31 Aralık 2012 Pazartesi



Burgaz’da Donmuş Kareler V.

“ aynama yansıyan anılarla, imgeler “

Fotoğraflar: Tuğrul ÜNSAL

Tasvir-i Hıdıroğlu Evi 


Hıdıroğlu Evinin Tuğrul’un vizöründen


1936 yılında  aynama yansımış hâli…

Tuğrul’un tasvirini yaşlı ve bilge deniz minaresine gösterdiğimde, onu ilk defa bu kadar kızgın ve hiddetli gördüm.

“Senin bana bu yaptığını, martılar bile yapmaz. Bu evin Tuğrul’un tasvirine yansımış yeni hali tam bir düzme ve düzmece. Yapanlar, yaptıranlar, yapımına devletin mührü ile o devirde damga vuranlar ise, dört eğilimle, dört gerilimi birleştirip, cari kanun, tamim gibi düzenlemeleri “ bir kere delmekle bir şey olmaz…”  düzeninin, düzenleri… deyip devam etti…


Bir Hıdıroğlı Evi’nin yukarıdaki 1936 yılından aynana yansıyan cephe tasvirine bak, bir de bir satır yukarıdaki, yeni halindeki cephe tasvirine… Ne kişiliği kalmış, ne eski sahipleri… Bir gereksinmeyi karşılamak amacıyla, birçok şeyi bir birini tamamlayacak biçimde bir araya getiren yeni sahipleri, evi düzeltip, düzenlemişler ama evin bu türevine göre, sadece balkon korkulukları ile ikinci katın ahşap bezemeleri birbirlerine benzemişler..

Oysa oğulları ile bir kızı, sen, yeşil gözlü istiridyenin arkadaşı olan, 1936 yılında tabedilen, tasvirdeki kadının da komşu olduğu, 19.yüzyıl sonunda Ligoraki Hıdıroğlu tarafından yaptırılan, zemini kâgir, iki katlı ahşap Hıdıroğlu konağına, türevi gibi zemindeki katlara ortadan, diğer katlara da sağ yan cepheden girilmezdi. Ekseninin solundaki geniş mermer merdivenlerle girilirdi.

Kâgir zeminde biri kemerli, biri de kitleden öne çıkmış sağ zemininde dikdörtgen bir pencere bulunur, onun da üzerinde ortası geniş, sağ ve sol yanı dar üçlü bir pencere grubu üzerinde dört konsolla taşınan bir balkona çıkılırdı. Bu balkonda bazen sessizliğin sesine dalan Hıdıroğlu’nun kızı, mavi kanlı, mavi gözlü, saman altı su yürütücü yalıçapkını Eftalia’ya, ben de deniz kenarından laf atar, onun beni bir kavanoza koyup, ada hayatının gizemli koridorlarında dolaştırmasını sağlardım. İşte adada dolaştığımız o günlerden bir gün Eftelia’nın kuzeni Marianna’nın bana fısıldadıklarını hiç unutamam ki, bana;  

Ey minare! Sen adayı uykuda yakaladın mı hiç?
Deniz dinlenirken, birbirine fısıldayan kayıkları, ağaçların aşk hışırtılarını işittin mi hiç?
Ya da sessiz esen rüzgârın geçmişten kalan kalp kırıklarını süpürdüğünü fark ettin mi hiç?
Ne zaman gerçekten baktık, ne zaman gerçekten dinledik, adayı?
Bilemediğimiz nelere göğüs gerdi, ada?
Yüzyıllardır ayakta.
Badireler atlattı, yılmadı, ayrılıklarla bilendi, yıkılmadı.
Kavuşmalarla tazelendi, aşklarla yeşillendi.
Gün geldi göçenlere yatak, gün geldi doğanlara kundak oldu.
Ciğerlerini söktüler ses etmedi, renklerini sildiler pes etmedi.
Hep bekledi.
İnsanlar çekildiğinde hep ona kaldı yorgun ruhların çilesi…
Gözü pek köpeklerin, karnı aç kedilerin korkuları onu sardı.
Fırtınalara karıştı, dalgalarla savaştı…
Bir tek sessizliğine çare bulamadı, bir de insanların hoyratlığına.

dedi… ama, o gün bana fısıldadıklarına anlam veremedim Oysa şimdi anlıyorum yaşadıklarımı anımsayınca, bir de bu tasvirlere bakınca, bana ne demek istediğini…

Evet… Adada, diller dinlere, dinler dillere hâlâ karışıyor…  tasa ve sevinç, hâlâ komşu komşuya omuzlanıyor… sokak, sokağı hâlâ kolluyor… Eylül ayları, hâlâ aşkını yeni kaybetmiş genç kız hüzün ve duruluğunda geçiyor… Eylül ayının, adını bile anmak istemediğim, o en kara iki gününde bile dostlarını yalnızlığın, yabancılığına terk etmeyen, vandalların toprağına ayak basmasına bile izin vermeyen adanın, ucundaki Vartanos Feneri hâlâ dokuz kısa bir uzun çakıyor… dalgalar, hâlâ aynı kıyıları kâh öpüyor, kâh dövüyor ama dibinde el ele tutuşan âşıkların, dokuz kısa bir uzun denemeden sonra, nasıl öpüşebildiklerini anılarında keyifle anlatan  eski fener, artık yok… yenisinin ise hikâyesi yok… yenisi, kuş kafesinin delisi, fener demeye bin şahit biçimde, bir prizma çatının üstünde, hızla geçip giden, kimliksiz ve kişiliksiz motor botlara yardakçılık yapıyor. 

Marianna’nın dediği gibi; ada bir tek sessizliğine çare bulamadı, bir de insanların hoyratlığına… bir de tüm değerlerini erozyona uğratan kurnazlık ve hırslara…

Onun için, Eftelia’nın ardına bakmadan gittiği o kırmızı tuğlalı ev ayakta olsa ne olur olmasa ne olur?... Yenisinin girişi, ekseninin sağında ve kitleden öne çıkmış bir cepheye alınsa ne olur, alınmasa ne olur?… Budur işte Hıdıroğlu evinin, adı bile kalmamış, Gezinti Caddesi No.3-2 olarak, aynama yansımış hali …” deyip, ilk defa sözü bana vermeden bitirdi, yaşlı, bilge, kızgın ve hiddetli deniz minaresi…

-----------------------------------
29 Eylül 2012, Burgazada



Gelen Mesajlar

 Sevgili Altın Biraderim,

Öyle görülüyor ki bu işin sonu- kaçınılmaz bir biçimde – senin bir Burgazada kitabı yazmanla sonuçlanacaktır. Benim o kısacık zaman diliminde anlar/anlamaz  çektiğim fotoğraflara bunları yazan Burgazlı Altın Kardeşim kendisinin bilerek ve de tanıyarak seçtiği Burgazada kişi ve objelerine neler yazar, hayal dahi edemiyorum.   

Bu yazılacak hikâyelerin tamamı senin hafızanın bir köşesinde; sadece bir püf demenle üzerinden tarihin tozları kalkacak ve bizlere ve daha bir çoklarına senden bir armağan olarak ulaşacak. Haydi, Ustam. Sadık okurun

Tuğrul Ünsal 05.10.2012

Sevgili Tuğrul,

Senin ve diğer kardeşlerimin verdiği destekle “hamdolsun” bugünlere geldik. Geldik de bu yazmak işi, vallahi de billahi de pek senin dediğin gibi püf demekle olmuyor…  Emre Hocamızın sopası üzerimizdeyken, yanlış bir şey yazmamak, konuyu kaçırmamak, ana fikirden uzaklaşmamak, kurguda hata yapmamak için bir satırı düzenlemek bile saatler sürebiliyor. Onun için sabırlı ol hele… Her şey kısmetle… Selam ve sevgiyle, 

Mehmet Altın 05.10.2012

Sevgili Altın Biraderim,

Bilirsin,  “sabırla koruk helva olur” denmiştir. Bende o sabır var. Yeter ki sen yazmaya devam et. Bu tasvirler, kapaklı-mapaklı, ciltli-miltli, fotoğraflı-illüstrasyonlu, ithaflı-numaralı kitaplar olarak önümüze gelene, raflarımıza dizilene dek PC ekranlarından, gözlerimiz kan çanağına dönene dek okumaya varım( z ). Sevgi ile kal.Sadık okurun.

Tuğrul Ünsal 05.10.2012

-0-

Yok mudur musahhihin taifesinden tanıdığınız herhangi bir kişi ki tashih mevzuunda size vekâlet eylesin Mehmet Efendi Hocam? Selamederim.

Mesut Taşkın 06.10.2012

deyip... musahhih tarifesinden bize de bir pay çıkar mı diye dua etmektesiniz ama kulunuz, hem de Babıali'de Ceride-i Dünya'da bir elinde kalem, sopası dilinde bir servis şefinin hocalığında musahhih çıraklığı yapmıştır ki "selamım üzerinde olsun bizim sınıftan" İlyas kardeşimiz ( sahi nerededir kendisi ) şahittir. Onun için hocam size bu kapıdan ekmek çıkmaz, zaten benim kazandığım da Fatih'e verdiğim sus payına ancak yetiyor " kimse duymasın, laf aramızda " Nokta. 

Mehmet Altın 06.10.2012

Usta! Bana güvenme bu hususta, tek şahit seni kurtarmaz, birini daha bul ister çırak ister usta! Selam ederim.

Mesut Taşkın 06.10.2012

Mirim, Mehmet 1’im,

Fatih’e neden sus payı veriyormuşsun? Fatih’in tek istediği sınıf arkadaşlığını ( ki buna şüphesiz ki 1.dönem de dâhildir) yasamak ve önümüzdeki yıllarda bunun daha da tadına varmaktır. Kırgınlığa sebep olacağı kesin olan siyasi, dini ve etnik tartışmalara girmemektir aslolan!

Seviyorum hepinizi.

-0-
Fatih Uslaş 06.10.2012

Sevgili Kardeşim Fatih,

Emelim seni üzmek değil, şaka yapmaktı… Kal tasasız, sağlıkla, eşine de selamla…

Mehmet Altın 06.10.2012
-0-

Fatih hocam, bu çocukların önünden azıcık koşuvereceksin ki dökülsün mazideki cevherinden üç beş pare ortaya. Ceride-i Dünya’da biri daha vardı yanlış anımsamıyorsam çırak taifesinden, bilmem aynı bilmem ayrı zamanda. Boş ver gerisini, atış yerini buldu mu bulmadı mı sen ona bak. Fırtına obüsü (40 Km) gibi bizde menzil hesabı olmaz, hedefe sallarız eldeki malzemeyi. Tam isabet kaldırırsa kafayı, değilse kurtarır belki paçayı.

Mesut Taşkın 06.10.2012
-0-
Sevgili Mehmet,

Tuğrul’un her iki e-mailinde yazdıklarına katılıyorum. Unutma, ben de senin sadik okurlarından biriyim ve inan senden gelen hikâyeleri/anlatımları/kitap tanıtımlarını dört gözle bekliyorum. Ufuk ve seni hasretle kucaklıyorum.

Tülin Çağlar Koray 06.10.2012


Sevgili Tülin,

Bizim buraların dayısı, Kaşık Adasının yan basar pavuryası, Hortum Süleyman gibi kasılarak okudum, güzel e-postanı… Merak etme, sizler bıkana, ben de yorulana kadar devam edecek yeşil gözlü, dede, istiridyenin yazıları…

Mehmet Altın 06.10.2012
-0-
Neymiş o midye istiridye ve bilumum deniz mahsulâtı. Şeytana uydurtma adamı hocam, sağım solum sobe, dört yanım meyhane benim.Çoluk çocuk, torun topalak sahipleri huuuuu !!!! Üçer beşer çocuk yapmasında değil, onlara isim bulmasında asıl iş. Ahali kendini garantiye alsın, isim listesine deniz börülcesini bile yazsın.

Mesut Taşkın 08.10.2012






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder