SATIR ARALARINDAN
“ Kalbi Yoran
Sözcükler ”
Geçen yıl zeminden yansıyan güneş ışıklarının
bile etkili olduğu kavurucu Ağustos sabahlarından biriydi. Ada, canlılığını ve neşesini,
denize ve kıyılara yansıtmış, ben de her zaman olduğu gibi zaman kaybetmeden, sabahın
kör aydınlığında kendimi, arkadaşlarım olduğu zaman daha da sevimleşen, kulübün
“Kuş Kafesi”e Sabri Abi’nin orta şekerli kahvesinin fincan tabağının altına, “Cumhuriyet”imi
de yanıma alarak, sığınmıştım. Adanın ve kulübün eski tüfekleri, pliozor,
olarak anılabilecek eski deniz canavarları arkadaşlarım gelmeden günlük haber
ve yorumları okumalı, köşe yazılarını sindirmeli gündeme karşı akıl
yürütmeliydim. Aksi takdirde ortak öğeleri,
en az 30 yıllık adalı olmak, artı eksi beş yaş ortalama altmış yaşında
olmak, eğitimli… alt küme öğeleri, her dinden, her telden… olmazsa olmaz
biricik öğeleri çocukluk ve gençlik anılarıyla yaşayan, çocuk gibi davranan ve
şakalar yapan… küme arkadaşlarım gelirse okuma ve akıl yürütme fırsatım
olamayabilirdi. Bizler, emekli veya emekliye yatmış yöneticiler, iş sahipleri,
dedeler, dede adayları bir araya geldiğimizde “verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz” levhası kolumuzun
altında olanların, her birinin, kulüpte kendine ayrılmış zamanı ve mekânı son
derecede özel ve sınırlıdır. Nitekim kirpiklerimizin
arasından “bakalım masaya önce kim
gelecek?” oyunu ile günün keyfi,
gelecek anların söyleşi ve şakalarının gizeminde daha da bir anlam kazanır, gündeme
sürekli eklemeler yapılır veya değiştirilir, akşama doğru yemek öncesi mide altı
sıvı çalışmaları yapılır veya sıvının damarlarda yarattığı etkiye göre şişeli
kalkışma devam eder.
O gün, mekânıma ilk gelen Türkiye’nin en önde gelen
bir bankasının Avrupa’daki şirketinden genel müdür olarak emekli olmuş, ailesi
tarafından neredeyse yüz yıllık adalı, bir yerde uzun süreli oturmaz ama sabah
kahvesini mutlaka benimle içmeyi seven, bu arada bana takılmayı da görev sayan
bir arkadaşımdı. Konusunda oldukça tanınan birisi olmasına rağmen bunu belli
etmez, alçak gönüllü davranır ama söyleşilerde analitik yaklaşımları, etmenlere
hâkimiyeti ile konulara damga vuran kişiliği, bizde ona karşı her zaman
saygınlık uyandırmıştır.
O gün, eski rekortmen, olimpiyat finali yönetmiş eski
bir hakem, avukat, o da doğma büyüme adalı, adada komşuluk da yaptığım, yine
mesleğine çok hâkim, heybetli görünümünün altında çocuk kalbi taşıyan, doğru
bildiğini eveleyip gevelemeden söyleyen arkadaşım ise arkadan gelen diğeriydi.
Her ikisi de beraber adada beraber büyümüşler,
tasayı, sevinci, harçlıkları, kısacası yârin yanağından gayri her şeyi
paylaşmışlardı.
O gün, üst üste devamlı Türkiye Şampiyonu olan
Kadın Sutopu Takımımızın başarılı yanları yanında, zayıflıkları ile başlayan, giderek
sporcularımızın geceleri eğlenme sürelerinin uzunluğu, biçimi, davranış
bozuklukları, v.b.g etmenler üzerinde yoğunlaşan söyleşimiz, sporun ve
sporcuların etik değerleri ana teması altında tartışmaya dönüşürken, o noktaya nasıl geldik? Ne zaman geldik? Bilmiyorum…
Ama konuya ilişkin karşıt fikirleri olan bu iki kadim dosttan birinin “ …ama bu bağnazlık olur…” diğerinin de “…sen, bana bağnaz diyemezsin… Bu bana yapılmış en büyük hakarettir…” cümleleri ve gerginliği ile bir anda son
buldu. Arada kalıp, ortamı yumuşatmaya çalışan benim gayretlerim ise yanıtsız
ve çaresiz kalan birkaç sözden öteye geçemedi. Bana sorarsanız ne tartışma
konusu olan davranışların eleştirilmesi bağnazlık olabilir ne de bu şekilde
söylendiğinde karşı taraf bağnaz olabilir ama oldu işte…
O
günden sonra birbirlerinin
yüzünü görmek istemediler. Karşılaştıklarında küçücük adada yollarını
değiştirdiler. Birinin bulunduğu odaya diğeri girmedi. Zorunlu
beraberliklerinde elleri havada kaldı. Sırtları birbirine bakar oldu. Onları
bir araya getirme çabalarımız, biriktirdiklerinin karanlık ve tuzaklarla dolu
dehlizlerinde, kayboldu, gitti.
-0-
16 Şubat 2012, saat 08.03 cep telefonuma gelen
bir mesajla önce irkildim, sonra da olduğum yere çöktüm. Kümemizin üyelerinden,
kulübümüzün ilk milli sutopu oyuncularından, ulusal hava yolumuzun eski yöneticilerinden,
daha sonra ünlü bir araç kiralama şirketinin genel müdürü olan, o da emekli, adada,
yukarıda anılan bankacı arkadaşımızın çocukken taktığı “ taş kafa ” lakabı ile ünlü, avukat ve hakem arkadaşımızın kankası
bir arkadaşımız vefat etmişti. Canımdan can koparabilecek bir ölümü, ilk defa
yanı başımda bulur, tasalı, kızgın, yorgun, coşkulu, neşeli, atak, ortak
günlerimiz ve anlarımız güncellenirken, hayatın bir anda nasıl da niteliksel
değişime yol açtığını, bilineni bilmez kıldığını beynimin kıvrımlarında nasıl
bir yıkıma neden olduğunu çok derinden hissettim ve gördüm. Artık onun ile
şakalaşamayacak, dertleşemeyecek, tavla oynayamayacak, içemeyecek, kavga
edemeyecek, dünya görüşü birbirine karşıt olan fikirlerimizle Türkiye’yi
kurtaramayacak, “avukatı” kızdırmak için kamuoyunu meşgul eden
davalardan örnek, özel dava senaryoları üretemeyecek, Heybeli’ye git gel
yüzemeyecek ama en önemlisi kümemize özel dostluk güven sayımız bir eksik
olacaktı.
Bütün bunlar aklımdan birer birer geçerken eşim
Ufuk ile ben hemen giyindik ve hemen gece kalp krizi geçirerek ölen
arkadaşımızın aynı gün kaldırılacak olan naaş’ının bulunduğu yere gittik.
Olması gereken herkes, oradaydı. Onlar
da oradaydı avukata gittim, bana baktı, sarıldı ve öyle kaldı. Sonra bankacının
yanına gittim. Yanında eşi ve Ufuk da vardı. Bana döndü ve “Mehmet,
artık birer birer kaybolmaya başlayan, sevinçte ve neşede, tasada ve kıvançta
beraber yaşayan ve paylaşan, çocuklarımıza bırakabileceğimiz tek mirası onur ve
dürüstlük olan bizler, umarım iyilikle anılırız…” derken gözlüklerinin altından yaşlar
süzülüyordu. Sonra, onu da onu da, her
ikisini de yoğun kalabalıkta kaybettim ve ben kabrin bulunduğu yere gittim. Onları o gün,
t e k r a r g ö r d ü
ğ ü m d e i s e k a b r e g e l e n c e n a z e a r a b a s ı n d a n
i n d i r i l e c e k t a b u t u n b a ş ı n d a, o m u z o m u z a b i r b i r l e r i n e
b a k ı p a ğ l ı y o r
ve c a n d o s t l a r ı “ t a ş k a f a” ‘n ı n t
a b u t u n u,
c e n a z e a r a b a s
ı n d a n i n d i r i y o r l a r
d ı.
----------------------------------------
01.03.2012 Etiler, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder