Mehmet Altın
KOSTANTİNOPOLİSİN
ÜSTÜNDE
“Erguvan Renkli Leylekler”
Anlatı
iüif@yahoogroups.com yayınları V.
Kostantinopolisin Üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler ”
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa
alıntılar dışında yayıncının ve yazarın izni olmaksızın hiç bir yolla
çoğaltılamaz.
I. Basım: Aralık
2011
Yayına hazırlayan: Mehmet Altın
Kapak tasarımı: Mehmet Altın
Her ne koşulda olursa olsun, dimdik arkamızda
duran...
bizi koruyup, kollayan...
hatalarımızı göz ardı edip, hoşgörüsü ile
bizi utandıran...
Bilge ve çelebi adam,
HOCAM, Prof.Dr. Mehmet OLUÇ anısına…
11 Aralık 2011
Mehmet Altın
|
---------------------------------------------------------------------------------------------
ÖNSÖZ
Eylül başında, ben, Kuş
Kafesinde oturur Hristos’un üstünde Burgazı selamlayan leylekleri seyrederken, yorgun
görünümlü, belli ki kaliteli bir terzinin elinden çıkmış tüyleri parlaklığını
yitirmiş, üstelik gagası ve ayakları erguvan renkli bir tanesi, dikkatimi
çekti. Koştum, çıktım Hristos’a, elimde bir zarganayla, uzattım zarganayı ona,
hemen dost olduk onunla ve kaptırdım kendimi “Dersâdet”[1]’in
anılarına… anıları bittiğinde, kısa ama anlamlı bir bakışmanın ardından, Dersâdet’in
başını, olur anlamında sallamasıyla birlikte toka-taklamamızdan hemen sonra, bu
anlatıyı, kaleme almaya karar verdim.
Yazarken leyleklerin göç
yollarına, bugünkü İstanbul’un kurucusu Büyük Konstantin’in yaşam yıllarındaki
hayata ve ortama sadık kalmaya, yanlış bilgiler vermemeye ve yazmamaya
çalıştım. Bunun için de külçe gibi wikitablet bilgilerini araştırmak,
hiyeroglif ve çivi yazılarını okumak, Latinceyi yorumlamak, zor oldu ve
zamanımı aldı.
Amacım, küçükken bize anlatılan
leylek hikâyesine(!) benim gözümden bir derinlik katmak, tutkuyla bağlı olduğum,
“şimdiki değil anılarımdaki”, İstanbul
için yazılmış masallara, alçak gönüllü bir İstanbul masalı daha armağan etmek…
Beni bu şehre bağlayan
dostlarıma, yoldaşlarıma, arkadaşlarıma, hasımlarıma, hısımlarıma, aileme, ama
en önemlisi Burgazadama bin minnet, bin şükran…
---------------------------------------------------------------------------------------------
KOSTANTİNOPOLİSİN
ÜSTÜNDE
“ Erguvan
Renkli Leylekler ”
Güneşin eksen
değiştirip tembelleştiği,
poyrazın durumdan
vazife çıkarıp şiddetini arttırdığı
Ağustos’un son,
Eylül’ün ilk günlerinde,
bir de düzenli aralar
ve ritmik tempolarla
göç eden leylekleri
görünce,
bir hüzün çöktü içime
ve dedim;
“eyvah!...yine bir yıl
daha evirilmekte…”
Sonra düşündüm…
Bu leylekler,
“bu uzun gagalı ve uzun
bacaklı,
bu sürme gözlü, bilge
bakışlı leylekler,
nasıl ve ne eder de
hep aynı yoldan gelir,
hep aynı yoldan giderler?...
neden, bir gelirler,
bir giderler?...
bu onlara verilen bir emir
midir?...
yoksa kendi aralarında
dinsel bir tören midir?
bu kadar sarsılmaz bir
disiplin içinde sürdürülen?”
Bunun üzerine,
mehtabın,
Kaşıkadasının ucunda
kadim dostlarım istiridyeleri
esrik kollarıyla,
sarıp sarmaladığı bir gün,
sordum, yukarıdaki soruları
yaşlı ve bilge deniz minaresine,
…o da
“bu onlara verilen ne bir emirdir,
ne de dinsel bir tören,
bu onların ve hayatın döngüsüdür,
öğrenilen ve
öğretilen
bana da büyük
babam anlatmıştı misâlen,
onun da büyük
büyük babasından intikâlen.”
deyip, anlatmaya başladı…
8.yüzyılın tam
ortasında, 11 Mart 843 Pazar günü, Amorian Hanedanının hüküm sürdüğü Doğu Roma
İmparatorluğunun başkenti Konstantinopolis’te, imparator Theofilos’un ölümünün ardından,
karısı, Theodore’nın imparator naibi olarak İmparatoriçe olalı bir yılı
geçmişti.
O gün, Büyük Saray’ın,
duvarları beyaz mermerle kaplı, tavanı muhteşem Bizans mozaikleri ile süslü
geniş salonunu sekiz pembe mermer kolon ile birlikte koruyan batı kanadındaki
gümüş kapılar, bir orga ve leylek takırtıları yoğun koro sesleri eşliğinde,
törenle açıldı. İki yanında, altından aslanlarla bezenmiş tahtından kalkan,
İmparatoriçe Theodore, yanında 2 yaşındaki oğlu III. Mikail ve onların bir adım
sağ yanlarında yürüyen saygın din adamı Methodios, bu kapılardan sessiz ama
kararlı adımlarla dışarı çıktılar.
Orga ve koro sesi gittikçe
uzaklaşırken, imparatorlukta, halkın içinde ayrışmalara neden olan ve
ayrılıkçılığı güçlendiren ikona kırıcılığın tasfiyesi ile ikonaların kutsallığı
ilan etmek için yürüyerek Ayasofya’ya geldiler.
Tam bu sırada yukarıdan gelen hafif ritmik seslere kulak
kabartıp da gökyüzüne bakan Theodore, başlarında “eflatun” harmaniyeli dört at ile ney, bendir ve zil eşliğinde,
Afrika’dan kalkıp Prens Adaları üstünden uyumlu bir edep ve erkân içinde
kanatlarını rahvan savuran, leylekleri görünce çok sevindi ve oğlu Mikail’e
dönerek;
-Kadim zamanlardan beri, bunu hiçbir zaman aksatmazlar, dedi.
Rahvan tempoda, beşerli süvari birlikleri düzeninde, büyük
bir leylek sürüsü, Ayasofya üzerinde, sağ kanatları göğüs üstünde tek salto çekip,
süzülerek Kostantinopolis halkını ve İmparatoriçeyi selâmladılar. İmparatoriçe ile
beraberindeki erkân da sağ elleri kırkbeş derece yukarıda onları selâmlarken,
leylekler düzenli birlikler halinde başlarında “San Marco’da” konaklayacak dört atla beraber[2],
bir kol Ayasofya, Valens Kemeri üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da deniz
üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle,
Boğaz üzerinden Kuzey Küreye, dişi
artçıların, gagalarındaki torbalarlarıyla birlikte, akmaya başladılar.
Valens Kemeri yakın rotası ile Güney Avrupa’ya gidecek
kol, kemeri geçer geçmez Lycus Deresi[3]
üzerine geldiğinde, ufak ama özel bir birlik bir tubanın[4]
ses vermesi, bir kösün[5]
de emredici temposuyla bu koldan ayrılırken, diğer birlikler daireler oluşturarak
onları selamladılar. Başlarında erguvan harmaniyeli bir leylek, onun ardında altın
aquilifer[6]
taşıyan bir leylekle beraber erguvan
renkli gagaları ve ayaklarıyla görünümleri özel, görevleri özel, belli ki kutsal, belli ki seçkin, bu özel birlik, büyük bir torbayı dikkat ve
saygıyla taşıyarak Lycus Deresinin aktığı vadiye süzülerek indiler.
Çeşitli ülke ve bölgelerden gelen leylekler kollarından
oluşmuş ana kolun lideri babası ile yan yana uçan ve bu töreni meraklı
bakışlarla izleyen, yeni yetme delilaklak leyleklerden Şapur, babası Ardeşir’e,
-
Emrine uyan ve yasaklarından sakınanları seven, sen, bizleri dağlardan
denizlerden aşırtan ve yol gösteren, sen, doğru yerlerde konaklayıp karnımızı
doyuran, analarımızı, bacılarımızı, gençlerimizi, taşıdığımız torbaları özenle kollayan,
sen, ulu ve bilge babam, nedir bizi burada bu kadar alıkoyan? Kimdir onlar,
erguvan renkli gagaları ve ayakları ile bizden ayrılan? dedi.
Bunu duyan Ardeşir de gülümsedi ve oğlu
Şapur’a,
-
Senden tam da şimdi beklediğim bu
soru, olgunlaşmaya başladığının işaretidir… onlar; göçlerimizi anlamlı kılan,
geçmişten bu güne, babadan oğula geçen görevimizin simgeleri, leyleklerin en
akıllı ve güçlüleri, her biri sınanarak seçilmiş “Ioudas
Enotıta=Erguvan Birlik”, tir. Onlar; onların ve kavmimizin geçmişini anlatan bu hikâyenin ana sebebidir…
deyip, el verip, diz vurup, yaşlı ve bilge deniz
minaresinden izin isteyip, bu sefer, o başladı anlatmaya…
--0—
Çok ama çok uzun yıllar,
hatta asırlar evvel,
Antik Mısır’da İteru,
Büyük Nehir,
Yunanca’da Neilos, Nehir
Yatağı,
olarak anılan
dünyanın en uzun nehri
Nil boyu ve deltasında,
ilkbahar, yaz, sonbahar,
kış
yaşarken kavmimiz tembel,
…
her şeyin içyüzünden,
gizinden ve saklısından haberdar,
seçilmiş seçkin, atamız, yüce
lak Abdülhabir,
görür rüyasında
belden aşağı ışığa kesmiş,
bir tanrıça
…
tanrıçanın ayakucunda
erguvan renkli bir torba
torbanın içinde, yeni
doğmuş bir bebe,
tanrıçanın yanında bir başka
tanrıça,
eteğinde
bir çanak süt, buğday,
arpa, üzüm, bal, badem ile
…
Doğurganlık tanrıçası Bona Dea,
erguvan torbayı uzatır Abdülhabir, leylek kuluna,
yanındaki diğer Tanrıça
yeni doğan bebekleri
koruyan ve kollayan
Pilumunus’un,
tutar elinden
ve der,
“Ey yüce lak,
nam-ı Abdülhabir,
sen ve bu
topraklarda yıllardır üretmeden tüketen,
bir eli yağda
bir eli tombul kurbağada,
dünya yansa
umurunda mı dünya
kavmin ve sen;
bundan böyle
ilelebet
Tanrıça
Pilumunus’un emriyle,
buradan alacağınız
bebekleri,
ulaştıracaksınız
onlar için seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine,”
…
Korkuyla uyanan Abdülhabir,
emir verir toplanması için
aklı bir karış havada, kocabaş leylekler meclisinin
…
Mecliste
bir yanda dişiler, sırasıyla
Tefnut, Cihandide, Hoşkadem ve Zayiçe.
bir yanda erkekler
Shu, Cihaner, Bargu ve Şebefruz.
…
Yüce lak Abdülhabir,
anlatır rüyasını meclise,
yorum ister her birinden tane, tane
…
meclisteki her bir üye,
çevirirler bakışlarını Zayiçe’ye
o ki
bilir, ne zaman, nerede yıldızlar
ne anlama gelir, geleceği belirleyen burçlar,
…
Zayiçe,
kafasının sağ kanadının altına sokar
bir müddet hareketsiz kalır
sonra kafasını yukarı kaldırır,
iki lak, bir tak’tan sonra
der;
“ Ey
Abdülhabir, rüyanda sana gelen tanrıça,
leyleklerin
binlerce yıldır sürdürdüğü sahte mutluluğa,
kadere ve kabullenişe son vermeye kararlı
mutlaka kutsal bir işaret
vakit
geçirmeden kavmimize ilet…
ve
bilsinler ki
bundan böyle
kadim leylek
kavminin yaşamının amacı ve anlamı;
dağıtmaktır
seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine,
yeni doğan
bebeleri”
…
Bunun üzerine,
Tanzanya’dan Mısır’a
Nil deltasına egemen
Lakistan Büyük Leylek Meclisi üyeleri,
onaylar Zayiçe’nin dediklerini
…
ve
Yüce Lak Abdülhabir,
der,
“duyurun
Tanzanya’dan Mısır’a
Jabirular’dan Marabular’a
büyük, küçük, ak, kara
demeden bütün leyleklere
“bilsinler ki bundan böyle
kadim leylek kavmi için yaşamın amacı ve anlamı
dağıtmaktır seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine
yeni doğan bebekleri…”
söz alır Cihandide,
bütün dünyayı gezip, gören,
yedi tepe, yedi dere…
“kalırsak biz,
böyle ne yaptığını bilmez bir kabile,
bu emri
vermeyin boş yere…
bu amaç için
önce plan,
program
düzen ve
düzenli kurumlar gerek bize,
tıpkı
Mısır’da, Mezopotamya’da Anadolu’da gezdiğim, gördüğüm gibi..
onun için,
önce bulmalıyız
hünerli ve
bilgili leylekleri
onlar da
gözleyip, el
alıp, öğrensinler
yukarıda
sıraladığım yerlerin
kamu düzenini”
…
söz alır Cihaner,
leylekler arasında namlı ve yiğit,
“yolculuk
sırasında
süvarilerin
uyumlu, atletik ustalığı ve yıldırım
hızı,
lejyonerlerin
tedbirli, disiplinli, ve kıskandıran taktik çalımlarıyla...
korumak ve
kollamak için, tüm leylekleri,
bir yandan da
kurmalıyız
düzenli
leylek birliklerini”
ve
Yüce Lak Abdülhabir,
Tanzanya’dan Mısır’a
Jabirular’dan Marabular’a
büyük, küçük, ak, kara
demeden bütün leyleklere,
der,
“örgütlenin ve kurun
demokratik kamu düzenini
ve
düzenli leylek
birliklerini”
ve der, Hoşkadem’e
“kutsa kararlarımızı ve bizi,
uğurlu ayak ve gaganla…”
ve der, Bargu’ya
“belirle
şimdiden o üstün bilginle,
gitmeliyiz
hangi cihetlerden en az gayret ve telefle?…”
ve der, Tefnut’a
“oku ve yorumla bakalım
Bargu’nun
belirlediği cihetlerdeki bulutların,
ne anlama
gelir bakışları?...”
ve der, Shu’ya
“oku ve yön
ver,
Bargu’nun
belirlediği cihetlerdeki rüzgârlara,
yoldaşlarımı
az yoran, çok yol aldıran...”
ve der Şebefruz’a
“aydınlat,
kimsede
bulunmayan gözlerinle gecelerimizi,
uçarken
karanlıklarda…”
ve der
üç defa
“uğurdur inşallah, uğur ola”
-İşte böyle başlar biz, leyleklerin göçleri,
dedi, Ardeşir oğlu
Şapur’a… ve sonra yine el verip, diz vurup, sözü yaşlı ve bilge deniz minaresine verdi… devam etti yaşlı ve bilge
deniz minaresi…
--0--
Bunun üzerine
leylekler, sağda, solda lak lak edip gününü gün eden, bütün leylekler, titreyip
kendilerine döndüler. Biz bu işi elbet beceririz deyip etraflarındaki hünerli
leylekleri bellediler. Süratle örgütlenmeye giriştiler.
Hitit, Babil, Asur,
Sümer, Pers ve Mısır mekteb-i mülkiyelerinde, harbiyelerinde eğitim gören, edep,
erkân görmüş, siyah façalı kanatlı, master veya doktoralı, bürokrat, diplomat leylekler
ile gagaları, ayakları ve kanatları tek renk üniformalı kurmay leylekler, taktik
plan, stratejik plan, tamim, talimat, yasa, tatbikat, laklak da taktak diyerek,
leyleklerin amacı ve anlamına göre, göçleri yönetecek, gerçekleştirecek, destek
sağlayacak diğer leylekleri eğittiler.
Bargu liderliğinde
Tefnut ve Shu bir grup leylek ile beraber yol haritalarının hazırlanmasını, göç
yollarının belirlenmesini sağladılar.
Cihaner liderliğinde
ve onunla aynı aileden gelen, Cihanşah ile Cihansuz, leylekleri göç yollarında
koruyacak ve kollayacak düzenli leylek birliklerinin donatılmasını, kurulmasını
ve eğitimlerini üstlendiler.
Güzellikte ve yuva
dişiliğinde nam salmış Nazıdil, Şehper ve İrmegan, bir yandan, yılan bumbar,
solucan bolognese, kâğıtta kurbağa bacağı, dere yatağında kurbağa buğulama
v.b.g. çok sevilen leylek yemeklerini, yolda azık ve katık yapmak üzere yeni
yetme leyleklere öğretmeye, tariflerini yazıp, yayınlamaya, bir yandan da yemek
yapmak için gerekli kap, kacak, maşrapa, pirinç, şeker, tuz, salça v.b.g. erzak
ve gereçleri önce depolamaya sonra da görevli taşıyıcı leyleklerin bunları sırt
çantalarında taşıyabileceği düzenlemelere giriştiler.
Bütün bu çaba ve
çalışmaların en önemlisini Kibele[11], Ma[12], Ninhursag[13], Sarpanit[14], Tellus[15], İştar[16] üstlendiler. Evlerine ve ebeveynlerine dağıtılacak bebeklerin ana
depo rahminde önce erkek ve dişi, sonra sarı, siyah ve beyaz ırk gibi niteliksel,
saç rengi, göz rengi gibi biçimsel sıralama ölçütlerini belirlediler. Dağıtım
yolları üzerindeki ara depo rahimlerinin yerlerini, sonra da son depo rahim
yerlerini belirlediler. Bebeklerin yanlış ebeveynlere teslimini önlemek için,
en sivri ve sert gagalı leyleklerle, her bebeğe özel, bebeğin kimlik
bilgilerini taşıyan bar-bilezikli bir düzen geliştirip, bunları bebeklerin
kollarına bağlanmasını sağladılar. Bebeğin kimlik bilgilerini bir kopyası,
bebeği teslim alacak son depo rahim sorumlu leyleğe verilmek üzere bilgi-tablet
kopyalara işlediler.
Bütün hazırlıklar
tamamlanıp da artık leyleklerin amacı ve anlamına uygun görevlerine hazır
olduğu bilgisiyle, yıldızların konumuna bakan Zayiçe, Nisan ayı başında
sevkiyatı uygun görünce, Yüce Lak Abdülhabir Nisan ayının 3.günü kendisini üç
kere lak, üç kere takla selamlayan bütün görevli birliklere, görkemli bir resmi
kanat geçiş töreni eşliğinde ilk sevk emrini verdi.
Aynı anda, Cihaner de
öncü birliklere, verilen yol haritalarına göre ilk konaklama yeri olan Nil
Deltasına hareket emri vererek deltada gerekli keşif, koruma ve barınma tedbirlerinin
alınmasını istedi.
Aynı anda, Nazıdil de
örgütçülüğüne çok güvendiği Şahper’in liderliğindeki leyleklere öncü birlikler
peşinde gerekli teçhizatla birlikte hareket emri vererek, deltada ilk konaklama
yerinde geçici ve gerekli aşevi, sütevi, bebe bakımevi gibi ünitelerin, ana birliklerin
taşıdıkları torbakoli bebelerle gelmeden önce hazır olması emrini verdi.
Bütün öncü
birliklerin, lideri Cihanşah’ın emriyle, sırasıyla harekete geçen kollar teker
teker havalanırken etraftaki gri balıkçıllar, kaşık gagalar, karabataklar,
bıyıklı sumrular, “hayırdır inşallah” diyerek,
leyleklerin bu toplu hareketini sorguladılar. Kurbağa, kaplumbağa ve yılanlar
sevinç çığlıkları atıp günü festival günü ilan ederken, timsahlar, menülerinde
azalan çeşit nedeniyle hayıflandılar. Bu arada, leyleklerin rotasına çıkan bazı
martı sürüleri “ne oluyor yahu…?” deyip
telaşla kaçışıp dağılır, içlerinden bazıları da leyleklerle çarpışken, görevini
yapmamakla suçladıkları İskenderiye Fenerindeki uçuş kontrol kulesine sövdüler.
Nil deltasının
Akdeniz’in güney, Sinin[17] yarımadasına doğu kıyılarını, ilk konaklama yeri belleyen öncü
leylekler, buraya ulaştıklarında düzenli kollar halinde yere inip, artlarından
gelecek ana birimler için önce mıntıka temizliğine girişip, kolitorba bebeklerin
yerleştirilecekleri geçici yuvaları belirlerken, leylazım ile leydonanım
birlikleri de aşevi, sütevi, bebe bakımevi, dışkı atım yerlerini hizmete hazır
edip, yiyecek depolamak için harekete geçtiler.
Havada yüzlerce
leyleği görüp de önce teyakkuza geçen kurbağalar, vrakface ve twittvrak aracılığı
ile alarm durumu ilan edip, nilüferlerin altlarını gizli mekân bellediler.
Çekirgeler, sürüler halinde leyleklerin üzerine gidip, leylekler gözlüklü
maskelerini takıp onları avlayana kadar, epey yoldaşlarının kaçıp kurtulmasını
sağladılar. Salyangozlar ise onlar kadar şanslı değildiler. Çoğu, leyleklerin
çok sevdiği salyangoz salma yemeğinde kullanılmak üzere sepeti boylarken, içlerinden
bir kısım yalaka salyangozun, leyleklere yalvarıp “aman derim, sana bir kurbağanın veya yılanın adresini vereyim de
salıver beni,” ispiyon içerikli dilekleri,
hem kendilerinin hem de ispiyonladıkları türlerin leyleklere malzeme olmalarına
engel olamadı.
Nihayet her bir kolun
başında Kibele, Ma, Ninhursag, Sarpanit, Tellus, İştar olmak üzere gagalarında
özel bebe taşıyıcı torbalarla arkadan gelen ana birlikler gökyüzünde görününce,
daha önce gelenler, düzenli sıralar halinde gelenleri, kanat çırparak, gaga
tıklatarak selamladılar. Gelenler iner inmez emanet torbaları açtılar,
bebelerin altını temizleyip, hindistan cevizi yağı sürüp, mol-papirüs ile
bağladılar, sonra da beslediler. Kendileri, kurbağa buğulama, salyangoz salma
ve tatlı olarak çekirge göğsünden ibaret yemeklerini yedikten sonra her biri
sorumlu oldukları bebeklerin yanına gidip, kanatları altında, onları koruma
altına aldılar. Gece boyunca diğer bölgelerden gelen leyleklerle daha da
büyüyen, büyük bir kervan halini alan sürüler, sabahın ilk ışıkları ile
birlikte yine başta öncü birlikler olmak üzere aynı düzende Kudüs’e hareket
edip mola vermek üzere oraya vardıklarında kanat flaplarını düşürüp inişe
geçtikleri anda… zaman da kaydı.
--0--
Aradan geçen uzun
yıllar boyunca göç teknikleri ve bilgileri ile kolitorba bebek taşıma işinde
oldukça uzmanlaşan leylekler, okullar açıp, bilim leylekleri yetiştirip diğer
türlere ve hatta insanlara, yönetim ve organizasyon, ulaşım, lojistik,
haberleşme, koruma ve kollama, yön bulma, uçma, hava durumu gibi dallarda ders
veren bir uygarlığa ulaşan leylekler, zamanın kaydığı aynı gün, yine Kudüs üzerine geldiklerinde kervanda bulunan her dilden her
dinden leylekler, kervanbaşı tarafından edebe ve erkâna davet edildiklerinde,
kanat durdurup, ney, bendir kudüm eşliğinde büyük bir sükûn ve huşu içinde
sırasıyla Ağlama Duvarı[18], Kutsal Kabir Kilisesi[19], El Aksa Camii[20], Kubbet-üs Sahra[21] üzerinde yedişer kere tavaf ettikten sonra Zeytindağı[22]eteklerinde mola verdiler.
Artık tüyleri evrim
geçirmiş, hepsi de zamanın egemeni roma tüylerine bürünmüşlerdi. Yönetici
leyleklerde beyaz hâkim, diğerlerinin kanat uçları birliklerinin görevine göre
siyah, kırmızı veya mor renklerle bezenmiş, koruyucu birlikler yarasa
derisinden yapılmış yelekler giyip, timsah dişi kısa kargı, kirpi okları taşır
olmuşlardı.
Küdüse inmiş, Kudüs ve
yöresindeki teslimi gereken koli torbaları ebeveynlerine teslim etmiş ve geleneksel
günlük işlerini tamamlayıp, yemeklerini zeytin ve hurma ile de zenginleştiren leyleklerin
bir kısmı, yemekten sonra her birinin kendi dinlerince kutsal yerleri ziyarete
gidip dinlerinde zorunlu görevlerini yerine getirdiler. Sabah olup da kervanbaşının
kalk taklarıyla uyanan leylekler, yıkanıp temizlendiler ve sonra sahanda
kurbağa larva ile kahvaltı edip, adı Aramice, (iyi sulanmış yer)’den gelen
Darmes’eq=Şam’a gitmek üzere yola çıktılar. Arabistan’dan İpek Yolu’na giden bütün
yolların üzerindeki metropol, Şam’a gelip de yedi kapılı kale duvarları
üzerinden geçerlerken, Şam halkını selamladılar ve Kabil’in Habil’i öldürdüğü
Kasyun dağı ve eteklerinde konaklamak üzere inişe geçtiler.
Yasemin kokulu şehir olarak
da bilinen, yıllardır bir an önce konaklamak için özel kanat çırptıkları Şam,
enfes yiyecekleri ile tam bir şölen yeri olup, leylekler, kervanbaşının izniyle
sadece burada özel yemekler yiyip demlenebilirler bunun için de için kale
duvarlarının güneyinde Barada nehrinin kıyılarındaki meyhanelere giderlerdi.
Şişte fare kebap, yılan kokoreç, içli karınca, kerevit dürüm gibi yöresel
lezzetler yanında arak içer üstüne de bir porsiyon çekirgeli baklava yediler mi,
bütün yorgunluklarını unutur ama sabaha da göç yoluna her zamankinden daha geç
çıkarlardı. Kervanbaşları, buna rağmen, olası zihinsel yorgunlukları gidermek,
dostlukları pekiştirmek, görev gerginliğini azaltmak için yol boyunca
belirlenmiş bazı yerlerde bu türden kaytarmalara göz yumar hatta izin
verirlerdi. Sabah her zamankinden biraz
geç uyanan leylekler, bir de burada, bir kol Pers Ülkesi üzerinden doğuya, bir
kol Kıbrıs üzerinden batıya, bir kol da Antiochia[23] üzerinden kuzeye ayrılmak üzere yeniden düzene girinceye kadar,
biraz daha zaman yitirir ama akşam, alınan enerji ve sinerji, bu yitik zamanı
kapamak için onlara güç verirdi. Bu sefer de bu güç ile havalanan kollar önce
havada birbirlerini selamladılar ve sonra her bir kolun kendi rotasında yola çıktığı…
anda… zaman da kaydı.
--0--
M.S.271, zamanın kaydığı aynı gün, kuzeyde Amanos, güneyde Cebel Akra ve doğusunda Silpius Dağı[24]’na yaslanmış Roma İmparatorluğu’nun 3.büyük kenti Antiociha’ya gelen
kuzey kolu leylekleri, konaklayacakları, şehrin doğusunda, kuzey-güney yönünde
akan Orantes[25] nehri kıyılarına inmeden önce her zaman ve her yerde yaptıkları
gibi, ama her zamankinden daha sessiz, daha resmi, sanki kaldıramayacakları bir
yük varmış gibi edep ve erkân içinde şehri selamladılar ve dönüp durmaya devam
eden içlerinden ufak bir birlik hariç Orantes nehrine doğru yöneldiler. Nehir
kıyısına inen ana grup, yine her zamankinden öte sanki bir şeyi inciteceklermiş
gibi büyük bir sessizlik içinde hareket edip, koli torba teslimi dâhil yine
büyük bir sessizlik içinde işlerini görürlerken, onlarla beraber gitmeyip de şehrin
üzerinde bulunan ve aşağıya doğru indiklerinde fark edilen erguvan renkli gagaları ve ayaklarıyla görünümleri özel, belli ki
seçkin, görevleri
özel, belli ki kutsal, özel bir birlik, erguvan renkli büyük bir torbayı dikkat ve
saygıyla taşıyarak başlarında, erguvan harmaniyeli bir
leylek, onun ardında, altın aquilifer taşıyan bir leylekle beraber Silpius Dağı eteklerine
süzülerek indiler. İnmeleriyle beraber itinayla taşıdıkları erguvan torbayı, telkâri bir gömlek içindeki hasır bir
sepete yerleştirdiler ve üzerine bir cibinlik örtüp sepeti de nöbetçi
leyleklerle çevrelediler. Bu arada bu özel birliğe refakat eden, lila rengi
türbanlı dişi leylekler, torbayı açarak içindeki bebeğin bakımını, beslenmesini
sonra da uyumasını sağlayıp ve içlerinden birini bebekle bırakıp, dinlenmeye çekildiler.
Sabah, Orantes kıyılarında kalan leyleklerin yine saygılı bir sessizlikle gelip
havada düzenli daireler çizerken, havalanan Erguvan Birlik, öncü birliklerin hemen ardında yer aldığında, kuzey
kolu leylekleri, kol başı Valeryus’un emriyle hareket ettiler ve aynı tempo ve
ritüellerle sırasıyla Tarsos[26], Kappadokia[27], Dorylaion[28] ve Nicaea’da[29] konaklayarak Byzantion’a[30] geldiler.
Byzantion’a yakın Prens Adaları üstünden uyumlu bir edep
ve erkân içinde kanatlarını rahvan tempoda savuran, beşerli süvari birlikleri düzenindeki sürü,
sağ kanatları göğüs üstünde tek salto çekip, süzülerek Byzantion halkını selâmladılar.
İzleyen günün sabahında bir kol, Boğaz üzerinden kuzeye, bir kol da doğu-batı
rotasında gitmeden önce Lycus Deresi boyunca konaklamak üzere, derenin üzerine
geldiklerinde, Erguvan Birlik, bir tubanın ses vermesi, bir kösün de emredici
temposuyla ana sürüden ayrılırken, diğer birlikler daireler oluşturarak onları
selamladılar. Erguvan renkli torbayı dikkat ve saygıyla taşıyan Erguvan Birlik Lycus deresinin
aktığı vadiye süzülerek indikten sonra diğer leylekler de bu birlikten uzak ara
konaklamak üzere vadiye yayıldılar.
Bugüne kadar
konakladıkları yerlerde ve yörelerde hem kendi soylarını devam ettirmek, hem de
dönüş yolunda konaklayacakları yerlerin bakım ve onarımını sağlamak amacıyla
yerleşim yuvaları ve barınakları inşa eden leyleklerden bir kısmı, bu sefer, vadiye
Erguvan Birliğin denetim ve gözetiminde konak gibi bir yuva yapıp, erguvan
renkli torbayı içine yerleştirdiler, yuvanın yanına, yöresine de sabaha kadar
süren bir çalışmayla erguvan ağaçları diktiler. Burayı, her seferinde ziyaret
edilip, tavaf edilmesi, gerektiğinde de erguvan renkli bir torbayı teslim
edecekleri yer olarak bellediler.
Sabah, bir kol kuzeye
bir kol da batıya gitmeden önce tören düzeni içinde havalanan birlikler,
erguvan yuva etrafında yedi kere döndükten sonra yerde hazırolda bekleyen
Erguvan Birliği törenle selamladılar ve kuzeye giden kol tören yerinden
ayrılırken, Erguvan Birliği de kapsayan batı kolu yine aynı olağanüstü
sessizlik ve düzenle Adrianople[31], Skoupoi[32], üzerinden Naissus[33]’a kadar geldiler. Naissus’a geldiklerinde yine tören düzenine
geçen sürü, ayrılarak o güne kadar giymedikleri tören giysileri ile şehre
inmeye hazırlanan Erguvan Birliği selamladılar.
Başlarında erguvan
harmaniyeli Jüstinyen adlı komutan, onun arkasında altın aquilifer taşıyan leyleğin
önderliğinde, uygun
kanat temposu içinde, taşıdıkları erguvan renkli torbayla beraber, bir saray
damına tek sıra inen leylekler, birlik, aquilifer yere paralel, sağ kanatları
göğüs üzerinde hazırolda beklerken, Jüstinyen ile beraber iki erkek, iki de
dişi erguvan renkli leylek, ölümünden
sonra Konstantinopolis olarak anılan Byzantion’u, yeniden inşa eden, erguvan renkli torba içindeki bebeği, “Büyük
Konstantin’i” annesi Helena ile
babası Konstantius Chlorus’a teslim ettiler.
-
İşte o gün, bugündür Konstantinopolis’i koruyan, kollayan ve kollayacak
olan imparator, sultan ve İstanbul’u İstanbul yapan bebeler, anne ve babalarına
Lycus vadisindeki erguvan konakta teslim edilmek üzere, soyluluk ve
otoritenin simgesi, eflatun rengi giysili, Erguvan Birlik tarafından
taşınırlar… onlar ki; göçlerimizi anlamlı
kılan, geçmişten bu güne, babadan oğla geçen görevimizin simgeleri, leyleklerin
en akıllı ve en güçlüleri, her biri sınanarak seçilmiş “Ioudas
Enotıta=Erguvan Birlik”, tir… ve onlar ki;
dünyanın bu başşehrini onurlandıran, onların
ve kavmimizin geçmişini anlatan bu hikâyenin ana sebebidir…
dedi Ardeşir ve gülümsedi oğlu Şapur’a, ve
sonra yine dedi…
-
Dilerim, görür gözlerim, oğlum Şapur’u… efsunlu, tutkulu ve erguvan yüklü
bu şehrin semalarında… Erguvan Birliğin başında… deyip
el verip, diz vurup, sözü tekrar yaşlı ve bilge deniz
minaresine verdi… ve devam
etti yaşlı ve bilge deniz minaresi…
Leylekler ve Erguvan Birlik,
geçen yüzyılın ikinci yarısına kadar İstanbul’u onurlandırdılar Erguvan Birlik,
anılan yıllarda dere niteliğini kaybetse de mevcut yer altı suları ve
kuyularıyla Bayrampaşa’dan Langa’ya kadar uzanan Lycus vadisinin erguvanlarını,
bostanlarını, kurbağalarını, Evliya Celebi gibi her bir yerini karış karış keşfe
çıkan, teneke üzerinde kızartıp yemek için çekirge avlayan, gündüzleri tavşan,
geceleri ateş böceği kovalayan çocuklarla paylaştılar… Ta ki leyleklerin ve o
yörede yaşayan çocukların, hayatlarında ilk defa gördükleri dozerlerin, iş
makinelerinin, kamyonların hoyrat ve saldırgan devinimleri ile o güzelim
bostanlar, kuyular ve meyve ağaçları, Vatan Caddesi, nam ucube yolu açmak için yıkılana
ve yok edilene kadar… o günden sonra leylekler bir daha İstanbul’un içine hiç
inmediler. Onların yerini kargalar aldı!.. Erguvan Birlik hiç görünmedi,
görülmedi. İstanbul’da doğan ve büyüyen çocuklarımız ve torunlarımız onları hiç
tanıyamadı. Onlarla beraber hiç oynayamadı. Kurbağa, kertenkele, kirpi, tavşan,
kelebek, ateş böceği kovalayamadı. Ağaç dallarından incir, elma, erik, ayva,
çitlembik toplayamadı. Vandal Cephesi geldi, İstanbul’un leyleklerini kaçırdılar.
Çocuklarımızın, çocuklarının İstanbul’unu, çocukluğun ruhunu çaldılar.
Ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan İstanbul’a rahvan gelen
leylekler, artık bugün, İstanbul’un içine inmeseler ve inemeseler de Burgazada’da
Hristos’un üstünde uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, “hu çekip” süzülerek, her şeye rağmen
Konstantinopolis’ten bu yana değişmeyen ritüelle, İstanbul’u selâmlarlar ve
ardından da deniz üzerinde “bir orman
gibi kardeşçesine” suretleriyle, bir
kol Ayasofya, Süleymaniye, üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da Neve Şalom,
Kulekapı Mevlevihanesi ve Boğaziçi üzerinden Kuzey Küreye doğru, dişi artçıların gagalarındaki torbalarlarıyla
birlikte, gözlerinde bir damla yaşla beraber uçarlar, uçarlar…
Dersâdet mi?...Bana
anlattığına göre, o, Erguvan Birliğin ayakta kalan son neferiydi…
---------------------------------------------------------
12.09 / 11.12.2011 Burgazada – Etiler, İSTANBUL
[1] İstanbulun adlarından biri olup
tek â ile yazılmaktadır.
[2] Haçlılar tarafından 1204 yılında
hipdromdan çalınan, bugün hâla San Marco meydanında bulunan dört at heykeline
gönderme yapılmaktadır.
[3] Deuteron (Edirnekapı) ile Pempton
(Topkapı) arasındaki vadide akan,
Konstantin Lips Manastırı (Fenari İsa Camii) dolayında yeraltına inip
Vlanga’da (Langa) Thedosius Limanına (Yenikapı,
Langa ve Davutpaşa arasındaki liman) dökülen, Bayrampaşa Deresi. 1957 yılına kadar sulak ve bostanlarla dolu olan bu
vadi, şimdi Vatan Caddesidir.
[4] Uzun bir trompet
[5] Bakır büyük bir kase ile üzerine gerilmiş deriden oluşan
iki tahta tokmak ile çalınan müzik aletidir.
[6] Lejyonun bayrak ya da kartal
simgesini taşıyan en önemli ve saygın askeridir. En kıdemli askerlerden seçilir
iki katı maaş alırdı. Aquilanın kaybedilmesi çok büyük bir onursuzluk sayılır,
cezası ölüme kadar gidebilirdi.
[7] Boyu yaklaşık
100 cm ,
kanat uçma tüyleri siyah, öbür tüyleri beyaz, gagası uzun ve bacakları
kırmızıdır.
[12] Anadolu kökenli başka bir ana
tanrıça.
[13] Sümerlerin ana tanrıçası.
[14] Babillerin ana tanrıçası.
[17] Sina Yarımadası
[18] HaKotel
HaMa'aravi, Kudüs’te
Yahudilerce kutsal sayılan Büyük Tapınağın ayakta kalan Batı
duvarı.
[19] Church of the Holy Sepulchere
Kudüs’ün eski şehir duvarları içerisinde yer
alan bir Hıristiyan kilisesidir.hrin
Kilise'ye bir çok hıristiyan , İsa’nın çarmıha gerildiği tepe olması nedeniyle hürmet
göstermektedir. Ayrıca kabirine
gömüldüğü yer olduğu da söylenir. En az 4. yüzyıldan beri, İsa'nın yeniden dirileceği yer
olmasına inanılması nedeniyle, bu kilise hıristiyanlar için önemli bir hac noktalarından biridir.
[20] Al Masjidi, al Aqşa İslam dinine inananlarca kutsal sayılan mekânlardan
biridir. Kudüs şehrinde bulunan Mescidi Aksa'yı ilk inşa eden kişi Süleyman'dır.
[21] Qubbat As-Sakhrah
Kudüs’te Müslümanlar ve Yahudiler tarafından kutsal kabul edilen kaya üzerine Emeviler devrinde inşa edilen ortası kubbeli sekizgen bina.
[22]
Musevilik’te; Kıyamet gününde, Musevi
metinlerinde müjdelenen, Yahudi milletinin kurtarıcısı Mesih'in Zeytin Dağı üzerinden Kudüs'e geleceği aktarılır. Bu nedenle
dağın yamaçlarında yaklaşık sayıları 150.000 bulan musevi mezarları ile doludur. Hıristiyanlık’ta; Barnabas İncilinde İsa’nın Zeytin Dağı'nda ibadet ederken kendisine peygamberlik
görevi verildiği anlatılır. İslam’da; Sırat köprüsü,
Zeytindağı ile haram as-Sarif arasında kurulacaktır.
[23] Antakya.
[24] Habib Neccar Dağı
[25] Asi Nehri.
[26] Tarsus
[27] Kapadokya
[28] Şarhöyük olarak da bilinen,
Eskişehir’de bulunmuş en eski yerleşim birimidir.
[29] İznik
[30] İstanbulun bilinen ilk adı.Megara
kent devletinden gelen Dor’lu yerleşimcilerin bugünkü İstanbul’un üzerine
kurdukları koloniye kralları Byzas şerefine verdikleri ad.
[31] Edirne.
[32] Üsküp.
[33] Niş
GELEN MESAJLAR
Sevgili Altın Biraderim,
Bilesin istedim ki, artıkın okur ve hayran kitlesi itibarı ile sınır ötesi durumundasın.50 yıllık kadim dostlarımdan, İstanbul Erkek’ten sınıf arkadaşım, Celalettin’e ki, kendisi 1969’dan bu yana Berlin vatandaşıdır, “Erguvan Renkli Leylekler” serialinin 1. bölümünü mail ilen iletmiştim “ bak bakalım beğenecek misin “ diyerekten ve de adım gibi emin olarak onun bu zokaya takılacağından… Buyurun el cevap aşağıdadır;
“ Tuğrulcuğum,
Bunun devamını nereden bulabilirim? Sevgiler, Celalettin“
Son durum budur yani… gelen her bölüm anında Berlin’e forward ediliyor; müsaaden varsa tabii … Altın Biraderim, Emin kardeşimizin çok değerli katkıları ile oluşan elimizdeki bu ‘ilk kitap’ bu gün değerlidir; yarın paha biçilmezdir. Ne zaman olur bilmem ama biliyorum ki bir gün Tüyap Kitap Fuarı’nda, imza gününde o kuyruğun en başında ben olacağım; keyifle ve de gururla.Yolun açık olsun kardeşim.
Tuğrul ÜNSAL, 19 Aralık 2011
Sevgili Kardeşim,
Günlerdir e-postanı beklemekteyim. Çünkü beni bu "kötü yola " düşüren senden bir yanıt gelmeyince, dedim "eyvah, bu sefer olmadı galiba..." ama görüyorum ki benim leylekler, bu soğukta Berlin'e bile ulaşmışlar da Celalettin kardeşin kolisini "herhalde Noel Bebe giysisi" dahi bırakmışlar... Özetle bu sabah çok mutlu ettin beni, yeni yılın bütün günleri sevindirsin önce çocuklarımızı, sonra seni, aileni, öbek arkadaşlarımı ve ailelerini, ellerimiz titreyerek, çocuklarımıza emanet ettiğimiz Türkiye’yi... Hepiniz kalın tasasız, sağlıkla, Mehmet 19 Aralık 2011
--0--
Sevgili Mehmet Altın,
Güzel bir dille kaleme aldığın bu yeni eserin için seni kutluyorum. Ellerine sağlık, sevgili arkadaşım.
Fatih Uslaş, 22 Aralık 2011
Güzel bir dille kaleme aldığın bu yeni eserin için seni kutluyorum. Ellerine sağlık, sevgili arkadaşım.
Fatih Uslaş, 22 Aralık 2011
Ben de seni kutluyorum bu blog sayesinde çıktık sahneye... Mehmet 22 Aralık 2011
--0--
Teşekkürler Mehmet. Büyük bir zevkle okudum. Sağol!.
Tülin Çağlar Koray, 22 Aralık 2011
Tülin Çağlar Koray, 22 Aralık 2011
Bu sayede öbeğimize düştü sözlerin, ne güzel!...sana ve ailene dilerim yeni yılda tasasız ve sağlıklı günler... Mehmet 22 Aralık 2011
--0--
Kaleminize sağlık... Sabırsızlıkla üçüncü bölümü bekliyoruz. 03 Ocak2012
Gerçekten çok hüzünlü…12 Ocak 2012
Sibel Beşkardeş
Sibel kardeşim,
İlgine teşekkür ederim… Mehmet 12 Ocak 2012
--0--
Bu öğlen çabuk okuyup beğen yaptım. Şimdi de rahat kafayla print edip okudum ve çoktandır çıkarmadığım şapkamı çıkardım.
Mehmet Bey, bu at heykelleri başlı başına bir hikâye. Napalyon tarafından Venedik’ten alınıp Paris’te zafer takının üstüne konmuş ve sonra tekrar Venedik’e dönmüş ama şu anda meydanda olanlar kopya. Orijinalleri ise kilisenin içinde… Bir gün bu atların kendi ağızlarından hikâyelerini anlatırsanız büyük bir zevkle olur, sakladığım “şiir gibi düz yazılarınıza eklerim.
Jul Amado, 14 Ocak 2012
Teşekkür ederim… Önerinizi zevkle yerine getireceğim. Mehmet 14 Ocak 2012
--0--
Haklısın Jul… Ben de sindirerek şimdi ancak okuyabildim… Malum ya Mehmet, yavaş ve emekle okunuyor… Hakkını vermek lazım… Teşekkürler Mehmet arkadaşım…
Gülçin Atıcı, 14 Ocak 2012
Teşekkür ederim… Mehmet 14 Ocak 2012
--0--
Mehmet Bey,
Elinize sağlık. Saat 02.30 ve yine sonuna kadar iki kere okudum.
Moshe Naum, 14 Ocak 2012
Teşekkür ederim… Mehmet 14 Ocak 2012
--0--
Bravo Adaş !! yüreğine sağlık !!!
Mehmet Yetim “Birol”, 14 Ocak 2012
Teşekkür ederim… Mehmet 14 Ocak 2012
--0--
Mehmet Bey, yazınızı büyük keyifle okudum, çok çok teşekkürler…
Nicholas Tsalikis, 15 Ocak 2012
Ben de size teşekkür ederken dilerim sonunda da keyiflenirsiniz. Mehmet 15 Ocak 2012
--0--
Mehmet babacığım,
Bu hikâyenin araştırması için ne kadar emek harcadığınız her cümlede kendini belli ediyor, dikkatimi hikayeye mi vereceğim yoksa verdiğiniz değerli bilgilere mi bilemedim:) sanırım sırf bu yüzden bir kez daha okuyacağım. Yüreğinize, elinize sağlık. Evlatlarınıza, sevdiklerinize keyifle okunacak bir hikâye daha armağan ettiniz.
Kızınız Ayşim, 15 Ocak 2012
Bu hikâyenin araştırması için ne kadar emek harcadığınız her cümlede kendini belli ediyor, dikkatimi hikayeye mi vereceğim yoksa verdiğiniz değerli bilgilere mi bilemedim:) sanırım sırf bu yüzden bir kez daha okuyacağım. Yüreğinize, elinize sağlık. Evlatlarınıza, sevdiklerinize keyifle okunacak bir hikâye daha armağan ettiniz.
Kızınız Ayşim, 15 Ocak 2012
Ayşim Kızım,
Büyük şair sormuş,
- sen , mutluluğun resmini yapılabilir misin , Abidin ? diye...
Oysa sen, ressam olmasan bile mutluluğumun resmini yaptın bile...
Oysa sen, ressam olmasan bile mutluluğumun resmini yaptın bile...
Sevgiyle, Mehmet 15 Ocak 2012
--0--
Çok akıcı, çok sembolik ve orijinal bir hayal gücü taşıyan yazınızı zevkle okudum.Elinize sağlık . Devamını bekliyorum.
Harika Erler Ahmet, 15 Ocak 2012
Çok teşekkür ederim, Harika Hanım… Mehmet 15 Ocak 2012
--0--
Fransızcada iki kavram var: Savoir - Connaissance. Tam tercümesi yok ama toplanmış bilgi ve anlaşılmış, sindirilmiş bilgi arasındaki fark gibi açıklanabilir.
Bu yazılarda çok (connaissance) var. Her biri ayrı bir kapı açıyor, beynimde cereyan yapıyor. Bir örnek, niye 3 değil, 5 değil, 7 kere dönüyor şu leylekler, gelinin damat etrafında dönmesi gibi... Neyse, çok uzatmayayım, kaleminize sağlık!
Bu yazılarda çok (connaissance) var. Her biri ayrı bir kapı açıyor, beynimde cereyan yapıyor. Bir örnek, niye 3 değil, 5 değil, 7 kere dönüyor şu leylekler, gelinin damat etrafında dönmesi gibi... Neyse, çok uzatmayayım, kaleminize sağlık!
Jul Amado, 18 Ocak 2012
Sayın Jul Amado,
Eleştirinize çok teşekkür ederim. Bu yazılarımı nasıl değer vererek okuduğunuzu kanıtlıyor bu da beni mutlu ediyor. Bu kadar bilgi veya dip not, acemiliğimden veya sizlere bir şeyleri ayrıca araştırma zahmetinden kurtarmak isteğinden kaynaklanıyor olabilir. 3, 7, 40 meselesine gelince; leyleklere ney, tef, bendir çaldırınca, ben de Hacı Bektaş-ı Velî'nin Ricalullah: Üçler-Yediler-Kırklar sarmalına girmişim herhalde... :))
Mehmet 18 Ocak 2012
Aman sakin beynimdeki cereyandan rahatsız olduğumu algılamayın, gri hücrelerim tatlı tatlı hava alıyor
Jul Amado, 18 Ocak 2012
--0--
Harika ama hüzün verici… Teşekkürler Mehmet Bey!
Gülşen Direksiz 22 Ocak 2012
Teşekkür ederim… Mehmet 22 Ocak 2012
--0--
Çok güzel, teşekkürler…
Dimos Tsalikis, 22 Ocak 2012
Teşekkür ederim… Mehmet 22 Ocak 2012
Artık bugün, İstanbul’un içine inmeseler ve inemeseler de ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan İstanbul’a rahvan gelen leylekler, uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, Hristos üstünde “hu çekip” süzülerek, her şeye rağmen Konstantinopolis’ten bu yana değişmeyen ritüelle, her zaman İstanbul’u selâmlarlar ve ardından da deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle, bir kol Ayasofya, Süleymaniye, üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da Neve Şalom, Kulekapı Mevlevihanesi ve Boğaziçi üzerinden Kuzey Küreye doğru, dişi artçıların gagalarındaki torbalarlarıyla birlikte, gözlerinde bir damla yaşla beraber uçarlar, uçarlar…
Dersâdet mi?...Bana anlattığına göre, o, Erguvan Birliğin ayakta kalan son neferiydi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder