15 Şubat 2014 Cumartesi



Sırın Ardındaki Zaman’la, Aynadaki Zaman


“Duygular buharlaşmaz, içine atarsan, içini yara yaparsın.”



Takvimdeki gerçek yerini arayan güzel bahar günlerinden biriydi 2014 yılı Ocak ayının, yirmi beşine denk cumartesi günü.

Sabahında uyandığımızda, yeri başımın üstü, sevgisi yüreğimin içi, göz bebeğimde sevgisinin her katresi ile ben, bize verdiklerine sevinerek, verdikleriyle yetinerek kutsadık kendi inancımızla Şemsi, sesini, nefesini ve dilini gülen yüzümüzde hissederken…

‘Şükür güzel bir güne daha…’ dedi gözbebeğimdeki sevgili…  ‘etmek için dualarını, sunmak için şükranlarını, arındırmak için ruhunu şemsin, uzaklardan gelen sesini dinle, başlamak için bu güzel güne…’ ve biz, böyle başladık 2014 yılı Ocak ayının, yirmi beşine denk gelen cumartesi gününe…
-0-
Eşim, büyük oğlum, kızım ve ben, izlerken torunumun aydınlık günlere gülüşünü, sağlam badilerle yürüyüşünü, keyif veren sesini, hoş gelen her bir deyişini yerel saati 09.38 İstanbul saati 16.38’de Mişigan-Ann Arbor …




Başlığı böyle:

“ One person in critical condition, 4 others hospitalized after 9-vehicle crash near Ann Arbor- Mıchıgan ”

Türkçesi şöyle:

“Mişigan, Ann Arbor yakınlarında 9 aracın karıştığı zincirleme kazada biri kritik, 4 kişi hastaneye kaldırıldı.”



Kazaya karışan araçlardan sarı otomobil sürücüsünün anlattığına göre; yoldaki trafiğin ve önümdeki aracın tedirginliğini ve yavaşladığını fark edince yavaşlayıp emniyet şeridine, hatta olduğunca şarampoldeki karlı bölgeye yanaşan, sarı otomobilin sürücüsü; arkadan kontrolsüz gelen başka bir aracın çarpmasıyla… kendilerini daha önce geçen ve buzlanma oluşan kazalar nedeniyle duran TIR’ın altına şiddetle girdiklerini, arkada yararlanan iki arkadaşının dışarı çıktığını, kendisinin de bu arada sağında oturan ve bacağı sıkışan arkadaşını kurtarmak için dışarı çıktığını, fakat onu oradan çıkarmanın mümkün olmadığını, çare ararken başka bir aracın üstüne doğru geldiğini, korunma içgüdüsüyle kendini tekrar kullandığı otomobilin içine attığını,  bu gelen araçla da darbe yediklerini, sağ önde bacağı sıkışan arkadaşının şokta olduğunu, arkadaki arkadaşlarının birinin kolunun kırık, diğerinin omzunu incittiğini,  kendisinin de mucize eseri sadece kesik bir parmakla kazayı atlattığını bacağı sıkışan arkadaşının kurtarılmasının itfaiyenin üst kaportayı kesmesiyle ancak mümkün olduğunu söyleyen…   





kaynaklı bir haber, kazaya karışanlardan birisinin telefonuyla, günümüzün masal döngüsü içinden geçip, bir eksen kaymasıyla, koskoca bir tasa ve yeis yumağı olarak düştü önümüze, ucu o anda bulunamayıp daha da karıştırılan… içimde fırtınalar kopuyor ama sadece bir ileri bir geri yürüyordum evin içinde… dudaklar kilitli, gözüm uzaklarda, ucu gözbebeğimin gözü ucunda, kelimeler yitik, sesim gitmiş… kızımın tarifiyle.

İnsanların bu gibi durumlarda tepkilerinin tuhaf olduğunu hep duyardım. Ve benim tepkilerim de ne tuhaf ki, TDK, Türkçe Sözlük, 1974 yılı, VI. Baskı, 481.sayfası, 2. sütunundaki “Dilek anlatan tümcelerin başına getirilerek özlem ya da pişmanlık anlatan, keşke”  bağlacı ile başlayan cümlelerin fiil çekimlerine odaklandı o an… O anki keşkelerimden oluşan kümenin içindeki cümlelerin bazıları şöyleydi aynen;

  • Keşke, Detroit’te Otomobil Fuarı var, bilgine… diye mesaj atmasaydık.
  • Keşke, o gün gitmeseydiler.
  • Keşke, siyah buzun çözülebileceği öğlene doğru gitseydiler.
  • Keşke arabayı o kullanmasaydı.
  • Keşke, sağ emniyet şeridinde değil de sol emniyet şeridinde dursaydı.
  • Ve bunlar gibi bir sürü keşkeler.

Diğer deyişle, aynamızın arkasında fonda o kadar çok nesne var ki, kimi durağan kimi devinen, kararlarıyla yön değiştiren, duran, geri giden, birbiri ile iç içe geçen, birbirini etkileyen, zincirleme etkileşim ile tasvirimizi, kimliğimizi, bizi biz yapanları da beraber etkileyen… oradan bizim ve başkalarının aynalarına yansıyan, başkalarının aynalarından aynalarımıza, aynalarımızdan başkalarının aynalarına yansıyan ve aynı anda akan zamanla, devinime devam eden…

  • Tıpkı o film gibi: “ evine giderken binmesi gereken metroyu son saniyede kaçırmasıyla izleyen hayatını, bir de son saniyede yakalamasıyla izleyen hayatı” anlatan, Gwyneth Paltrow’un başrolde oynadığı Sliding Doors, filmi gibi,

  • ya da Piere Charras’ın On Dokuz Saniye, adlı o kitabındaki gibi: yirmi beş yıldır birlikte yaşayan bir çiftin yıpranan ilişkilerini kurtarmak için tasarladıkları bir oyunu anlatan kitapta… çift, 17.43 metrosunda, buluşmak üzere sözleşirler. Metronun kapılarının kapanmasına On Dokuz Saniye vardır ve ilişkilerinin geleceğini belirleyecek olan bu on dokuz saniyedir. Geri sayım başlar, 19, 18, 17, 16... Ancak bu zaman dilimi aynı zamanda birçok kaderin kesişme noktasıdır. Yalnızca bir ayrılık hikâyesi yaşayan bu çiftin değil, vagondaki diğer yolcuların hikâyeleri de bu sürenin bitimiyle birlikte sonsuza dek değişecektir.

Tahminime göre bir anne baba için, varsayımlardan oluşan taşlarla döşeli,  keşke sürecinin öne çıkması gibi bir durum, hele çocuğunuzdan çok uzaktaysanız, pek mümkün değil. Buna bir de TDK, Türkçe Sözlük, 1974 yılı, VI. Baskı, 2.sayfası, 2. sütunundaki Merak, kararsızlık ya da kuşku anlatan  acaba”  ile başlayan süreç ekleniyor ki, bu günün moda kelimesi ile tarif edilen paralel bir süreç de değil… bence bunu matematiğin önemli öğelerinden biri ile daha kolay tarif edebiliriz…   kesişen kümeler… evet, evet en doğrusu budur. Keşke süreci ile acaba süreci birbiri ile kesişiyor. Bu süreçte bazen keşke kümesinde gezinirken, birden acaba kümesine atlıyor, yetmeyince iki kümenin birleşimine sızıp iki kümenin sınırları ile beyninizin kıvrımlarını bire bir denk getiriyorsunuz. Denk getiriyorsunuz da denk getirdiğiniz acabalar ile keşkelerin o kıvrımlara aynısıyla denk getirilmesi, eğilip bükülmesi, sağa sola çevrilmesi sırasında yüreğinizin sıkışması, diyaframınızın daralması, nefes alma ritminin bozulması ile oluşan ter ve gözyaşı, bu işin somut bedeli…  işte bu da sıkıntıyla daha bir sürü soru cümlesi ekleyebileceğiniz acabalar bilmece kümesinden birkaç tanesi:

  • Acaba çocukların sıhhati gerçekten söylendiği gibi mi?
  • Acaba sağ önde oturan, şokta olduğu söylenen arkadaşının durumu nasıl ve nasıl seyredecek?
  • Acaba uçağa atlayıp gitsem mi?
  • Acaba sonrasındaki süreçte düzenleri ne kadar değişecek?
  • Acaba yasal süreç nasıl işleyecek, bir sıkıntı olur mu?

Sıkıntı bastı değil mi? Ben de sıkıldım ve aynı sözlüğün 886. sayfası, 2. sütunundaki Doğrusu, doğrusunu isterseniz, aslında, °esasen” diye açıklanan, zaten belirteci ile 838. sayfanın 1. ve 2. sütunlarını tamamen işgal eden ve di’li geçmiş zamanın hikâyesi içeriğinde kullanabileceğimiz ve “di’li geçmiş zamanın hikâyesi ile miş’li geçmiş zamanın  rivayeti, birleşik zamanlarından sonra gelerek anlamı berkitecek” ya bağlacı ile güncel durumdan en kötü duruma kadar türetebileceğimiz cümlelere ve bunlardan oluşan kümelere hafazanallah hiç girmiyorum. Çünkü iki gün, yedi/yirmidört saat ben onlara girdim. Girdiğimde kendimi çok kötü hissetim. Neler düşündüğümü ne senaryolar yazdığımı,  neler hissettiğimi, gece uyanık, gözü açık uyanık, uyurken düşlerimde,  Hades’in yer altı dünyasının ve karanlık sularının kıyılarında nasıl gezindiğimi, çok iyi tahmin edersiniz ki, bunları da anlatarak hem sizi sıkmayayım hem de sizleri daha fazla germeyeyim.

Ancak bir de kazayı yaşayanlar var… ya onlar ne durumda? … Bu süre içinde ne yaptılar? Neler hissettiler? Krapon kâğıdı kıvrımındaki sarı kütlenin içindeyken neler düşündüler? Aynalarının sırında neler vardı, önünde neler? Bütün bunlaraı bilmek istersiniz diye bilebildiklerim ve öğrendiklerim…

Sarı Mazda’nın sürücüsü oğlum, kazayı sol el orta parmağı kesik atlattı. Ancak insan onuruna yakışan, arkadaşlarına bağlılık ve sorumluluk bilinci içinde, hastanede ve sonrasında onların yanlarından ayrılamadı, ayrılamadı. Ann Arbor’daki tüm dost ve arkadaşları yanı başında olsa da psikolojik olarak ağır bir baskı altında ama günler geçtikçe bu da geçecek inşallah…

Sağında oturan en ağır darbeyi alan Jenny, bacak ve kalça kırığı nedeniyle ameliyat oldu. Şoku atlattı ama kazayı ve sonrasını uzun bir süre unutamayacak mutlaka… Sağlığı iyi. Merdiven çıkmayacağı için bir arkadaşı ona evini açtı.

Arkada oturan Kessy,  incinmiş bir omuzla kazayı atlatırken,  kolu kırılan oğlumla aynı evi paylaşan Erik, dokuz gün sonra ameliyat oldu. Kendisi de morali de iyi.

İşte sizler, dostlar, arkadaşlar, yazdıklarımı bitirirken neden yazdım bu satırları diye düşündüm de birden… veya neden yazdın bu satırları arkadaş diye sorabilirsiniz sizler… Neden, acaba?

  • Tarihe not mu düşmek istedim? Yanıtı: Çok iddialı.
  • Bu gibi durumlarda, bir anne ve babanın, ailenin durumunu mu yansıtmak istedim? Yanıtı:  Zaten bunlar, herkesin kestirebileceği, bilinen şeyler sanki kuş mu kondurdum da herkes merakla okusun?
  • Paylaşmak mı istedim? Sanırım evet… paylaşmaktı dileğim. Oh ki, sonunda bekleyen gözyaşlarım kelimelere dönüşmüş. Oh ki, o acabalarla, keşkelerle başlayan düşünceler, cümlelere dönüşmüş. yoksa geçmezdi bu günler, holograma dönmüş bedenimle, ruh gibi gezdiğim…

Dilerim aynalarımızın ardı da önü de tasasız ve aydınlık olur, yaşayacağız güzel günlerde birer birer, hoşgörün sizleri üzdüysem eğer.
----------------

04 Şubat 2014, Levent 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder