20 Mayıs 2012 Pazar


Mehmet Altın

KOSTANTİNOPOLİSİN ÜSTÜNDE


Erguvan Renkli Leylekler


Anlatı






iüif@yahoogroups.com yayınları V.

Kostantinopolisin Üstünde “ Erguvan Renkli Leylekler

Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının ve yazarın izni olmaksızın hiç bir yolla çoğaltılamaz.

I.  Basım: Aralık 2011

Yayına hazırlayan: Mehmet Altın
Kapak tasarımı: Mehmet Altın 




------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Her ne koşulda olursa olsun, dimdik arkamızda duran...
bizi koruyup, kollayan...
hatalarımızı göz ardı edip, hoşgörüsü ile bizi utandıran...
Bilge ve çelebi adam,
HOCAM, Prof.Dr. Mehmet OLUÇ anısına…

11 Aralık 2011
Mehmet Altın

--------------------------------------------------------------------------------------------- 


ÖNSÖZ



Eylül başında, ben, Kuş Kafesinde oturur Hristos’un üstünde Burgazı selamlayan leylekleri seyrederken, yorgun görünümlü, belli ki kaliteli bir terzinin elinden çıkmış tüyleri parlaklığını yitirmiş, üstelik gagası ve ayakları erguvan renkli bir tanesi, dikkatimi çekti. Koştum, çıktım Hristos’a, elimde bir zarganayla, uzattım zarganayı ona, hemen dost olduk onunla ve kaptırdım kendimi “Dersâdet[1]’in anılarına… anıları bittiğinde, kısa ama anlamlı bir bakışmanın ardından, Dersâdet’in başını, olur anlamında sallamasıyla birlikte toka-taklamamızdan hemen sonra, bu anlatıyı, kaleme almaya karar verdim.

Yazarken leyleklerin göç yollarına, bugünkü İstanbul’un kurucusu Büyük Konstantin’in yaşam yıllarındaki hayata ve ortama sadık kalmaya, yanlış bilgiler vermemeye ve yazmamaya çalıştım. Bunun için de külçe gibi wikitablet bilgilerini araştırmak, hiyeroglif ve çivi yazılarını okumak, Latinceyi yorumlamak, zor oldu ve zamanımı aldı.

Amacım, küçükken bize anlatılan leylek hikâyesine(!) benim gözümden bir derinlik katmak, tutkuyla bağlı olduğum, “şimdiki değil anılarımdaki”, İstanbul için yazılmış masallara, alçak gönüllü bir İstanbul masalı daha armağan etmek…

Beni bu şehre bağlayan dostlarıma, yoldaşlarıma, arkadaşlarıma, hasımlarıma, hısımlarıma, aileme, ama en önemlisi Burgazadama bin minnet, bin şükran…
---------------------------------------------------------------------------------------------




KOSTANTİNOPOLİSİN ÜSTÜNDE
“ Erguvan Renkli Leylekler

Güneşin eksen değiştirip tembelleştiği,
poyrazın durumdan vazife çıkarıp şiddetini arttırdığı
Ağustos’un son, Eylül’ün ilk günlerinde,  
bir de düzenli aralar ve ritmik tempolarla
göç eden leylekleri görünce,
bir hüzün çöktü içime ve dedim;
“eyvah!...yine bir yıl daha evirilmekte…”
Sonra düşündüm…
Bu leylekler,
“bu uzun gagalı ve uzun bacaklı,
bu sürme gözlü, bilge bakışlı leylekler,
nasıl ve ne eder de
hep aynı yoldan gelir, hep aynı yoldan giderler?...
neden, bir gelirler, bir giderler?...
bu onlara verilen bir emir midir?...
yoksa kendi aralarında dinsel bir tören midir?
bu kadar sarsılmaz bir disiplin içinde sürdürülen?”

Bunun üzerine,
mehtabın, 
Kaşıkadasının ucunda kadim dostlarım istiridyeleri
esrik kollarıyla, sarıp sarmaladığı bir gün,
sordum, yukarıdaki soruları yaşlı ve bilge deniz minaresine,
 …o da
“bu onlara verilen ne bir emirdir,
ne de dinsel bir tören,
bu onların ve hayatın döngüsüdür,
öğrenilen ve öğretilen
bana da büyük babam anlatmıştı misâlen,
onun da büyük büyük babasından intikâlen.”

deyip, anlatmaya başladı…

8.yüzyılın tam ortasında, 11 Mart 843 Pazar günü, Amorian Hanedanının hüküm sürdüğü Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti Konstantinopolis’te, imparator Theofilos’un ölümünün ardından, karısı, Theodore’nın imparator naibi olarak İmparatoriçe olalı bir yılı geçmişti.

O gün, Büyük Saray’ın, duvarları beyaz mermerle kaplı, tavanı muhteşem Bizans mozaikleri ile süslü geniş salonunu sekiz pembe mermer kolon ile birlikte koruyan batı kanadındaki gümüş kapılar, bir orga ve leylek takırtıları yoğun koro sesleri eşliğinde, törenle açıldı. İki yanında, altından aslanlarla bezenmiş tahtından kalkan, İmparatoriçe Theodore, yanında 2 yaşındaki oğlu III. Mikail ve onların bir adım sağ yanlarında yürüyen saygın din adamı Methodios, bu kapılardan sessiz ama kararlı adımlarla dışarı çıktılar.

Orga ve koro sesi gittikçe uzaklaşırken, imparatorlukta, halkın içinde ayrışmalara neden olan ve ayrılıkçılığı güçlendiren ikona kırıcılığın tasfiyesi ile ikonaların kutsallığı ilan etmek için yürüyerek Ayasofya’ya geldiler.

Tam bu sırada yukarıdan gelen hafif ritmik seslere kulak kabartıp da gökyüzüne bakan Theodore, başlarında “eflatun” harmaniyeli dört at ile ney, bendir ve zil eşliğinde, Afrika’dan kalkıp Prens Adaları üstünden uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını rahvan savuran, leylekleri görünce çok sevindi ve oğlu Mikail’e dönerek;

-Kadim zamanlardan beri, bunu hiçbir zaman aksatmazlar, dedi.

Rahvan tempoda, beşerli süvari birlikleri düzeninde, büyük bir leylek sürüsü, Ayasofya üzerinde, sağ kanatları göğüs üstünde tek salto çekip, süzülerek Kostantinopolis halkını ve İmparatoriçeyi selâmladılar. İmparatoriçe ile beraberindeki erkân da sağ elleri kırkbeş derece yukarıda onları selâmlarken, leylekler düzenli birlikler halinde başlarında “San Marco’da” konaklayacak dört atla beraber[2], bir kol Ayasofya, Valens Kemeri üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle, Boğaz üzerinden Kuzey Küreye,  dişi artçıların, gagalarındaki torbalarlarıyla birlikte, akmaya başladılar.

Valens Kemeri yakın rotası ile Güney Avrupa’ya gidecek kol, kemeri geçer geçmez Lycus Deresi[3] üzerine geldiğinde, ufak ama özel bir birlik bir tubanın[4] ses vermesi, bir kösün[5] de emredici temposuyla bu koldan ayrılırken, diğer birlikler daireler oluşturarak onları selamladılar. Başlarında erguvan harmaniyeli bir leylek, onun ardında altın aquilifer[6] taşıyan bir leylekle beraber erguvan renkli gagaları ve ayaklarıyla görünümleri özel, görevleri özel, belli ki kutsal, belli ki seçkin, bu özel birlik, büyük bir torbayı dikkat ve saygıyla taşıyarak Lycus Deresinin aktığı vadiye süzülerek indiler.

Çeşitli ülke ve bölgelerden gelen leylekler kollarından oluşmuş ana kolun lideri babası ile yan yana uçan ve bu töreni meraklı bakışlarla izleyen, yeni yetme delilaklak leyleklerden Şapur, babası Ardeşir’e,

-         Emrine uyan ve yasaklarından sakınanları seven, sen, bizleri dağlardan denizlerden aşırtan ve yol gösteren, sen, doğru yerlerde konaklayıp karnımızı doyuran, analarımızı, bacılarımızı, gençlerimizi, taşıdığımız torbaları özenle kollayan, sen, ulu ve bilge babam, nedir bizi burada bu kadar alıkoyan? Kimdir onlar, erguvan renkli gagaları ve ayakları ile bizden ayrılan? dedi.

Bunu duyan Ardeşir de gülümsedi ve oğlu Şapur’a,

-         Senden tam da şimdi beklediğim bu soru, olgunlaşmaya başladığının işaretidir… onlar; göçlerimizi anlamlı kılan, geçmişten bu güne, babadan oğula geçen görevimizin simgeleri, leyleklerin en akıllı ve güçlüleri, her biri sınanarak seçilmiş Ioudas Enotıta=Erguvan Birlik”, tir. Onlar; onların ve kavmimizin geçmişini anlatan bu hikâyenin ana sebebidir…

deyip, el verip, diz vurup, yaşlı ve bilge deniz minaresinden izin isteyip, bu sefer, o başladı anlatmaya…
--0—

Çok ama çok uzun yıllar, hatta asırlar evvel,
Antik Mısır’da İteru, Büyük Nehir, 
Yunanca’da Neilos, Nehir Yatağı,
 olarak anılan
dünyanın en uzun nehri Nil boyu ve deltasında,
ilkbahar, yaz, sonbahar, kış
yaşarken kavmimiz  tembel,
her şeyin içyüzünden, gizinden ve saklısından haberdar,
seçilmiş seçkin, atamız, yüce lak Abdülhabir, 
görür rüyasında
belden aşağı ışığa kesmiş, bir tanrıça


tanrıçanın ayakucunda
erguvan renkli bir torba
torbanın içinde, yeni doğmuş bir  bebe,
tanrıçanın yanında bir başka tanrıça,
eteğinde
bir çanak süt, buğday, arpa, üzüm, bal, badem ile
Doğurganlık tanrıçası Bona Dea,
erguvan torbayı uzatır Abdülhabir, leylek kuluna,
yanındaki diğer Tanrıça
 yeni doğan bebekleri koruyan ve kollayan
Pilumunus’un,  
tutar elinden
ve der,
“Ey yüce lak, nam-ı Abdülhabir,
sen ve bu topraklarda yıllardır üretmeden tüketen,
bir eli yağda bir eli tombul kurbağada,
dünya yansa umurunda mı dünya
kavmin ve sen;
bundan böyle
 ilelebet
Tanrıça Pilumunus’un emriyle,
buradan alacağınız bebekleri,
ulaştıracaksınız onlar için seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine,”
Korkuyla uyanan Abdülhabir,
emir verir toplanması için
aklı bir karış havada, kocabaş leylekler meclisinin
…  
Mecliste
bir yanda dişiler, sırasıyla
Tefnut, Cihandide, Hoşkadem ve Zayiçe.
bir yanda erkekler
Shu, Cihaner, Bargu ve Şebefruz.
Yüce lak Abdülhabir,
anlatır rüyasını meclise,
yorum ister her birinden tane, tane
meclisteki her bir üye,
çevirirler bakışlarını Zayiçe’ye
o ki
bilir, ne zaman, nerede yıldızlar
ne anlama gelir, geleceği belirleyen burçlar,
Zayiçe,
kafasının sağ kanadının altına sokar
bir müddet hareketsiz kalır
sonra kafasını yukarı kaldırır,
iki lak, bir tak’tan sonra
 der;

“ Ey Abdülhabir, rüyanda sana gelen tanrıça,
leyleklerin binlerce yıldır sürdürdüğü sahte mutluluğa,
 kadere ve kabullenişe son vermeye kararlı
mutlaka  kutsal bir işaret
vakit geçirmeden kavmimize ilet…


ve
bilsinler ki bundan böyle
kadim leylek kavminin yaşamının amacı ve anlamı;
dağıtmaktır seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine,
yeni doğan bebeleri”

Bunun üzerine,
Tanzanya’dan Mısır’a
Ak leylekler’den[7] Kara Leylekler’e[8]
Jabirular’dan[9] Marabular’a[10]
Nil deltasına egemen
Lakistan Büyük Leylek Meclisi üyeleri,
onaylar Zayiçe’nin dediklerini

ve
Yüce Lak Abdülhabir,
der,
“duyurun
Tanzanya’dan Mısır’a
Jabirular’dan Marabular’a
büyük, küçük, ak, kara
demeden bütün leyleklere

bilsinler ki bundan böyle
kadim leylek kavmi için yaşamın amacı ve anlamı
dağıtmaktır seçilmiş evlerine ve ebeveynlerine
yeni doğan bebekleri…”

söz alır Cihandide,
bütün dünyayı gezip, gören,
yedi tepe, yedi dere…

“kalırsak biz, böyle ne yaptığını bilmez bir kabile,
bu emri vermeyin boş yere…
bu amaç için
önce plan, program
düzen ve düzenli kurumlar gerek bize,
tıpkı Mısır’da, Mezopotamya’da Anadolu’da gezdiğim, gördüğüm gibi..
onun için,
 önce bulmalıyız 
hünerli ve bilgili leylekleri
onlar da
gözleyip, el alıp, öğrensinler
yukarıda sıraladığım yerlerin
kamu düzenini”

söz alır Cihaner,
leylekler arasında namlı ve yiğit,
“yolculuk sırasında
süvarilerin uyumlu,  atletik ustalığı ve yıldırım hızı, 
lejyonerlerin tedbirli, disiplinli, ve kıskandıran taktik çalımlarıyla...
korumak ve kollamak için, tüm leylekleri,
bir yandan da kurmalıyız
düzenli leylek birliklerini”
ve
Yüce Lak Abdülhabir,
Tanzanya’dan Mısır’a
Jabirular’dan Marabular’a
büyük, küçük, ak, kara
demeden bütün leyleklere,
der,
örgütlenin ve kurun
 demokratik kamu düzenini
ve
düzenli leylek birliklerini”

ve der, Hoşkadem’e
“kutsa  kararlarımızı ve bizi,
 uğurlu ayak ve gaganla…”

ve der, Bargu’ya
“belirle şimdiden o üstün bilginle,
gitmeliyiz hangi cihetlerden en az gayret ve telefle?…”

ve der, Tefnut’a
 “oku ve yorumla bakalım
Bargu’nun belirlediği cihetlerdeki bulutların,
ne anlama gelir bakışları?...”

ve der, Shu’ya
“oku ve yön ver,
Bargu’nun belirlediği cihetlerdeki rüzgârlara,
yoldaşlarımı az yoran, çok yol aldıran...”

ve der Şebefruz’a
“aydınlat,
kimsede bulunmayan gözlerinle gecelerimizi,
uçarken karanlıklarda…”

ve der
üç defa
“uğurdur inşallah, uğur ola”
  
-İşte böyle başlar biz, leyleklerin göçleri,
  
dedi, Ardeşir oğlu Şapur’a… ve sonra yine el verip, diz vurup, sözü yaşlı ve bilge deniz minaresine verdi… devam etti yaşlı ve bilge deniz minaresi…

--0--

Bunun üzerine leylekler, sağda, solda lak lak edip gününü gün eden, bütün leylekler, titreyip kendilerine döndüler. Biz bu işi elbet beceririz deyip etraflarındaki hünerli leylekleri bellediler. Süratle örgütlenmeye giriştiler.

Hitit, Babil, Asur, Sümer, Pers ve Mısır mekteb-i mülkiyelerinde, harbiyelerinde eğitim gören, edep, erkân görmüş, siyah façalı kanatlı, master veya doktoralı, bürokrat, diplomat leylekler ile gagaları, ayakları ve kanatları tek renk üniformalı kurmay leylekler, taktik plan, stratejik plan, tamim, talimat, yasa, tatbikat, laklak da taktak diyerek, leyleklerin amacı ve anlamına göre, göçleri yönetecek, gerçekleştirecek, destek sağlayacak diğer leylekleri eğittiler.

Bargu liderliğinde Tefnut ve Shu bir grup leylek ile beraber yol haritalarının hazırlanmasını, göç yollarının belirlenmesini sağladılar.

Cihaner liderliğinde ve onunla aynı aileden gelen, Cihanşah ile Cihansuz, leylekleri göç yollarında koruyacak ve kollayacak düzenli leylek birliklerinin donatılmasını, kurulmasını ve eğitimlerini üstlendiler.

Güzellikte ve yuva dişiliğinde nam salmış Nazıdil, Şehper ve İrmegan, bir yandan, yılan bumbar, solucan bolognese, kâğıtta kurbağa bacağı, dere yatağında kurbağa buğulama v.b.g. çok sevilen leylek yemeklerini, yolda azık ve katık yapmak üzere yeni yetme leyleklere öğretmeye, tariflerini yazıp, yayınlamaya, bir yandan da yemek yapmak için gerekli kap, kacak, maşrapa, pirinç, şeker, tuz, salça v.b.g. erzak ve gereçleri önce depolamaya sonra da görevli taşıyıcı leyleklerin bunları sırt çantalarında taşıyabileceği düzenlemelere giriştiler.

Bütün bu çaba ve çalışmaların en önemlisini Kibele[11], Ma[12], Ninhursag[13], Sarpanit[14], Tellus[15], İştar[16] üstlendiler. Evlerine ve ebeveynlerine dağıtılacak bebeklerin ana depo rahminde önce erkek ve dişi, sonra sarı, siyah ve beyaz ırk gibi niteliksel, saç rengi, göz rengi gibi biçimsel sıralama ölçütlerini belirlediler. Dağıtım yolları üzerindeki ara depo rahimlerinin yerlerini, sonra da son depo rahim yerlerini belirlediler. Bebeklerin yanlış ebeveynlere teslimini önlemek için, en sivri ve sert gagalı leyleklerle, her bebeğe özel, bebeğin kimlik bilgilerini taşıyan bar-bilezikli bir düzen geliştirip, bunları bebeklerin kollarına bağlanmasını sağladılar. Bebeğin kimlik bilgilerini bir kopyası, bebeği teslim alacak son depo rahim sorumlu leyleğe verilmek üzere bilgi-tablet kopyalara işlediler.

Bütün hazırlıklar tamamlanıp da artık leyleklerin amacı ve anlamına uygun görevlerine hazır olduğu bilgisiyle, yıldızların konumuna bakan Zayiçe, Nisan ayı başında sevkiyatı uygun görünce, Yüce Lak Abdülhabir Nisan ayının 3.günü kendisini üç kere lak, üç kere takla selamlayan bütün görevli birliklere, görkemli bir resmi kanat geçiş töreni eşliğinde ilk sevk emrini verdi.

Aynı anda, Cihaner de öncü birliklere, verilen yol haritalarına göre ilk konaklama yeri olan Nil Deltasına hareket emri vererek deltada gerekli keşif, koruma ve barınma tedbirlerinin alınmasını istedi.

Aynı anda, Nazıdil de örgütçülüğüne çok güvendiği Şahper’in liderliğindeki leyleklere öncü birlikler peşinde gerekli teçhizatla birlikte hareket emri vererek, deltada ilk konaklama yerinde geçici ve gerekli aşevi, sütevi, bebe bakımevi gibi ünitelerin, ana birliklerin taşıdıkları torbakoli bebelerle gelmeden önce hazır olması emrini verdi.

Bütün öncü birliklerin, lideri Cihanşah’ın emriyle, sırasıyla harekete geçen kollar teker teker havalanırken etraftaki gri balıkçıllar, kaşık gagalar, karabataklar, bıyıklı sumrular, “hayırdır inşallah” diyerek, leyleklerin bu toplu hareketini sorguladılar. Kurbağa, kaplumbağa ve yılanlar sevinç çığlıkları atıp günü festival günü ilan ederken, timsahlar, menülerinde azalan çeşit nedeniyle hayıflandılar. Bu arada, leyleklerin rotasına çıkan bazı martı sürüleri “ne oluyor yahu…?” deyip telaşla kaçışıp dağılır, içlerinden bazıları da leyleklerle çarpışken, görevini yapmamakla suçladıkları İskenderiye Fenerindeki uçuş kontrol kulesine sövdüler.
Nil deltasının Akdeniz’in güney, Sinin[17] yarımadasına doğu kıyılarını, ilk konaklama yeri belleyen öncü leylekler, buraya ulaştıklarında düzenli kollar halinde yere inip, artlarından gelecek ana birimler için önce mıntıka temizliğine girişip, kolitorba bebeklerin yerleştirilecekleri geçici yuvaları belirlerken, leylazım ile leydonanım birlikleri de aşevi, sütevi, bebe bakımevi, dışkı atım yerlerini hizmete hazır edip, yiyecek depolamak için harekete geçtiler.

Havada yüzlerce leyleği görüp de önce teyakkuza geçen kurbağalar, vrakface ve twittvrak aracılığı ile alarm durumu ilan edip, nilüferlerin altlarını gizli mekân bellediler. Çekirgeler, sürüler halinde leyleklerin üzerine gidip, leylekler gözlüklü maskelerini takıp onları avlayana kadar, epey yoldaşlarının kaçıp kurtulmasını sağladılar. Salyangozlar ise onlar kadar şanslı değildiler. Çoğu, leyleklerin çok sevdiği salyangoz salma yemeğinde kullanılmak üzere sepeti boylarken, içlerinden bir kısım yalaka salyangozun, leyleklere yalvarıp “aman derim, sana bir kurbağanın veya yılanın adresini vereyim de salıver beni,” ispiyon içerikli dilekleri, hem kendilerinin hem de ispiyonladıkları türlerin leyleklere malzeme olmalarına engel olamadı.

Nihayet her bir kolun başında Kibele, Ma, Ninhursag, Sarpanit, Tellus, İştar olmak üzere gagalarında özel bebe taşıyıcı torbalarla arkadan gelen ana birlikler gökyüzünde görününce, daha önce gelenler, düzenli sıralar halinde gelenleri, kanat çırparak, gaga tıklatarak selamladılar. Gelenler iner inmez emanet torbaları açtılar, bebelerin altını temizleyip, hindistan cevizi yağı sürüp, mol-papirüs ile bağladılar, sonra da beslediler. Kendileri, kurbağa buğulama, salyangoz salma ve tatlı olarak çekirge göğsünden ibaret yemeklerini yedikten sonra her biri sorumlu oldukları bebeklerin yanına gidip, kanatları altında, onları koruma altına aldılar. Gece boyunca diğer bölgelerden gelen leyleklerle daha da büyüyen, büyük bir kervan halini alan sürüler, sabahın ilk ışıkları ile birlikte yine başta öncü birlikler olmak üzere aynı düzende Kudüs’e hareket edip mola vermek üzere oraya vardıklarında kanat flaplarını düşürüp inişe geçtikleri anda… zaman da kaydı.

--0--

Aradan geçen uzun yıllar boyunca göç teknikleri ve bilgileri ile kolitorba bebek taşıma işinde oldukça uzmanlaşan leylekler, okullar açıp, bilim leylekleri yetiştirip diğer türlere ve hatta insanlara, yönetim ve organizasyon, ulaşım, lojistik, haberleşme, koruma ve kollama, yön bulma, uçma, hava durumu gibi dallarda ders veren bir uygarlığa ulaşan leylekler, zamanın kaydığı aynı gün, yine Kudüs üzerine geldiklerinde kervanda bulunan her dilden her dinden leylekler, kervanbaşı tarafından edebe ve erkâna davet edildiklerinde, kanat durdurup, ney, bendir kudüm eşliğinde büyük bir sükûn ve huşu içinde sırasıyla Ağlama Duvarı[18], Kutsal Kabir Kilisesi[19], El Aksa Camii[20], Kubbet-üs Sahra[21] üzerinde yedişer kere tavaf ettikten sonra Zeytindağı[22]eteklerinde mola verdiler.

Artık tüyleri evrim geçirmiş, hepsi de zamanın egemeni roma tüylerine bürünmüşlerdi. Yönetici leyleklerde beyaz hâkim, diğerlerinin kanat uçları birliklerinin görevine göre siyah, kırmızı veya mor renklerle bezenmiş, koruyucu birlikler yarasa derisinden yapılmış yelekler giyip, timsah dişi kısa kargı, kirpi okları taşır olmuşlardı.

Küdüse inmiş, Kudüs ve yöresindeki teslimi gereken koli torbaları ebeveynlerine teslim etmiş ve geleneksel günlük işlerini tamamlayıp, yemeklerini zeytin ve hurma ile de zenginleştiren leyleklerin bir kısmı, yemekten sonra her birinin kendi dinlerince kutsal yerleri ziyarete gidip dinlerinde zorunlu görevlerini yerine getirdiler. Sabah olup da kervanbaşının kalk taklarıyla uyanan leylekler, yıkanıp temizlendiler ve sonra sahanda kurbağa larva ile kahvaltı edip, adı Aramice, (iyi sulanmış yer)’den gelen Darmes’eq=Şam’a gitmek üzere yola çıktılar. Arabistan’dan İpek Yolu’na giden bütün yolların üzerindeki metropol, Şam’a gelip de yedi kapılı kale duvarları üzerinden geçerlerken, Şam halkını selamladılar ve Kabil’in Habil’i öldürdüğü Kasyun dağı ve eteklerinde konaklamak üzere inişe geçtiler.



Yasemin kokulu şehir olarak da bilinen, yıllardır bir an önce konaklamak için özel kanat çırptıkları Şam, enfes yiyecekleri ile tam bir şölen yeri olup, leylekler, kervanbaşının izniyle sadece burada özel yemekler yiyip demlenebilirler bunun için de için kale duvarlarının güneyinde Barada nehrinin kıyılarındaki meyhanelere giderlerdi. Şişte fare kebap, yılan kokoreç, içli karınca, kerevit dürüm gibi yöresel lezzetler yanında arak içer üstüne de bir porsiyon çekirgeli baklava yediler mi, bütün yorgunluklarını unutur ama sabaha da göç yoluna her zamankinden daha geç çıkarlardı. Kervanbaşları, buna rağmen, olası zihinsel yorgunlukları gidermek, dostlukları pekiştirmek, görev gerginliğini azaltmak için yol boyunca belirlenmiş bazı yerlerde bu türden kaytarmalara göz yumar hatta izin verirlerdi.  Sabah her zamankinden biraz geç uyanan leylekler, bir de burada, bir kol Pers Ülkesi üzerinden doğuya, bir kol Kıbrıs üzerinden batıya, bir kol da Antiochia[23] üzerinden kuzeye ayrılmak üzere yeniden düzene girinceye kadar, biraz daha zaman yitirir ama akşam, alınan enerji ve sinerji, bu yitik zamanı kapamak için onlara güç verirdi. Bu sefer de bu güç ile havalanan kollar önce havada birbirlerini selamladılar ve sonra her bir kolun kendi rotasında yola çıktığı… anda… zaman da kaydı.

--0--

M.S.271, zamanın kaydığı aynı gün, kuzeyde Amanos, güneyde Cebel Akra ve doğusunda Silpius Dağı[24]’na yaslanmış Roma İmparatorluğu’nun 3.büyük kenti Antiociha’ya gelen kuzey kolu leylekleri, konaklayacakları, şehrin doğusunda, kuzey-güney yönünde akan Orantes[25] nehri kıyılarına inmeden önce her zaman ve her yerde yaptıkları gibi, ama her zamankinden daha sessiz, daha resmi, sanki kaldıramayacakları bir yük varmış gibi edep ve erkân içinde şehri selamladılar ve dönüp durmaya devam eden içlerinden ufak bir birlik hariç Orantes nehrine doğru yöneldiler. Nehir kıyısına inen ana grup, yine her zamankinden öte sanki bir şeyi inciteceklermiş gibi büyük bir sessizlik içinde hareket edip, koli torba teslimi dâhil yine büyük bir sessizlik içinde işlerini görürlerken, onlarla beraber gitmeyip de şehrin üzerinde bulunan ve aşağıya doğru indiklerinde fark edilen erguvan renkli gagaları ve ayaklarıyla görünümleri özel, belli ki seçkin, görevleri özel, belli ki kutsal,  özel bir birlik, erguvan renkli büyük bir torbayı dikkat ve saygıyla taşıyarak başlarında, erguvan harmaniyeli bir leylek, onun ardında, altın aquilifer taşıyan bir leylekle beraber Silpius Dağı eteklerine süzülerek indiler. İnmeleriyle beraber itinayla taşıdıkları erguvan torbayı, telkâri bir gömlek içindeki hasır bir sepete yerleştirdiler ve üzerine bir cibinlik örtüp sepeti de nöbetçi leyleklerle çevrelediler. Bu arada bu özel birliğe refakat eden, lila rengi türbanlı dişi leylekler, torbayı açarak içindeki bebeğin bakımını, beslenmesini sonra da uyumasını sağlayıp ve içlerinden birini bebekle bırakıp, dinlenmeye çekildiler. Sabah, Orantes kıyılarında kalan leyleklerin yine saygılı bir sessizlikle gelip havada düzenli daireler çizerken, havalanan Erguvan Birlik, öncü birliklerin hemen ardında yer aldığında, kuzey kolu leylekleri, kol başı Valeryus’un emriyle hareket ettiler ve aynı tempo ve ritüellerle sırasıyla Tarsos[26], Kappadokia[27], Dorylaion[28] ve Nicaea’da[29] konaklayarak Byzantion’a[30] geldiler.

Byzantion’a yakın Prens Adaları üstünden uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını rahvan tempoda savuran,  beşerli süvari birlikleri düzenindeki sürü, sağ kanatları göğüs üstünde tek salto çekip, süzülerek Byzantion halkını selâmladılar. İzleyen günün sabahında bir kol, Boğaz üzerinden kuzeye, bir kol da doğu-batı rotasında gitmeden önce Lycus Deresi boyunca konaklamak üzere, derenin üzerine geldiklerinde, Erguvan Birlik, bir tubanın ses vermesi, bir kösün de emredici temposuyla ana sürüden ayrılırken, diğer birlikler daireler oluşturarak onları selamladılar. Erguvan renkli torbayı dikkat ve saygıyla taşıyan Erguvan Birlik Lycus deresinin aktığı vadiye süzülerek indikten sonra diğer leylekler de bu birlikten uzak ara konaklamak üzere vadiye yayıldılar.

Bugüne kadar konakladıkları yerlerde ve yörelerde hem kendi soylarını devam ettirmek, hem de dönüş yolunda konaklayacakları yerlerin bakım ve onarımını sağlamak amacıyla yerleşim yuvaları ve barınakları inşa eden leyleklerden bir kısmı, bu sefer, vadiye Erguvan Birliğin denetim ve gözetiminde konak gibi bir yuva yapıp, erguvan renkli torbayı içine yerleştirdiler, yuvanın yanına, yöresine de sabaha kadar süren bir çalışmayla erguvan ağaçları diktiler. Burayı, her seferinde ziyaret edilip, tavaf edilmesi, gerektiğinde de erguvan renkli bir torbayı teslim edecekleri yer olarak bellediler.

Sabah, bir kol kuzeye bir kol da batıya gitmeden önce tören düzeni içinde havalanan birlikler, erguvan yuva etrafında yedi kere döndükten sonra yerde hazırolda bekleyen Erguvan Birliği törenle selamladılar ve kuzeye giden kol tören yerinden ayrılırken, Erguvan Birliği de kapsayan batı kolu yine aynı olağanüstü sessizlik ve düzenle Adrianople[31], Skoupoi[32], üzerinden Naissus[33]’a kadar geldiler. Naissus’a geldiklerinde yine tören düzenine geçen sürü, ayrılarak o güne kadar giymedikleri tören giysileri ile şehre inmeye hazırlanan Erguvan Birliği selamladılar.

Başlarında erguvan harmaniyeli Jüstinyen adlı komutan, onun arkasında altın aquilifer taşıyan leyleğin önderliğinde, uygun kanat temposu içinde, taşıdıkları erguvan renkli torbayla beraber, bir saray damına tek sıra inen leylekler, birlik, aquilifer yere paralel, sağ kanatları göğüs üzerinde hazırolda beklerken, Jüstinyen ile beraber iki erkek, iki de dişi erguvan renkli leylek, ölümünden sonra Konstantinopolis olarak anılan Byzantion’u, yeniden inşa eden,  erguvan renkli torba içindeki bebeği, “Büyük Konstantin’i” annesi Helena ile babası Konstantius Chlorus’a teslim ettiler.

-         İşte o gün, bugündür Konstantinopolis’i koruyan, kollayan ve kollayacak olan imparator, sultan ve İstanbul’u İstanbul yapan bebeler, anne ve babalarına Lycus vadisindeki erguvan konakta teslim edilmek üzere, soyluluk ve otoritenin simgesi, eflatun rengi giysili, Erguvan Birlik tarafından taşınırlar… onlar ki; göçlerimizi anlamlı kılan, geçmişten bu güne, babadan oğla geçen görevimizin simgeleri, leyleklerin en akıllı ve en güçlüleri, her biri sınanarak seçilmiş Ioudas Enotıta=Erguvan Birlik”, tir… ve onlar ki; dünyanın bu başşehrini onurlandıran,  onların ve kavmimizin geçmişini anlatan bu hikâyenin ana sebebidir…

dedi Ardeşir ve gülümsedi oğlu Şapur’a, ve sonra yine dedi…

-         Dilerim, görür gözlerim, oğlum Şapur’u… efsunlu, tutkulu ve erguvan yüklü bu şehrin semalarında… Erguvan Birliğin başında… deyip

el verip, diz vurup, sözü tekrar yaşlı ve bilge deniz minaresine verdi… ve devam etti yaşlı ve bilge deniz minaresi…

Leylekler ve Erguvan Birlik, geçen yüzyılın ikinci yarısına kadar İstanbul’u onurlandırdılar Erguvan Birlik, anılan yıllarda dere niteliğini kaybetse de mevcut yer altı suları ve kuyularıyla Bayrampaşa’dan Langa’ya kadar uzanan Lycus vadisinin erguvanlarını, bostanlarını, kurbağalarını, Evliya Celebi gibi her bir yerini karış karış keşfe çıkan, teneke üzerinde kızartıp yemek için çekirge avlayan, gündüzleri tavşan, geceleri ateş böceği kovalayan çocuklarla paylaştılar… Ta ki leyleklerin ve o yörede yaşayan çocukların, hayatlarında ilk defa gördükleri dozerlerin, iş makinelerinin, kamyonların hoyrat ve saldırgan devinimleri ile o güzelim bostanlar, kuyular ve meyve ağaçları, Vatan Caddesi, nam ucube yolu açmak için yıkılana ve yok edilene kadar… o günden sonra leylekler bir daha İstanbul’un içine hiç inmediler. Onların yerini kargalar aldı!.. Erguvan Birlik hiç görünmedi, görülmedi. İstanbul’da doğan ve büyüyen çocuklarımız ve torunlarımız onları hiç tanıyamadı. Onlarla beraber hiç oynayamadı. Kurbağa, kertenkele, kirpi, tavşan, kelebek, ateş böceği kovalayamadı. Ağaç dallarından incir, elma, erik, ayva, çitlembik toplayamadı. Vandal Cephesi geldi, İstanbul’un leyleklerini kaçırdılar. Çocuklarımızın, çocuklarının İstanbul’unu, çocukluğun ruhunu çaldılar.

Ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan İstanbul’a rahvan gelen leylekler, artık bugün, İstanbul’un içine inmeseler ve inemeseler de Burgazada’da Hristos’un üstünde uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, “hu çekip” süzülerek, her şeye rağmen Konstantinopolis’ten bu yana değişmeyen ritüelle, İstanbul’u selâmlarlar ve ardından da deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle, bir kol Ayasofya, Süleymaniye, üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da Neve Şalom, Kulekapı Mevlevihanesi ve Boğaziçi üzerinden Kuzey Küreye doğru,  dişi artçıların gagalarındaki torbalarlarıyla birlikte, gözlerinde bir damla yaşla beraber uçarlar, uçarlar…

Dersâdet mi?...Bana anlattığına göre, o, Erguvan Birliğin ayakta kalan son neferiydi…
---------------------------------------------------------
12.09 / 11.12.2011 Burgazada – Etiler, İSTANBUL

[1] İstanbulun adlarından biri olup tek â ile yazılmaktadır.
[2] Haçlılar tarafından 1204 yılında hipdromdan çalınan, bugün hâla San Marco meydanında bulunan dört at heykeline gönderme yapılmaktadır.
[3] Deuteron (Edirnekapı) ile Pempton (Topkapı) arasındaki vadide akan,  Konstantin Lips Manastırı (Fenari İsa Camii) dolayında yeraltına inip Vlanga’da (Langa)  Thedosius Limanına (Yenikapı, Langa ve Davutpaşa arasındaki liman) dökülen, Bayrampaşa Deresi. 1957 yılına kadar sulak ve bostanlarla dolu olan bu vadi,  şimdi Vatan Caddesidir.
[4] Uzun bir trompet
[5] Bakır büyük bir kase ile üzerine gerilmiş deriden oluşan iki tahta tokmak ile çalınan müzik aletidir.
[6] Lejyonun bayrak ya da kartal simgesini taşıyan en önemli ve saygın askeridir. En kıdemli askerlerden seçilir iki katı maaş alırdı. Aquilanın kaybedilmesi çok büyük bir onursuzluk sayılır, cezası ölüme kadar gidebilirdi.

[7] Boyu yaklaşık 100 cm, kanat uçma tüyleri siyah, öbür tüyleri beyaz, gagası uzun ve bacakları kırmızıdır.
[8] Beyaz karnı dışında mor yeşil parıltılı siyah tüyleriyle ak leylekten kolayca ayırt edilebilir.
[9] Gövdesi beyaz ve yeşil, bacakları kırmızı, iri gagası siyahtır.
[10] En iri leylek türüdür boyu 1,5 metreye, kanat açıklığı 2,6 metreye ulaşır.
[11] Anadolu kökenli bir ana tanrıçadır. Birçok kültürde farklı isimlerle yer alır.
[12] Anadolu kökenli başka bir ana tanrıça.
[13] Sümerlerin ana tanrıçası.
[14] Babillerin ana tanrıçası.
[15]Yunan mitolojisinde tanrıların yaratıcısı olarak bilinir.
[16] Akad mitolojisinde Bereket, aşk, savaş ve seks tanrıçasıdır.
[17] Sina Yarımadası
[18] HaKotel HaMa'aravi,  Kudüs’te Yahudilerce kutsal sayılan Büyük Tapınağın ayakta kalan Batı duvarı.
[19] Church of the Holy Sepulchere  Kudüs’ün eski şehir duvarları içerisinde yer alan bir  Hıristiyan kilisesidir.hrin Kilise'ye bir çok hıristiyan , İsa’nın  çarmıha gerildiği tepe olması nedeniyle hürmet göstermektedir. Ayrıca kabirine gömüldüğü yer olduğu da söylenir. En az 4. yüzyıldan beri, İsa'nın yeniden dirileceği yer olmasına inanılması nedeniyle, bu kilise hıristiyanlar için önemli bir hac noktalarından biridir.
[20]  Al Masjidi, al Aqşa İslam dinine inananlarca kutsal sayılan mekânlardan biridir. Kudüs şehrinde bulunan Mescidi Aksa'yı ilk inşa eden kişi Süleyman'dır.

[21] Qubbat As-Sakhrah Kudüs’te Müslümanlar ve Yahudiler tarafından kutsal kabul edilen kaya  üzerine Emeviler devrinde inşa edilen ortası kubbeli sekizgen bina.

[22] Musevilik’te; Kıyamet gününde, Musevi metinlerinde müjdelenen, Yahudi milletinin kurtarıcısı Mesih'in Zeytin Dağı üzerinden Kudüs'e geleceği aktarılır. Bu nedenle dağın yamaçlarında yaklaşık sayıları 150.000 bulan musevi mezarları ile doludur. Hıristiyanlık’ta;  Barnabas İncilinde İsa’nın Zeytin Dağı'nda ibadet ederken kendisine peygamberlik görevi verildiği anlatılır. İslam’da; Sırat köprüsü, Zeytindağı ile haram as-Sarif arasında kurulacaktır.

[23] Antakya.
[24] Habib Neccar Dağı
[25] Asi Nehri.
[26] Tarsus
[27] Kapadokya
[28] Şarhöyük olarak da bilinen, Eskişehir’de bulunmuş en eski yerleşim birimidir.
[29] İznik
[30] İstanbulun bilinen ilk adı.Megara kent devletinden gelen Dor’lu yerleşimcilerin bugünkü İstanbul’un üzerine kurdukları koloniye kralları Byzas şerefine verdikleri ad.
[31] Edirne.
[32] Üsküp.
[33] Niş


 GELEN MESAJLAR

Sevgili Altın Biraderim,

Bilesin istedim ki, artıkın okur ve hayran kitlesi itibarı ile sınır ötesi durumundasın.50 yıllık kadim dostlarımdan, İstanbul Erkek’ten sınıf arkadaşım, Celalettin’e ki, kendisi 1969’dan bu yana Berlin vatandaşıdır, “Erguvan Renkli Leylekler” serialinin 1. bölümünü mail ilen iletmiştim “ bak bakalım beğenecek misin “ diyerekten ve de adım gibi emin olarak onun bu zokaya takılacağından… Buyurun el cevap aşağıdadır;
 Tuğrulcuğum,
 Bunun devamını nereden bulabilirim? Sevgiler, Celalettin“

Son durum budur yani… gelen her bölüm anında Berlin’e forward ediliyor; müsaaden varsa tabii … Altın Biraderim, Emin kardeşimizin çok değerli katkıları ile oluşan elimizdeki bu ‘ilk kitap’ bu gün değerlidir; yarın paha biçilmezdir. Ne zaman olur bilmem ama biliyorum ki bir gün Tüyap Kitap Fuarı’nda, imza gününde o kuyruğun en başında ben olacağım; keyifle ve de gururla.Yolun açık olsun kardeşim.

Tuğrul ÜNSAL, 19 Aralık 2011

Sevgili Kardeşim,
Günlerdir e-postanı beklemekteyim. Çünkü beni bu "kötü yola " düşüren senden bir yanıt gelmeyince, dedim "eyvah, bu sefer olmadı galiba..."  ama görüyorum ki benim leylekler, bu soğukta Berlin'e bile ulaşmışlar da Celalettin kardeşin kolisini "herhalde Noel Bebe giysisi" dahi bırakmışlar... Özetle bu sabah çok mutlu ettin beni, yeni yılın bütün günleri sevindirsin önce çocuklarımızı, sonra seni, aileni, öbek arkadaşlarımı ve ailelerini, ellerimiz titreyerek, çocuklarımıza emanet ettiğimiz Türkiye’yi... Hepiniz kalın tasasız, sağlıkla, Mehmet 19 Aralık 2011
--0--

Sevgili Mehmet Altın,
Güzel bir dille kaleme aldığın bu yeni eserin için seni kutluyorum. Ellerine sağlık, sevgili arkadaşım.

Fatih Uslaş, 22 Aralık 2011

Ben de seni kutluyorum bu blog sayesinde çıktık sahneye... Mehmet 22 Aralık 2011
--0--

Teşekkürler Mehmet. Büyük bir zevkle okudum. Sağol!.

Tülin Çağlar Koray, 
22 Aralık 2011

Bu sayede öbeğimize düştü sözlerin, ne güzel!...sana ve ailene dilerim yeni yılda tasasız ve sağlıklı günler... Mehmet 22 Aralık 2011

--0--

Kaleminize sağlık... Sabırsızlıkla üçüncü bölümü bekliyoruz. 03 Ocak2012
Gerçekten çok hüzünlü…12 Ocak 2012
Sibel Beşkardeş

Sibel kardeşim,
İlgine teşekkür ederim… Mehmet 12 Ocak 2012

--0--

Bu öğlen çabuk okuyup beğen yaptım. Şimdi de rahat kafayla print edip okudum ve çoktandır çıkarmadığım şapkamı çıkardım.

Mehmet Bey, bu at heykelleri başlı başına bir hikâye. Napalyon tarafından Venedik’ten alınıp Paris’te zafer takının üstüne konmuş ve sonra tekrar Venedik’e dönmüş ama şu anda meydanda olanlar kopya. Orijinalleri ise kilisenin içinde… Bir gün bu atların kendi ağızlarından hikâyelerini anlatırsanız büyük bir zevkle olur, sakladığım “şiir gibi düz yazılarınıza eklerim. 

Jul Amado, 14 Ocak 2012

Teşekkür ederim… Önerinizi zevkle yerine getireceğim.  Mehmet 14 Ocak 2012

--0--

Haklısın Jul… Ben de sindirerek şimdi ancak okuyabildim… Malum ya Mehmet, yavaş ve emekle okunuyor… Hakkını vermek lazım… Teşekkürler Mehmet arkadaşım…

Gülçin Atıcı, 14 Ocak 2012

Teşekkür ederim… Mehmet 14 Ocak 2012

--0--

Mehmet Bey,
Elinize sağlık. Saat 02.30 ve yine sonuna kadar iki kere okudum.

Moshe Naum, 14 Ocak 2012

Teşekkür ederim… Mehmet 14 Ocak 2012

--0--

Bravo Adaş !! yüreğine sağlık !!!

Mehmet Yetim “Birol”, 14 Ocak 2012

Teşekkür ederim… Mehmet 14 Ocak 2012

--0--

Mehmet Bey, yazınızı büyük keyifle okudum, çok çok teşekkürler…

Nicholas Tsalikis, 15 Ocak 2012

Ben de size teşekkür ederken dilerim sonunda da keyiflenirsiniz. Mehmet 15 Ocak 2012

--0--

Mehmet babacığım,

Bu hikâyenin araştırması için ne kadar emek harcadığınız her cümlede kendini belli ediyor, dikkatimi hikayeye mi vereceğim yoksa verdiğiniz değerli bilgilere mi bilemedim:) sanırım sırf bu yüzden bir kez daha okuyacağım. Yüreğinize, elinize sağlık. Evlatlarınıza, sevdiklerinize keyifle okunacak bir hikâye daha armağan ettiniz.

Kızınız Ayşim,  
15 Ocak 2012

Ayşim Kızım,

Büyük şair sormuş, 
- sen , mutluluğun resmini yapılabilir misin , Abidin ? diye...
Oysa sen, ressam olmasan bile mutluluğumun resmini yaptın bile...
Sevgiyle, Mehmet 15 Ocak 2012

--0--

Çok akıcı, çok sembolik ve orijinal bir hayal gücü taşıyan yazınızı zevkle okudum.Elinize sağlık . Devamını bekliyorum.

Harika Erler Ahmet, 15 Ocak 2012


Çok teşekkür ederim, Harika Hanım… Mehmet 15 Ocak 2012

--0--

Fransızcada iki kavram var: Savoir - Connaissance. Tam tercümesi yok ama toplanmış bilgi ve anlaşılmış, sindirilmiş bilgi arasındaki fark gibi açıklanabilir.
Bu yazılarda çok (connaissance) var. Her biri ayrı bir kapı açıyor, beynimde cereyan yapıyor. Bir örnek, niye 3 değil, 5 değil, 7 kere dönüyor şu leylekler, gelinin damat etrafında dönmesi gibi... Neyse, çok uzatmayayım, kaleminize sağlık!
Jul Amado, 18 Ocak 2012

Sayın Jul Amado,
Eleştirinize çok teşekkür ederim. Bu yazılarımı nasıl değer vererek okuduğunuzu kanıtlıyor bu da beni mutlu ediyor. Bu kadar bilgi veya dip not, acemiliğimden veya sizlere bir şeyleri ayrıca araştırma zahmetinden kurtarmak isteğinden kaynaklanıyor olabilir. 3, 7, 40 meselesine gelince; leyleklere ney, tef, bendir çaldırınca, ben de Hacı Bektaş-ı Velî'nin Ricalullah: Üçler-Yediler-Kırklar sarmalına girmişim herhalde... :))
Mehmet 18 Ocak 2012
Aman sakin beynimdeki cereyandan rahatsız olduğumu algılamayın, gri hücrelerim tatlı tatlı hava alıyor
Jul Amado, 18 Ocak 2012
--0--

Harika ama hüzün verici… Teşekkürler Mehmet Bey!  
Gülşen Direksiz 22 Ocak 2012

Teşekkür ederim… Mehmet 22 Ocak 2012
--0--

Çok güzel, teşekkürler…

Dimos Tsalikis, 22 Ocak 2012

Teşekkür ederim… Mehmet 22 Ocak 2012
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 
  

Artık bugün, İstanbul’un içine inmeseler ve inemeseler de ney, bendir, zil eşliğinde, Afrika’dan İstanbul’a rahvan gelen leylekler, uyumlu bir edep ve erkân içinde kanatlarını savurup, Hristos üstünde “hu çekip” süzülerek, her şeye rağmen Konstantinopolis’ten bu yana değişmeyen ritüelle, her zaman İstanbul’u selâmlarlar ve ardından da deniz üzerinde “bir orman gibi kardeşçesine” suretleriyle, bir kol Ayasofya, Süleymaniye, üzerinden Güney Avrupa’ya diğer kol da Neve Şalom, Kulekapı Mevlevihanesi ve Boğaziçi üzerinden Kuzey Küreye doğru,  dişi artçıların gagalarındaki torbalarlarıyla birlikte, gözlerinde bir damla yaşla beraber uçarlar, uçarlar…

Dersâdet mi?...Bana anlattığına göre, o, Erguvan Birliğin ayakta kalan son neferiydi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder