Burgaz’da Donmuş Kareler I.
“ aynama yansıyan
anılarla, imgeler “
Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL
Tasvir-i Kaşıkadası
Kaşıkadası’nın Tuğrul’un vizöründen
aynama yansımış hâli…
Rivayet odur ki; Pita’nın,
bugün bilinen adıyla Kaşıkadası’nın, kadim tarihte bir adının da Pide olduğu
söylenir. Bir zamanlar, Konstantinopolis’in arka bahçesinde oynamaya gelen bir
gözü çıplak, bir eli kasap korsanların, şehre gitmeden önce kendilerini ve
gemilerini makyajlayıp “aman ne terbiyeli, ne aklı başında
adamlar… ” dedirtme ve köklerini gizleme
ön hazırlıklını burada yaptıkları söylenir. Yine korsanların, Halki, Heybeli’nin
üstündeki mehtaba, takma gözlerini ve ellerini çıkarıp, kendi dualarında hu
çekip, şölene durdukları yer olduğu için adanın adları da bir elde pide, bir
elde kaşık, bir sofranın etrafında dönüp
duruyor herhalde…” deyip, devam etti kadim dostum, yaşlı ve bilge
deniz minaresi,
“Ben, o zamanlar
daha yeni yetme bir minareydim. Kaşığın ucunda, taş oyuk yuvama yerleşmeden az
önce, kendime uygun bir yuva bulmak için bir lokma deniz piresi ile
yetinip, sırtta bir kabuk, Burgaz’ın
kıyılarında dolanıp dururdum. Hiç unutmam, ekim ayının birinci gününde,
Kaşıkadası’nın tam üstüne zıpkın gibi inen, o zaman adını bilmediğim, alaim-i
sema denilen ışıktan merdiveni gördüğümde…
Yüce Poseidon bu da
ne? Nedir ve neden tam da bu adanın üstünde?... ,
dedim, ve hemen koştum, o zamanın, yaşlı ve bilge deniz minaresine… o da dedi,
“… o, gördüğün denizlerin
dibinde yaşayan eşi Amphitrite ile
her kestane karası
fırtınasında,
renkahenk kanatlı atlarıyla
burada buluşmaya gelen,
Poseidon’dur,
bize şeref veren,
onların vuslatıdır,
dalga yanak, yanak dalgaya,
denizi alt üst edip,
köpüklü kıvrımlarında
birleştiren…”
dedikten sonra sözü verdi, yeşil gözlü istiridye’ye… ve
dedi, yeşil gözlü istiridye…
Bildiğiniz gibi, ben, daha önce yerini yurdunu bilsem de
yetmişli yılların sonunda düştüm Pita’nın karşısındaki vaftiz olup Burgazlı
olduğum, Burgaz’ın sularına… Lakin ne öğrendim ise Pita’nın ucundaki sularda
öğretti bana, yaşlı ve bilge deniz minaresinin, uzun boylu, geniş omuzlu,
endamlı muhafızı Pina…
O, öğretti bana,
suyu yudum yudum koklamayı,
istiridye, midye, pina, pavurya ve ıstakozlarla konuşmayı ve şarkı
söylemeyi,
güneşi kandırıp, iple denize
çekmeyi,
yakamozlar
üstünde yürümeyi,
O, gösterdi bana,
gecenin ikiye ayrıldığı anda,
Kaşığa açılan perdeyi...
O dinletti bana,
kıyıya, usul bir rüzgârla gelen boleroyu,
artan tempoyla yağan konçertoyu.
yaylılar rüzgârla süzülürken
birden yükselen birkaç martı eşliğindeki davulları,
eşlik ederken korno, obua, Kaşığın her tarafında yükselen dalgalara
kıyıya, usul bir rüzgârla gelen boleroyu,
artan tempoyla yağan konçertoyu.
yaylılar rüzgârla süzülürken
birden yükselen birkaç martı eşliğindeki davulları,
eşlik ederken korno, obua, Kaşığın her tarafında yükselen dalgalara
O koklattı bana,
giderek düşen tempoda, gelen günü alacakaranlıktaki
triangolonun sesi ile
Kaşığın çatısında havada asılı kalan,
birkaç mimoza kokulu damla…
budur işte Tuğrul’un vizöründen Kaşıkadası’nın yansımış
hali aynama…
-----------------------------------
12 Temmuz 2012,
Burgazada
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder