BURGAZIN BAHÇELERİNDEN
“Dalları Bastı Bahar”
Kadim ve bilge deniz minaresinin, yakın
dostu, yaşlı, yeşil gözlü istiridye, Çamakya sahilinden Aya Nikolaya giderken, sülün gibi
bir kefal, denizden fırlayıp, çıktı kavak ağacına,;
“-oh be yahu, nihayet kış bitti!” dedi istiridye… Börtü,
böcek, karınca da çıkar artık ortaya… alınmasın diye önceliği mimozalara verip,
bir de dalları basarsa bahar, gül ışığa gerinip, nergis gölgeye sığınıp, ışıyınca
tomurcuklar, Adada artık tatlı bir yaz telaşı başlar,”
deyip başladı
anlatmaya…
İlk önce güneş
hazırdır, Dragostaki kışlık evinden, Heybelideki yazlık evine taşınmaya…
Sabahları şöyle bir genç kız yumuşaklığıyla gerinip de güzelim saçlarını
Kaşığın önünde yıkayınca ardından hemen gider İndosun çamlıklarında yüzünü
kurulamaya… kahvaltısını renk, lezzet ve iksir kattığı domates, biber ve
salatalıklarla arka bahçemizde yapıp, Sabri Abinin köpüklü kahvesini,
gözlerinin feri sönmüş, dokuz kısa bir uzun anılarıyla emekli, fenerin dibinde
içip, sonra da başlar, öğlene kadar, sahilde herkesin selamını almaya…
Akşamüstü kendisini ne sahilde ne de İndos’ta göremem, ama vakanüvis ve
muharrir Engin Çelebi’ye göre rivayet odur ki, Kalpazankaya nam yerde, kadeh
tokuştururmuş Hayyam-ı Ekber ile…
Yalıçapkını yazlıkçılar
daha dünden hazırdır nisan güneşi ile tokalaşmaya… ellerinde bir süpürge bir
faraş, gagalarında biraz çamur biraz çöp, hafta içi, hafta sonu bir telaş ki
bir telaş, biri gider biri gelir, yuvalarının eskiyen yerlerini onarır… kuytularda
gizlenmiş koruyucu cinleri, dudaklarında her dilden, her dinden hayır dualarla,
kolalı beyaz keten sofrada geçesi gamsız
ve neşeli bir yaza çağırırlar…
Ada turundan geri dönüp de İndos’tan yukarıya evine çıkan
istiridye’nin yanından, erkeklerin önünde göz indiren, sonra da birini bekler
gibi kalçasının arpacığından göz süzdüren, iki sağ, bir sol, fıkır, fıkır
folklorik adımlarla, bir öbek dişi kedi geçti… Bu arada yolun her iki yanında, karşı
karşıya iki ağaçta birinin başında Riff, “Jets” diğerinin başında Bernardo “Sharks” nam-ı çetelerin
reisleri ile taifesi kargalar, asırlardır kan davası süren bir aşk hikayesi
yüzünden do majör, si bemol üstünden dalaşırken, baharı karşılamaya çıkan kefal,
gökyüzünde daireler çizerek birden bire geldi ve büyük bir ağacın altına
gizlenerek, yüzgeçleri açık havada hareketsiz kaldı!
Heybeli üstünden gelen hafif ritmik seslere kulak
kabarttım ve gökyüzüne baktım. Başlarında “eflatun”
harmaniyeli dört at ile ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan rahvan gelen
leylekler, uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, Hristos üstünde
“hu çekip” süzülerek Bizans’tan
İstanbul’u selâmladılar... ardından da yine başlarında “San Marco’da” konaklayacak dört atla beraber, deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle, bir kol Ayasofya, Süleymaniye,
üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da Neve Şalom, Kulekapı Mevlevihanesi ve Boğaziçi üzerinden Kuzey Küreye, dişi artçıların gagalarındaki torbalarlarıyla
birlikte, akmaya başladılar... Aynı anda, Yeniyalı aralığında, yolun
ortasındaki çamın dibinde, bu korteji havada duran kefal ile beraber korkuyla
karışık bir saygıyla ve hazırolda izleyen öncül, ardıl, biri birine bağlı, bir
filo çam kese tırtılı, aldıkları komutla, törensel adımlarla tekrar harekete
geçtiler, …ben de mor salkımı pıtırcıklı, begonvili açmaya yatmış, japon gülü
aşka hazırlanmış, on, onaltı rasat yuvama girdim… girerken de merdiven
tırabzanında birbiri ardı sıra gidip gelip her karşılaştıklarında tosuncuklar
gibi kafa tokuşturup, baharı ritüelle karşılayan karıncalara bahar bayramlarını
bir kadeh rakıyla kutlayacağıma, o mis gibi anason kokusunu Burgazın
sokaklarına salacağıma söz verdim.
Bütün çizgiler ve zaman bir noktadan kopar uzanır
evrenin sonsuzluğuna... taa! ki dönüp dolaşıp koptuğu noktayla birleşip
bütünleşene kadar… yaşamın, günlerin, ayların, mevsimlerin sırrı budur… bir canlının
başına gelebilecek en kötü şey, Burgazadada gözleri açık kör doğumdur..., deyip
bitirdi, yeşil gözlü istiridye…
12.04.2011 BURGAZADA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder