”



Geçen yıl zeminden yansıyan güneş ışıklarının bile etkili olduğu kavurucu Ağustos sabahlarından biriydi. Ada, canlılığını ve neşesini, denize ve kıyılara yansıtmış, ben de her zaman olduğu gibi zaman kaybetmeden, sabahın kör aydınlığında kendimi, arkadaşlarım olduğu zaman daha da sevimleşen, kulübün “Kuş Kafesi”e Sabri Abi’nin orta şekerli kahvesinin fincan tabağının altına, “Cumhuriyet”imi de yanıma alarak, sığınmıştım. Adanın ve kulübün eski tüfekleri, pliozor, olarak anılabilecek eski deniz canavarları arkadaşlarım gelmeden günlük haber ve yorumları okumalı, köşe yazılarını sindirmeli gündeme karşı akıl yürütmeliydim. Aksi takdirde ortak öğeleri,  en az 30 yıllık adalı olmak, artı eksi beş yaş ortalama altmış yaşında olmak, eğitimli… alt küme öğeleri, her dinden, her telden… olmazsa olmaz biricik öğeleri çocukluk ve gençlik anılarıyla yaşayan, çocuk gibi davranan ve şakalar yapan… küme arkadaşlarım gelirse okuma ve akıl yürütme fırsatım olamayabilirdi. Bizler, emekli veya emekliye yatmış yöneticiler, iş sahipleri, dedeler, dede adayları bir araya geldiğimizde “verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz” levhası kolumuzun altında olanların, her birinin, kulüpte kendine ayrılmış zamanı ve mekânı son derecede özel ve sınırlıdır.  Nitekim kirpiklerimizin arasından “bakalım masaya önce kim gelecek?”  oyunu ile günün keyfi, gelecek anların söyleşi ve şakalarının gizeminde daha da bir anlam kazanır, gündeme sürekli eklemeler yapılır veya değiştirilir, akşama doğru yemek öncesi mide altı sıvı çalışmaları yapılır veya sıvının damarlarda yarattığı etkiye göre şişeli kalkışma devam eder.    

O gün, mekânıma ilk gelen Türkiye’nin en önde gelen bir bankasının Avrupa’daki şirketinden genel müdür olarak emekli olmuş, ailesi tarafından neredeyse yüz yıllık adalı, bir yerde uzun süreli oturmaz ama sabah kahvesini mutlaka benimle içmeyi seven, bu arada bana takılmayı da görev sayan bir arkadaşımdı. Konusunda oldukça tanınan birisi olmasına rağmen bunu belli etmez, alçak gönüllü davranır ama söyleşilerde analitik yaklaşımları, etmenlere hâkimiyeti ile konulara damga vuran kişiliği, bizde ona karşı her zaman saygınlık uyandırmıştır.

O gün, eski rekortmen, olimpiyat finali yönetmiş eski bir hakem, avukat, o da doğma büyüme adalı, adada komşuluk da yaptığım, yine mesleğine çok hâkim, heybetli görünümünün altında çocuk kalbi taşıyan, doğru bildiğini eveleyip gevelemeden söyleyen arkadaşım ise arkadan gelen diğeriydi.

Her ikisi de beraber adada beraber büyümüşler, tasayı, sevinci, harçlıkları, kısacası yârin yanağından gayri her şeyi paylaşmışlardı.

O gün, üst üste devamlı Türkiye Şampiyonu olan Kadın Sutopu Takımımızın başarılı yanları yanında, zayıflıkları ile başlayan, giderek sporcularımızın geceleri eğlenme sürelerinin uzunluğu, biçimi, davranış bozuklukları, v.b.g etmenler üzerinde yoğunlaşan söyleşimiz, sporun ve sporcuların etik değerleri ana teması altında tartışmaya dönüşürken,  o noktaya nasıl geldik? Ne zaman geldik? Bilmiyorum… Ama konuya ilişkin karşıt fikirleri olan bu iki kadim dosttan birinin “ …ama bu bağnazlık olur…”  diğerinin de “…sen, bana bağnaz diyemezsin… Bu bana yapılmış en büyük hakarettir…”  cümleleri ve gerginliği ile bir anda son buldu. Arada kalıp, ortamı yumuşatmaya çalışan benim gayretlerim ise yanıtsız ve çaresiz kalan birkaç sözden öteye geçemedi. Bana sorarsanız ne tartışma konusu olan davranışların eleştirilmesi bağnazlık olabilir ne de bu şekilde söylendiğinde karşı taraf bağnaz olabilir ama oldu işte… 

O günden sonra birbirlerinin yüzünü görmek istemediler. Karşılaştıklarında küçücük adada yollarını değiştirdiler. Birinin bulunduğu odaya diğeri girmedi. Zorunlu beraberliklerinde elleri havada kaldı. Sırtları birbirine bakar oldu. Onları bir araya getirme çabalarımız, biriktirdiklerinin karanlık ve tuzaklarla dolu dehlizlerinde, kayboldu, gitti.

-0-

16 Şubat 2012, saat 08.03 cep telefonuma gelen bir mesajla önce irkildim, sonra da olduğum yere çöktüm. Kümemizin üyelerinden, kulübümüzün ilk milli sutopu oyuncularından, ulusal hava yolumuzun eski yöneticilerinden, daha sonra ünlü bir araç kiralama şirketinin genel müdürü olan, o da emekli, adada, yukarıda anılan bankacı arkadaşımızın çocukken taktığı “ taş kafa ” lakabı ile ünlü, avukat ve hakem arkadaşımızın kankası bir arkadaşımız vefat etmişti. Canımdan can koparabilecek bir ölümü, ilk defa yanı başımda bulur, tasalı, kızgın, yorgun, coşkulu, neşeli, atak, ortak günlerimiz ve anlarımız güncellenirken, hayatın bir anda nasıl da niteliksel değişime yol açtığını, bilineni bilmez kıldığını beynimin kıvrımlarında nasıl bir yıkıma neden olduğunu çok derinden hissettim ve gördüm. Artık onun ile şakalaşamayacak, dertleşemeyecek, tavla oynayamayacak, içemeyecek, kavga edemeyecek, dünya görüşü birbirine karşıt olan fikirlerimizle Türkiye’yi kurtaramayacak, “avukatı”  kızdırmak için kamuoyunu meşgul eden davalardan örnek, özel dava senaryoları üretemeyecek, Heybeli’ye git gel yüzemeyecek ama en önemlisi kümemize özel dostluk güven sayımız bir eksik olacaktı.

Bütün bunlar aklımdan birer birer geçerken eşim Ufuk ile ben hemen giyindik ve hemen gece kalp krizi geçirerek ölen arkadaşımızın aynı gün kaldırılacak olan naaş’ının bulunduğu yere gittik. Olması gereken herkes, oradaydı. Onlar da oradaydı avukata gittim, bana baktı, sarıldı ve öyle kaldı. Sonra bankacının yanına gittim. Yanında eşi ve Ufuk da vardı. Bana döndü ve  “Mehmet, artık birer birer kaybolmaya başlayan, sevinçte ve neşede, tasada ve kıvançta beraber yaşayan ve paylaşan, çocuklarımıza bırakabileceğimiz tek mirası onur ve dürüstlük olan bizler, umarım iyilikle anılırız…”  derken gözlüklerinin altından yaşlar süzülüyordu. Sonra, onu da onu da, her ikisini de yoğun kalabalıkta kaybettim ve ben kabrin bulunduğu yere gittim. Onları o gün
t e k r a r   g ö r d ü ğ ü m d e   i s e   k a b r e  g e l e n    c e n a z e   a r a b a s ı n d a n   
i n d i r i l e c e k   t a b u t u n    b a ş ı n d a,   o m u z o m u z a    b i r b i r l e r i n e   
b a k ı p   a ğ l ı y o r  ve  c a n  d o s t l a r ı    “ t a ş  k a f a” ‘n ı n   t a b u t u n u,   
c e n a z e   a r a b a s  ı n d a n   i n d i r i y o r l a r d ı.
    
----------------------------------------

01.03.2012 Etiler, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder