18 Mayıs 2012 Cuma



BURGAZIN BAHÇELERİNDEN

“Dalları Bastı Bahar”

Kadim ve bilge deniz minaresinin, yakın dostu, yaşlı, yeşil gözlü istiridye, Çamakya  sahilinden Aya Nikolaya giderken, sülün gibi bir kefal, denizden fırlayıp, çıktı kavak ağacına,;

“-oh be yahu,  nihayet kış bitti!” dedi istiridye… Börtü, böcek, karınca da çıkar artık ortaya… alınmasın diye önceliği mimozalara verip, bir de dalları basarsa bahar, gül ışığa gerinip, nergis gölgeye sığınıp, ışıyınca tomurcuklar, Adada artık tatlı bir yaz telaşı başlar,”

deyip başladı anlatmaya…

İlk önce güneş hazırdır, Dragostaki kışlık evinden, Heybelideki yazlık evine taşınmaya… Sabahları şöyle bir genç kız yumuşaklığıyla gerinip de güzelim saçlarını Kaşığın önünde yıkayınca ardından hemen gider İndosun çamlıklarında yüzünü kurulamaya… kahvaltısını renk, lezzet ve iksir kattığı domates, biber ve salatalıklarla arka bahçemizde yapıp, Sabri Abinin köpüklü kahvesini, gözlerinin feri sönmüş, dokuz kısa bir uzun anılarıyla emekli, fenerin dibinde içip, sonra da başlar, öğlene kadar, sahilde herkesin selamını almaya… Akşamüstü kendisini ne sahilde ne de İndos’ta göremem, ama vakanüvis ve muharrir Engin Çelebi’ye göre rivayet odur ki, Kalpazankaya nam yerde, kadeh tokuştururmuş Hayyam-ı Ekber ile…

Yalıçapkını yazlıkçılar daha dünden hazırdır nisan güneşi ile tokalaşmaya… ellerinde bir süpürge bir faraş, gagalarında biraz çamur biraz çöp, hafta içi, hafta sonu bir telaş ki bir telaş, biri gider biri gelir, yuvalarının eskiyen yerlerini onarır… kuytularda gizlenmiş koruyucu cinleri, dudaklarında her dilden, her dinden hayır dualarla, kolalı beyaz keten sofrada  geçesi gamsız ve neşeli bir yaza çağırırlar…

Ada turundan geri dönüp de İndos’tan yukarıya evine çıkan istiridye’nin yanından, erkeklerin önünde göz indiren, sonra da birini bekler gibi kalçasının arpacığından göz süzdüren, iki sağ, bir sol, fıkır, fıkır folklorik adımlarla, bir öbek dişi kedi geçti… Bu arada yolun her iki yanında, karşı karşıya iki ağaçta birinin başında Riff, “Jets”  diğerinin başında Bernardo “Sharks” nam-ı çetelerin reisleri ile taifesi kargalar, asırlardır kan davası süren bir aşk hikayesi yüzünden do majör, si bemol üstünden dalaşırken, baharı karşılamaya çıkan kefal, gökyüzünde daireler çizerek birden bire geldi ve büyük bir ağacın altına gizlenerek, yüzgeçleri açık havada hareketsiz kaldı!

Heybeli üstünden gelen hafif ritmik seslere kulak kabarttım ve gökyüzüne baktım. Başlarında “eflatun” harmaniyeli dört at ile ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan rahvan gelen leylekler, uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, Hristos üstünde “hu çekip” süzülerek Bizans’tan İstanbul’u selâmladılar... ardından da yine başlarında “San Marco’da” konaklayacak dört atla beraber, deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle, bir kol Ayasofya, Süleymaniye, üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da Neve Şalom, Kulekapı Mevlevihanesi  ve Boğaziçi üzerinden Kuzey Küreye,  dişi artçıların gagalarındaki torbalarlarıyla birlikte, akmaya başladılar... Aynı anda, Yeniyalı aralığında, yolun ortasındaki çamın dibinde, bu korteji havada duran kefal ile beraber korkuyla karışık bir saygıyla ve hazırolda izleyen öncül, ardıl, biri birine bağlı, bir filo çam kese tırtılı, aldıkları komutla, törensel adımlarla tekrar harekete geçtiler, …ben de mor salkımı pıtırcıklı, begonvili açmaya yatmış, japon gülü aşka hazırlanmış, on, onaltı rasat yuvama girdim… girerken de merdiven tırabzanında birbiri ardı sıra gidip gelip her karşılaştıklarında tosuncuklar gibi kafa tokuşturup, baharı ritüelle karşılayan karıncalara bahar bayramlarını bir kadeh rakıyla kutlayacağıma, o mis gibi anason kokusunu Burgazın sokaklarına salacağıma söz verdim.

Bütün çizgiler ve zaman bir noktadan kopar uzanır evrenin sonsuzluğuna... taa! ki dönüp dolaşıp koptuğu noktayla birleşip bütünleşene kadar… yaşamın, günlerin, ayların, mevsimlerin sırrı budur… bir canlının başına gelebilecek en kötü şey, Burgazadada gözleri açık kör doğumdur..., deyip bitirdi, yeşil gözlü istiridye…

12.04.2011 BURGAZADA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder