Mehmet Altın
TEST SAYFALARINDAN
“ Hüzünle Bakan Gözler ”
Gamlı Anlatı
iüif@yahoogroups.com
yayınları III.
Test Sayfalarından “ Hüzünle Bakan Gözler ”
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa
alıntılar dışında yayıncının ve yazarın izni olmaksızın hiç bir yolla
çoğaltılamaz.
I. Basım: 22 Aralık
2010 / 31 Ocak 2011
Yayına hazırlayan: Mehmet Altın
Kapak tasarımı: Mehmet Altın
Boğaziçi tüy dikti!
ÖSYM'nin açıkladığı
klavuzdaki ilan Türkiye'deki 'diplomalı işsizler' sorununu gözler önüne serdi.
Boğaziçi Üniversitesi, üniversite mezunu E sınıfı ehliyete sahip kamyon -
otobüs şoförü arıyor. Kadroya kaç kişinin başvuracağı merakla bekleniyor.
Türkiye’nin işsizlik problemi, ÖSYM
tarafından açıklanan, “Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kadro
ve Pozisyonlarına Yerleştirme Tercih Kılavuzu”ndaki bir ilan
ile yürekleri burktu. Boğaziçi Üniversitesi, üniversite mezunu E sınıfı
ehliyete sahip kamyon - otobüs şoförü arıyor. Herhangi bir alanda lisans
diploması şartı aranan şoförlük kadrosu için kaç kişinin başvurada bulunacağı
merakla bekleniyor.
TÜİK’in Hanehalkı İşgücü Araştırması’na
göre, “iş aramayıp da çalışmaya hazır olanlar” da dahil, Türkiye’de 4 milyon
803 bin kişi işsiz. Bunların içinden iş arayan 2 milyon 901 bin kişinin 5’te
biri gençlerden oluşuyor. İşsizlerin yüzde 31’i eş-dost vasıtasıyla iş arıyor.
İşsizlerin yüzde 86.9’u (2 milyon 522 bin kişi) daha önce bir işte istihdam
edildiler. Daha önce bir işte çalışmış olan işsizlerin yüzde 50.6’sı hizmetler,
yüzde 20.9’u sanayi, yüzde 17.3’ü inşaat, yüzde 8.1’i tarım sektöründe
çalıştılar, yüzde 3.2’si ise 8 yıldan önce işinden ayrıldı.
İşsizlik gerekçelerine bakıldığında da
işsizlerin yüzde 29.4’ünü çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, yüzde
15.4’ünü işten çıkarılanlar, yüzde 18’ini kendi isteğiyle işten ayrılanlar,
yüzde 6.9’unu işyerini kapatan/iflas edenler, yüzde 8.9’unu ev işleriyle meşgul
olanlar, yüzde 11.5’ini öğrenimine devam eden veya yeni mezun olanlar, yüzde
9.8’ini ise diğer nedenler oluşturdu.
İşsizlerin çoğunluğu
genç
TÜİK araştırmasına göre, Ekim 2010
döneminde 2 milyon 59 bin kişi işe yeni başladı veya iş değiştirdi. Bunun
toplam istihdam içindeki oranı yüzde 9 olarak belirlendi, işe yeni başlayan
veya iş değiştirenlerin yüzde 28.5’i 25-34 yaş grubunda yer aldı. Söz konusu
dönemde işe başlayan veya iş değiştirenlerin yüzde 18.9’u sanayi, yüzde 36.9’u
hizmetler, yüzde 20.4’ü inşaat sektöründe, yüzde 23.8’i ise tarım sektöründe
işe başladı. Mevcut işsizlerin yüzde 14,4’ünü (417 bin kişi) işten ayrılanlar
oluşturdu.
İlan yürek burktu
Türkiye’nin bu işsizlik tablosuna son olarak Boğaziçi Üniversitesi’nin verdiği,“Üniversite mezunu kamyon - otobüs şoförü aranıyor” ilanı eklendi.
31.01.2011, Cumhuriyet/Ankara Büro
ÖNSÖZ
Beni bu anlatıyı kaleme almaya
iten, kendi küçük coğrafyasında oldukça
yoğun bir dersane nüfusunu barındıran, Beşiktaş’taki bir çay bahçesinde, aklı
başında bir öğrenci grubunun kendi aralarında yaptığı bir söyleşi oldu.
Öğrenciler; kendilerini hayata
tanımlayabilecek, hayatı deneyebilecek, hayatla kavga edebilecek, hayatı
sevebilecek, kısacası, hayatlarını hayatla eğitilebilecekleri verimli bir
süreçte tutsak edildiklerini, buna karşılık, test sınavlarının kendi
öğrenimlerinin yeterliliğini değerlendirse bile eğitim düzeylerini
değerlendiremeyeceğini, eğitimin aile ve okul sarmalında şekillenen bir kültür
olduğunu, eğitim düzeyinin ve kişilik kodlarının sınava yansımadığı test
sınavlarının, üniversiteye giriş sırasında değerlendirilmemesinin büyük
eksiklik olduğunu söylüyor, sınav sonunda, yetersiz puan almaları halinde, zoraki
sıraladıkları okullar ile seçtikleri dallar konusunda endişelerini, istenmeyeni
yaşamanın, bir kâbusa dönüşebileceği dile getiriyorlardı.
Onları dinlerken, çok üzüldüm
onlar adına hüzünlendim. Ama bir yandan da onları, bu kadar iyi ve bilinçli bir
şekilde yetiştiren aileleri adına sevindim, ülkem adına umutlandım. Kendi
deneylerimden yola çıkarak bu gamlı anlatıyı, o bir öbek gencimize ve
ailelerine adadım.
Test kitaplarının aralarından
geçmişe bakarken de simgesel iki profil kullandım. Adları bende saklı... ama üç
aşağı, beş yukarı, benzer sizin de çocuklarınıza, az biraz farklı...
TEST
SAYFALARINDAN
“
Hüzünle Bakan Gözler ”
“Döndüm baktım da çocukluğuma
ve ilk gençlik yıllarıma biz ne kadar şanslıymışız ki; boğulsak da üniversiteye
girerken test kitaplarına, yine de kafayı sıyırmadan, sıyrıldık aradan...döndüm
baktım da çocuklarıma, yaşıtları arkadaşlarına, hatırladım onların sınav önceleri
ve sınavlar sırasında, "hoş girdikleri sınav kaç taneydi hatırlamıyorum ya!",
nasıl da bakıyorlardi hayata; tıpkı dünyaya, sudan çıkmış denizyıldızının
arayan duyargaları ve tutunmaya çalışan vantuzları, tıpkı çinekopun nefes
almaya calışan solungaçları, tıpkı anasının ardından koşmaya çalışan civcivin
paytak adımları, tıpkı uçamayan martı yavrusunun şaşkın kanatlarıyla...Star
Wars kahramanı R2 da olmasın sakın ÖSYM'nin klonu, programlanmiş beyin,
analitik karar, donuk bakış, robot adımlarıyla...”
I.Profil
Kıvırcık saçlar, zeytin gibi hınzırca gülen siyah gözleri
kem gözlerden koruyan uzun kirpikler, yerinde duramaz kıpır kıpır oynar, arkanı
dönme sakın taklide kalkar Hazarfen'i, salıncakta asla oturmaz arar durur
Jayne'i, su üstü kesmez, su altında nefes alır tüm hücreleri, fırtına, bora,
yağmur, kar onun yaşama sevinci ve böyle tanıdı onu Adem'den olma Havva'dan
doğma kardeşleri...
...ve öyle anlatır ve yazar zamanın vakanüvisleri ki; ilk
oturduğunda test kitabı, defteri, kalemi ile masaya, masada da Anamur doğumlu
Nur Hoca, asla affetmez yerinde kıpırdıyanı, dalga geçeni...görünce bu durumu
yukarıda anılan hiperaktif garib-i Türkî, terk etmek istedi memleketi...o ki;
aslanlar gibi kırmış inşaat halinde tüm iskeletini, kafadan ayağa her tarafı kırık,
imzalı etiketli, ortopedistler için tam bir VIP, bir elinde gameboy diğerinde
mecmua, umurunda mı dünya, nasıl sokacaksin bu garibi dar bir kalıba?
§
...şimdi
koşmak varken dışarıda, saklambaç, kovalamaca, nereden çıktı o hoca, bu hoca...üstelik
de yapmazsan zamanında testleri, yiyeceğin zılgıt da Demokles'in Kılıcı gibi
sallanmakta...ama inat bende ya kıpırdayacağım işte kıpırdayacağım yahu kıpırdamak
da parayla değil ya, bu ne zulüm yazık değil mi biz çocuklara...
§
...size
de yazık, bize de be çocuk, ama ne yapalım ki kapitalizmin böyle kurulmuş düzeni...
görüyorum bisikleti, topu, topacı, jiklet resimleri takası, deniz taklası oynamak
için arayan, gameboy oynayan, spiderman okuyan, yardım isteyen hüzünlü gözlerini
ama tek başına çözemem ki bu kilidin şifresini...
...diye söylenirken ben içimden, Nur Hoca da lâhavle çekmekte
ve göz ucuyla süzmekte derinden......
§
...aman
bre çocuk, aksilik etme lütfen, her hafta birbuçuk saatten her ay gidiyor bizim
maaşın büyük kısmı cepten...sen kıpırdamak parayla değil zannet...aman bre çocuk
damardan gir konulara lütfen, haydi aslanım ver kendini testlere kalpten...
diye, diye biz içimizden, çocuk da ya sabır çekerek
içinden, neyse gönderdik yukarıda anılan veledi, eski ve ünlü bir okula, eğitimi
ingilizce temelli...
Sınavlar vapurlarda satılan mallar
gibi...bitmedi, naylon torbadan çıkıyor bir diğeri...sınavlar matruşka
gibi...biri bitiyor biri başlıyor, çocuk ve çocuklar sınavlardan müebbete mahkûm...
§
Canım
yavrucuğum!
§
Efendim
anacığım? Bu yaklaşımın altında ne aramalıyım?
§
Yavrum
sen de bilirsin ki; eğer şu adı çokça anılan o okula geçersen, diploması da
okulun kendisi de pek de afilli, senin için iş hayatı başlar, bir adım
ileri...
§
Buyurun
buradan yakın, biz tam kurtulmuşken o hoca, bu hoca tekmili birden bir takım,
anamız bize der ki aman oğlum gel şu engeli de atlayalım, merak etme sıkıldığında
ben seni sinema, sutopu, kartopu, ayak topu, sudoku, kayak oyalarım..
...Neyse bu sefer çocuk da
istekli, kazanırsa adı geçen yeri, artacak kendine güveni...ama yatay geçiş
için yeterli yabancı dil gerekli, bu sınavına hazırlık için meşhur Rubina’ya
kanıtlamalı ki; bu çocuk bu işe pek de yetenekli...ayrıca bilinmeli ki; kocası
kapıda elini oğuşturarak bekler, dersler peşin ödemeli...
...her şey yerine getirildi...ama
ne yazık ki; sınav teknik nedenlerle iptal edildi...hüzünle bakan gözler,
bizden çare bekler, ne yapacağız şimdi?...
...Biz de çevirdik rotayı ikinci sıradaki
ünlü okula, neyse ki hedefi tutturduk tam notla, hüzünlü gözler bir müddet yine
döndü hınzırlığa...başladı yine gençliğinin en güzel günlerini yaşamaya...Heybeli’de
her gece mehtaba çıkmaya...
Bitti mi?, yine bitmedi... üniversite
sınav süreci geldi çattı, geçti aradan sadece bir kaç yıl...
Bu çocuk ve çocuklar ergenlik çağındadır,
delikanlı erkek ve kızlardır, gönülleri hovarda, akılları bir karış havadadır...mantık;
kapısı kilitlenmiş kafadadır, sevdayı düşünürken sevdanın da düşündükleri
vardır...sevda ve tutkular; zeytin, ekmek, çay bardağı ile rakı sofrasında,
bazen üç otuz paralık elden ele dolaşan şarap şişelerinde, yağmur altında
sokaklarda, üşümüş sımsıkı girilmiş kollardadır...hayaller; dışı pembe
panjurlu, bir nohut oda bir bakla sofadadır...mutluluk; bacası tütecek, çocuk
sesleriyle şenlenecek eve, getirilecek bir file torbadadir...
Hayalleri kim dinler?...gerçek apaçık
ortadadir...ya ortak paydada o güne kadar birikmiş çoğu atıl ve anlamsız ama
dikte ettirilmiş, yaşam ve konfor standartlarını temsilen düzene
uyulacak, ya da bu düzenden kaçılacak...peki nasıl kaçılacak?...yaşamadıkça
başka bir sosyo-ekonomik çevrimde veya Robinson örneği kendi kendine, eninde
sonunda gireceksin bu çevrime, iyisi mi sen gel de şu son engeli de atla, bir
kerede...tek dileğim ileride, müstehcen servetlerin kazanılması ile uygarlığın
yüz karası yoksulluklara hiç bir zaman izin verme...
Başladı yine turlar, o hoca senin
bu hoca benim, hocaların her birinin kapısının önü benim dinlenme ve radyo
dinleme yerim...çünkü evde var sıkı yönetim...radyo, TV hizmet dışı, çocuğun
aklı onlarda kalmamalı...
...birer, birer geçti böyle
günler,...geldik sınav gününe, erken geldim sınav günü öncesi o son cuma günü
evime...evde Köksal Hoca, özel dersane dışında ayrıca evde özel derslere gelen öğretmenlerin
grub başı, hem de liseden benim sınıf arkadaşı...sarıldık birbirimize, söyleştik
bir kaç kelime, bir yandan da çalışma masası benim tarafımdan
gözlenmekte...masada bir yanda test için kitaplar, bir yanda tercih sıramaları
için kitapçıklar, ama en çarpıcı olanı da hüzünle bakan o güzel siyah gözlerde parlayan
yaşlar...
...anlaşıldı var bir terslik ama
Köksal da insan olarak tam bir cennetlik, onu kızdırmak için olmalı olağanüstü
bir densizlik, bizimki de onu çok sever üstelik...Köksal hoca yavaş yavaş giriyor
konuya çünkü hem bir yandan eşimin ne zaman geleceğini sormakta, hem de diyor;
§ Mehmetciğim, bir sorun ama ancak
çözülür suhuletle ve sakin olmakla...
...söyle be arkadaş, bir an evvel
söyle, “Var mısın, Yok musun?”
programındaki gibi beni germe...
§ sorun şu ki; oğlunun sınava
girmesi için gerekli “Okulumuz öğrencisidir.” imzalı belge, senin oğlan
tarafından onaylatılmamış!?..her nedense?
Ey unutkanlık tanrıçası Mong Po([1])
bunun hiç sırası
değil, bunu nasıl yaparsın diye seni yersem de ben iyisi mi yalvarayım batılı
bir tanrıya, bizden biri Athena,([2]), şu anda akıl ve mantığımı belki
geri verir tamamen...
...düşünebiliyor musunuz?...günlerden
cuma, bitmiş mesai saati, sınav pazar günü, eksik olduğu için öğrenci belgesi gidecek
yılların emeği,...o an kulağıma gelen bir fısıltı, dedi...
§ Baba; bizim Türk Müdür, iyi bir adam,
arayalım evini, bilirim, uzatır bize elini...
...düşündüm doğruydu getirdiği öneri,
hemen aradık Türk Müdür Atakan Bey'in evini, oğlu çıktı,
§ Babam evde yok Silivri'de bir
otele toplantı'ya gitti, dedi...
§ Oğlum dedim lütfen bul babanı,
ben de gidiyorum oraya, almalıyım ondan belgenin onayını...
...yola çıktım Kozyatağı’ndan,
telefon geldi Üsküdar-Şile sapağına varmadan, Atakan Bey'in oğluydu arayan...
§ Ben babamı buldum, durumu anlattım...babam
dedi gelmesin buraya, ben şimdi talimat vereceğim okula, çözeriz, önemli değil
bu sorun Mehmet Bey'in içi rahat olsun...
...o an, soyutlanmış ve galaksiler
arasında boşlukta gezdiğim o an, elim ayağım kesildi, gerilmiş
sinirlerim, yay gibi boşalıp da gözlerimden çıktı sicim gibi yaşlarla...içimden
dedim senin gibi insanlar hâla var mı şu dünyada?...kul senden razı, ışık
içinde yürü zamanı geldiğinde toprağa...bir de düşündüm, bunu çözen aynı sen,
aynı benle karşılaşsaydı bu sorunla, devlet okulunda, çözebilir miydik bu
sorunu bu kadar rahatça? Neyse hemen döndüm sapaktan, topukladım arabamı Kurtköy'e
doğru dörtnallan...vardım okula...
...müdür yardımcısı beklemekte
beni, eşiyle lojmanının kapısında, sonra da işimi yaparken benim, üstelik bir
de kahve ile ağırlamakta...belge düzenlendi, imzalandı mühürlendi...o an
düşündüm ve sordum kendime, şu elimde tuttuğum kağıt, farkında mı acaba,
hayatın hangi dramatik bir komedi unsurunu taşımakta?...Neyse felsefeyi bırak,
önceliğin, eline aldığın mutluluğu evine götürüp eşin ve çocuğunla paylaşmak ve
bu kadar gerginlikten sonra çocuğun sınava rahat ve huzur içinde girmesini, kaygılarını giderip, sınavda
başarılı olmasını sağlamak...bilmeli ki; her türlü sonuçta, görevimiz, onu
kollamak...
İşte böyle geçti, I.Profil ile
sınavdan sınava günler, biliyorum, bu sınavlar öncesi ve sırası fikren
çocukları ile beraber sınava giren siz, ebeveyinler, o günleri gayet iyi
bilirler ve bize dayatılan bu düzeni büyük bir tevekkülle kabullenirler...
Profil II
Buğday rengi saçlar, etrafını merakla süzen yemyeşil
gözleri taçlandıran, uzun kirpikler, bırakın
herhangi bir yere, döndüğünüzde bulursunuz onu aynı yerde, görünür sakin, lakin üstüne gidilirse tutamaz kimse, sonra olsa da
iyi bir sutopucu, altı yaşına kadar suya girmemek için kimse çıkaramadı
ayağından papucu, bir yandan elinde gitarı yağmur altında “singing in the rain”
söyler, bir yandan da en zor algoritmik problemleri çözer, bir yandan koyarken seninle
araya mesafeyi, bir yandan da taklitleriyle güldürür seni, onu da böyle tanıdı Adem'den
olma Havva'dan doğma kardeşleri...
...ve öyle anlatır ve yazar zamanın vakanüvisleri ki; o da
ilk oturduğunda test kitabı, defteri, kalemi ile masaya, açılan bir sınavla
yatay geçiş yapmaya, yine masada Anamur doğumlu Nur Hoca, kayıtlara geçtiği
gibi asla affetmeyen hata yapanı, yerinde kıpırdıyanı, dalga geçeni...ama ona, asla
söz söyletmez, toz kondurmazdı, kayırırdı II.Profil’i...bilirdi ki yukarıda
anılan küçük dev adam, hiç bir sosyal etkinliğini aksatmadan yine de yapardı
bütün istenenleri...bir elinde dizgin, bir elinde kitapları teker teker aşardı
engelleri, binici bilgin...tek bir gün bile demedi, abisi I.Profil gibi;
§
bu
ne zulüm yazık değil mi biz çocuklara!
...ama bilirdim ki içinde fırtınalar kopmakta...şöyle kedi
gibi bir gerilmek varken, tırman dur, üst üste yığılmış kitaplara...üstelik
sürerdi bir yandan da müzik eğitimi...hiç bir zaman da zorlamadık kendisini... bir
elinde çay, simit, diğer elinde de olabilir kitabı veya gitarı...ama sanmayın
öyle işçi gibi bir arı, aniden yapacağı bir hınzırlık, kendini yıllar boyu hatırlatır...
...ve böyle adımlayarak günleri... ilk öğretim sekiz yıl
olduktan kelli, sessiz ama dev adımlar atan bu profili...sınav öncesi okul
etrafında alınmayan önlemler nedeniyle, velilerle güvenlik, velilerle
öğretmenler, velilerle veliler, velilerle okul etrafına gerilmiş teller
arasında yapılan meydan muharebesiyle, zor bela girilen bir sınavdan sonra,
soktuk yatay geçişle, yine eski ve ünlü okula zamanında sadece açmış kapılarını
kızlara, bunun da eğitimi ingilizce temelli...
§
Ne
muhabereydi ama!...bir arkadaşın kızını zor kurtarmıştım sıkışmışken tel
aralarına...
Bitti mi?, yine bitmedi... yeni
bir sınav süreci geldi çattı, geçti aradan sadece bir kaç yıl...bu sefer de
lise giriş sınavları için çalış, dur...
Bu çocuk ve çocuklar tam kıvama
gelirken her hangi bir dalda sportmen...şimdi hiçbiri düşünemez ne antrenman ne
müsabaka...esas müsabaka; kurslar ile özel dersler, kurslar ile okullar,
okullar ile özel dersler arasında...sonuçlar eleme usulu ile alınmakta...ondan
sonra da sorar dururlar biz niye çıkaramıyoruz, bir şampiyon, uluslararası
arenada?..niye alamıyoruz bir tane bile madalya?...sistem bozuk, sistem madara,
sistem yalama...arkasında büyük bir sektör bu işten nemalanmakta...onun için
test aralarından hüzünle bakma çocuk, bu çark böyle dönüyor, tek çare sistem
içinde en iyi sonucu almakta...ders dışındaki etkinlik, eğlence ve isteklerine
gem vur...sınavlardan sonra vur patlasın, çal oyna dur...
....neyse biz tutturduk tam
onikiden hedefi, sınava girenlerin tek hayali...
Beş yıl sonra da sıra geldi
sınavların en bilineni, üniversiteye giriş serüveni, neyse onu da sükunet ve
suhuletle atlattık, biz perdeyi II.Porfil ile böyle ve böylece tamamen kapattık...
Geniş Profil
§
Vakit kaybetmemeli, tuvalette bile soru çözmeli...
§
Bildiğim halde tüm dersleri, problemleri, sayfaları,
konuları, ya atlarsam sorulardaki tuzakları!...
§
Ya işaretlersem yanlış kutuları, kaydırırsam
cevapları!...
§ Bilemezsem bazı soruları, alamazsam iyi bir netice nasıl
bakarım yüzüne bana emek verenlere?...Benim için kendini bir şeylerden mahrum
edenlere?...
§
Midem dayanamayacak bu gerginliğe...gözlerim bile
terlemekte...
§
Kendimi hissetmekteyim bir sisin içinde, neredeyim
ben nerede?...
§
Millet bir kere ölüyor, biz üçer, beşer senede kırk
kere...
§
Korkuyorum bu sınavdan , hayatım olacak allak,
bullak...
§
Çok gerginim, istiyorum birilerini yumruklamak...
Bütün bu süreçte çocuklarda benim gördüğüm ve
gözlediğim...öğrenilen bilginin, sınavda etkili bir biçimde kullanılmasına
engel, kaygıdan doğan hüzünlü ve endişeli bir beyin ile alacakları sonuca
ilişkin olumsuz düşünce ve gerilimdir,...dilerim, dağarcıkları bilgiyle dolsun,
akılları, kalemleri ve becerileri ile girecekleri bu türden sınavlar onlar için
son olsun, hüzünle test sayfalarının aralarından bakan gözler neşe ve umutla
dolsun...
--------------------------------------------------
22.12.2010 / 30.01.2011 Burgazada, Etiler, İSTANBUL
[1] Çin
mitolojisinde Mong Po, Mi Hung Tang gibi değişik adlarla anılan Meng Po, Di Yu
denen öbür dünyanın unutkanlık tanrıçasıdır. Asli görevlerinden biri öte
dünyanın çıkış kapısında bekleyip, reenkarne olacak ruhlara unutma iksiri
karıştırılmış çaydan vermek, onların geçmiş yaşamlarından hiç bir şeyi
hatırlamamalarını sağlamaktır. Meng Po iksirini göl ve nehir kenarlarında
yetişen otlardan hazırlar. İçki anında ve kalıcı amneziye yolaçar. Yeniden
doğan insanlar bu yüzden geçmişi hatırlamaz ve tekrar bu sıradan dünyanın
şöhret, zenginlik ve duygusallıklarına kapılırlar.
Şarabı andıran iksirin beş çeşidi vardır: tatlı, acı, buruk,
tuzlu ve ekşi. Yeniden doğacak kişinin içmesi zorunludur. İçkiyi tatmayıp
kaçmaya kalkanları yerden fırlayan bir çift kanca yakalar ve pirinçten bir boru
gırtlaklarına girer. Ardından çay zorla içirilir. Böylece döngü yeniden başlar.
Buna rağmen bazılarının iksiri içmeden kaytarmayı başardığı olur ve geçmiş
anılarını bu sebeple hatırlarlar.
[2] Athena,
Yunan mitolojisinde akıl, sanat, strateji, barış ve savaşın tanrıçası. Roma
mitolojisinde Minerva diye anılır. Babası Tanrıların başı Zeus, annesi ise
Zeus'un ilk karısı olan Hikmet Tanrıçası Metis' tir. Sembolleri, kalkan,
mızrak, zeytin dalı ve baykuştur. Mızrak savaşı, zeytin dalı barışı, baykuş da
bilgeliği temsil eder. Athena, Atina kentinin baş
tanrıçası ve koruyucusudur, kent ismini de ondan almıştır. Athena ve sembolize
ettiği karekterler birçok kültürde benzer
formlarda bulunur. Athena ayrıca Troya savaşında Akhaların yardımına koşup
tahta atın yapılmasına yardım etmiştir. Athena özel bir kalkan taşır. Bu kalkan
Aegis olarak isimlendirilmiştir. Kalkanın üzerinde, değişik süslemelerle birlikte medusa'nın
başının resmi bulunur. Bu kalkanın önünde en güçlü ordular bile bozguna uğrar.
Temel özellikleri kentle ilgili olan Athena birçok bakımdan Kır
Tanrıçası Artemis'in karşıtıdır. Athena'nın Yunan uygarlığı öncesinden gelen
bir tanrıça olduğu ve daha sonra Yunanlılarca benimsendiği sanılır. Ama Yunan
ekonomisi, Minos uygarlığından farklı olarak önemli ölçüde askerî temele
dayandığı için, Athena başlangıçtaki evcil işlevlerini korumakla birlikte
giderek bir Savaş Tanrıçası'na dönüşmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder