Mehmet Altın
İSTİRİDYE
TARLALARINDAN
“İtiraflar”
Anlatı
iüif@yahoogroups.com yayınları I.
İstiridye Tarlalarından
“İtiraflar”
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa
alıntılar dışında yayıncının ve yazarın izni olmaksızın hiç bir yolla
çoğaltılamaz.
I. Basım: Eylül/Ekim
2010
II. Basım: 21.10.2010
Yayına hazırlayan: Mehmet Altın
Kapak tasarımı: Mehmet Altın
Kapak resmi: Penceremden, Kaşık Adası’nın ucunda “İstiridyeler”
ÖNSÖZ
Daha önce hiç denemediğim bir
konuda, beni kışkırtanlara, yazdıklarıma değer verenlere, önemseyenlere, sevgi
ve şükran... bu anlatı "iüif öbeğimize" armağan...
Bana her zaman bir şeyler
yapmamı söyleyen sevgili eşim ana istiridye, benim özellikle yazmamı isteyen
oğlum, büyük istiridye ile kızım istiridye, elbette ki oğlum küçük istiridye, istiridyenin bu renk ahenk
dünyasında biliniz ki sizlere çok ayrı bir yer var.
--------------------------------------------------------------------------------------------
İSTİRİDYE
TARLALARINDAN
“İtiraflar”
I.Topkapı / Kaleiçi
Sabah gün doğumunda kalktım. Güneş, kızıl saçlarını Dragos ile Kaşık
Adası arasına sererken ben de Kasığın ucundaki istiridye tarlalarında hasada
cıktım. Eflatun, mavi, lacivert ile yeşilin sessizliğinde, fısıl fısıl kulağıma
gelen istiridye, midye ile şeytanminareleri seslerine kulak kabarttım. Baktım
anılarına dalmışlar, kabuklarının içinde yıllardan beri sakladıkları inci gibi
günleri, ayları, yılları anlatıyor ve geçmişi arıyorlardı.
İstiridyelerden birini seçtim, açtım.İçinden İstanbul’un en eski
semtlerinden, bilinen adıyla Topkapı/Kaleiçi hüzünlü, kırgın ve yorgun bana
baktı, gözlerimdeki yaşlarda beni ve kendini aradı....
Sokaklarında çember çevirdiğim,
surlarında uçurtmalar uçurduğum,
Bizans’ın akarsular vadisi, çocukluğumuzun bostanlarını bünyesinde
barındıran şimdiki Vatan Caddesi'nden kestiğimiz kamışlarla, kızlara, civar
mezarlıklardan topladığımız çitlembikleri fırlattığımız Arnavut taşlı
yollarıyla Topkapı.
Bugün, metrobüslerin üstten
geri dönüş turu attığı tam o yerde, "Bakırköy’e giderken solda"
zarafeti ile dimağımda yer etmiş Takkeci Camii ile General Electric fabrikası
arasında top koşturduğumuz etrafı cevizlik, dutluk kale dışı. Yine aynı caminin
yanında, babamla gittiğim zaman yemeden olmaz, ekmek arası kavurmasıyla ünlü,
Bakkal Amca. " Eşeği ile annemden habersiz sokak sokak dolaşıp sebze meyve
sattığımız gün eve geç ve yalnız geldiğim için diğer bir eşek sudan gelinceye
kadar dayak yediğim " mahallemizin zerzevatçısı, Mehmet Amca. Ağırlıklı
olarak muşmuladan yapılma oyun sonrası kana kana içtiğimiz tükenmezi ile ünlü,
oğlu da ünlü, o zamanın Nuri Alco'su artist Önder Somer'in annesi Despina
Teyze, babamın dostu Balkan göçmeni sobacı İsmail Amca, şarküterisinde yalnız
lokum lakerdalar değil bal kaymak güler yüzünü de satan, üst kat komsumuz, aşkı
nedeniyle Müslüman olmuş, Muhlise Yenge'nin abisi Femo Dayı ve yardımcısı mösyö
Simon, her perşembe ücretsiz fakir bakan Dr. Nasır Bey ile dedem Diş Tabibi
Hasan Efendi, aynı gün Nasır Bey'den ve dedemden gelen reçetelere bedava ilaç
veren Eczacı Nazım Amca, Hulusi Kentmen kopyası, sokakların hâkimi Komiser, aynı
zamanda Tamburi Sait Amca, Kurtuluş Savaşının silah tedarik cambazları ünlü MM,
Millî Müdafaa, grubunun kurucu üyeleri
Mehmet ve Bican Beyler, yardımlarını, şimdiki gibi değil, reklâmdan ve
hoyratlıktan uzak gizlice yapan,
Fıkaraperver Cemiyetinin yorulmaz başkanı, Doğu Perincek’in kayınpederi
Dr. Nihat Bey, renk ahenk bu semtin dünyasında, onlar da istiridyenin
anılarında var...
-0-
Eylül ayının su son günlerinde
Burgazada'dan bakınca Heybeliada’nın yeşilden yeşillere, yeşilden mavi yeşillere,
yeşilden sarı yeşille devinen görüntüsü yanında, deniz de bir o kadar duru ve dingin.
Belden aşağısı iplik, iplik, dantel, dantel pembe/ beyaz tuvaletleri ile
Ravel’in Le Bolero'suna tempo tutan denizanaları, adalıları müziğin ritmine, denizin
derinliklerine davet ederken, ben, kayıp ada Atlantis'in çocuğu,
Islomanic, dostlarım, İstiridyelerin yeni anılarını dinlemeye
giderken, ince ve uzun endamları ile Fashion TV'ye yakışır, Fatih'in
"Pina"larının zarif selâmlarına, eğilerek karşılık veriyorum.
Anı ve anlatısı bitmemiş,
estetik pinalarin tersine, amorf görünümlü dostum Topkapılı İstiridye, kabukları
hala açık, belli ki canı sıkkın beni bekliyordu. Beni görünce, sevinçle,
kendisi gibi amorf incisini parlattı ve tekrar anlatmaya başladı...
Şehremini’ni Bakırköy’e doğru geçin sağ köşedeki
benzinciden sağa içeri doğru sapın.İşte oradan baslar Topkapı/ Kaleiçi
Pazartekke Mescidi ile beraber...biraz ilerleyin en fazla üçer katlı bahçe içinde
evler görecek, eğer mevsim uygunsa bu evlerin önünde merdivenlere ve bahçeye yayılmış
mahallenin yerleşikleri, sizi de mutlaka çaya davet edeceklerdir.Yalnız kaldırımlar
ve cadde dardır. Yürürken dikkat edin de tramvayın altında kalmayın. Bir de
tramvaya asılmış hergele tayfasından kendinizi sakının... sakının ki, enseye
tokat yemeyin.
Eğer sağa sola takılmadan tam Kaleiçi’ne, meydana doğru giriş
yaparsanız "Kayseri köylerinden yeniçeri olmak üzere devşirilen ancak iyi
ki askeri yetenekleri, yetersiz olduğu için,
ocaktan atılan Ermeni çoban " Mimar Sinan’ın eserlerinden biriyle, Kara
Ahmet Paşa Camii'ni görür, Aydos kardeşimin, Üsküdar ve Edirnekapı Mihr-i Mah
Sultan Camililerindeki aşk adına kullanılan, dönence günlerinde, birinin
üstünden güneş batarken, diğerinin üstünden mehtabı doğduran, mimarî tekniğe şapka
çıkardığı gibi, siz de Sinan’ın mimarî ustalığına bir kere daha şapka çıkarırsınız.
Şapkanızı hemen giymeyin çünkü meydana ve çarşıya
geldiniz!? Eğer iyi et yemek istiyorsanız, yalnız eti değil, güzeller güzeli kızları
ile de ünlü Kasap Osman Amca'ya, artık tanıdığınız Femo Dayı’ya selâm verip,
bir yanını surların gölgesine, sırtını ise dayımın, balık toptancısı Orhan
Reis'in, evine dayamış, temellerinin Bizans kalıntılarına dayandığı söylenen
Aya Nikolas Kilisesine uğrayın.Papaz Andon'un bir hayır duasını almayı da sakın
unutmayın!.Buradan ilerisi artık sur dışı, Takkeci, Sağmacılar yani Bayrampaşa,
Davutpaşa ve eski Edirne yolu...
Gelin biz geri dönüp, dönüş yolunda sağda, MM, Müdafaa-i
Milliye grubundan Mehmet Efendinin barok stili, yüksek tavanları ve büyük çiçek
bahçesi ile ünlü, mahallede Pembe Apartman diye bilinen yapıya bir göz atıp,
Pazartekke'den tramvaya atlayıp aşağıda sağda, şimdiki İETT garajının bulunduğu
yerde, tek katlı, bahçe içi evleri de geçip Şehremini’ne varalım. Devamla,
bence, Cumhuriyet döneminin belirleyici kurumları arasında yer alan, sağlı
sollu yerleşmiş Çapa Öğretmen Okulu, Selçuk Kız Sanat Enstitüsü’nü geçip, Fındıkzade,
Haseki yoluyla Aksaray'da taş oyma sanatının zirveye vardığı, her bir yüzeyi
oya gibi işlenmiş, kalem işi süslerle bezenmiş Pertevniyal Valide Sultan Camii önünde
tramvaydan inelim. İnince ne olur sadece bakmayın o güzelliği bir de görün,
çizgilerini, rengini ahengini dağarcığınızın paletine yerleştirin. Ben gördüm istiridyelerin
renk ahenk dünyasinda o yerler de var...
II. 50’li yılların Sonları
"Siz Aksaray'da tramvaydan inmeden önce, Haseki dolaylarında
tramvay, yolun iki yanındaki ahşap
evlere adeta sürtünerek geçerken ben de karşıdan gelip Topkapı’ya giden, 32
no.lu Topkapı-Bahçekapı ([1])
tramvayına atladım. İstanbul’u İstanbul yapan değerlerden bir başkası
olan tramvaylar, 1960'dan sonra, ilki yukarıda anılan hat olmak üzere
kaldırılmış ve troleybüs hatlarıyla ikame edilmişti..."dedi ve başladı
anlatmaya yaşlı ve güngörmüş şeytanminaresi...
Sultanahmet'ten Sirkeci, Fatih,
Unkapanı ve Balat'a, Balat'tan Topkapı’ya, Topkapı’dan Yedikule'ye,
Yedikule'den Samatya, Aksaray, Kumkapi ve Ahirkapi’ya bütün bu yörelerde
yasayan " Eski İstanbullu " çocuklar, hayatlarının en büyük şaşkınlığını
ve düş kırıklığını 1950'li yılların sonlarına doğru yaşadılar.
Çocuklara, ilk darbe, 6–7 Eylül
olayları ile geldi. O gece, babam annem ve Kandilli Kız Lisesi'nde yatılı okumuş
annemin liseden onun kardeş, benim öz teyze bildiği iki arkadaşı, Sehzadebasi'na bir düğüne gitmiş, ben de dayımlarda
kalıyordum. Cilveli ask saatleri yerine, hain pusulara gebe o gecenin ilerleyen
saatlerinde, havai fişek gibi patlayan seslere, bazı yerel yangınların karanlıktaki
yansımalarına ve saçlarımda dolanan is kokusuna uyandığımda, havaya ateş eden dayımın
elinde, hayatımda ilk defa silah ve silahı gördüm. Yine dayımın ve Topkapılı
erkeklerin korumaları altına alınmış aileleriyle beraber arkadaşlarım Hristo,
Kozma ve Yorgo'nun suratlarında ilk defa korku ve korkuyu da gördüm...
saldırganların her birinin suratlarında da kendisinden korkan, kendisi ile kavgalı,
kendisinden korktuğu ve kendisiyle kavgalı olduğu için hedef gözetmeksizin, dozunu gittikçe arttıran şiddetin, iğrenç yobazlığın
ve toplu histerinin gaddar ve hain yüzünü gördüm.
Çocuklara ikinci darbe ise; çevresindeki
tarihi yapılarla ve güzelim havuzuyla bütünleşmiş Beyazıt Meydanı...
Pertevniyal Camii'nin efsunlu güzelliğini ve asaletini bir saraylı zarafeti ile
taşıyan, gözümüze ve gönlümüze yansıtan
Aksaray Meydanı... bostanlarının her bir
yerini Evliya Celebi gibi karış karış keşfe
çıktığımız, teneke üzerinde kızartmak üzere çekirge avlayıp, tavşan kovaladığımız,
daha önce bahsettiğim, Vatan Caddesinin bulunduğu vadi...ile şimdiki Olcay Otel
Topkapı’nın önündeki kavşakta, aralarında dedeminki de bulunan, güzelim konakları...biz
çocukların, oyun ve yaşam alanlarını,
yine hayatımızda ilk defa gördüğümüz dozerlerin, iş makinelerinin, denetimsiz,
hoyrat ve saldırgan devinimleri ile yıkarak
ve yok ederek, yeni yollar açmak için, geldi.
Bütün bu yaşadıklarımız, önce büyük
bir şaşkınlık, sonra hüzün, sonra da kızgınlıktı.
İste burada anılan o günlerdir
ki, çağdaşlaşma ve değişim adına İstanbul’un sırtına ilk hançerler saplandı. O
henüz ölmedi... ama hala saldırıyorlar... saldırganlara direniyor, sevenleri
bazen yaralarını sağaltıyor ama yaşam savasını giderek kaybediyor, henüz yoğun bakımda
değil ama o da yakındır.
Ne yazık ki çocuklarımız, torunlarımız
onun ateş böceklerini tanıyamadılar, onun kirpilerini göremediler, vandallar
geldi, onun ateş böceklerini, kirpileri kaçırdılar. Onun ağaçlarından
ellerimizi bal eden incir, kınalı kılan ceviz, pişmaniye gibi ayva, salladığımızda
kafamıza yağan dut toplayamadılar, vandallar geldi onun bütün ağaçları kestiler.
Onun saka kuşlarını, fluryalarını avlayamadılar, vandallar geldi, kuşların
hepsini kaçırdılar. Onun her iki kıtadaki kıyılarında, Haliç’te, Boğaz’da oltayı
attıklarında onun balıklarını tutamadılar, vandallar geldi, denizin dibini kuruttular.
Bisikletlerini rıhtımlara fırlata, fırlata donlu, donsuz, onun denizine
giremediler, vandallar geldi, onun denizini kirlettiler. Otomobil rulmanlarından
tornet yapıp onun sokaklarında yarışamadılar, vandallar geldi, sokakları, kaldırımları
bile işgal ettiler. Uçurtma yapıp onun göklerinde uçurtamadılar, vandallar
geldi, alanları yok ettiler. Kısacası, çocuklarımız ve torunlarımız ona emek
veremeden, vandallar ise, hiç bir şey üretmeden
onu gün be gün tükettikleri için ne çocuklarımız ne de vandallar hiç biri onun değerini
bilemediler. Şimdi durmadan onu arıyorlar, eskiye döndürmeye çalışıyorlar ama
artık onun ruhunu bulamıyorlar, yaptıklarını da yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar.
Dolayısıyla bizim gibi mutlu da olamıyorlar.
Ben, bu yaşıma gelene kadar güzellik
karsısında bu kadar yıkıcılık ve zevksizlik, sevgiye karşı bu kadar sevgisizlik
ve yaşama bu kadar saygısızlık görmedim... Biz, yaşlı deniz minarelerinin renk,
ahenk, bilge, dünyasında ne yazık ki bunlar da var...
III. 60’lı yıllar /
Ortaokul ve Lise
Yaşlı ve bilge denizminaresinin acı dolu hüzünlü anlatımına, solan
begonviller, japon gülleri, yaseminlerle beraber kış görümüne bürünmüş,
sararmaya yüz tutan ağaçlar fon verirken, kestane karası fırtınası da ağır
tempoda gür sesli üflemeli çalgıları ve gök gürültülü davullarıyla ses verdi...ve
anlatmaya başladı artık yeni yetme delikanlı, yeşil gözlü istiridye....
On iki yaşımdaydım. Evden, uzun
süreli, ilk olarak ayrılmıştım. Artık babamın, dedemin yıllarca yaşadığı semti
hemen hemen terk ediyor, leyli meccani ([2])
sınavları sonucu Vefa Lisesi'nde yeni bir yaşama adım atıp, Eski
İstanbul’un alçak gönüllü, güngörmüş, eskimişliğini ve fakirliğini ağırbaşlı
bir onurla taşıyan semti Şehzadebaşı’nın ana kucağına sığınıyordum.
Okulda asla bulamayacağım anne,
baba ve kardeş sevgisi ile aile bağları yanında, önemli bir sayısı yatılı
olmasına rağmen, yatılı öğrenci hizmetine odaklanmamış, konfor demeyeyim de
asgari iyileştirilmiş yaşam koşullarının bile esirgendiği ortama duyduğum tepki,
beni, her zaman fırsat buldukça, okul dışındaki yaşama ve coğrafyayı keşfetmeye
itti.Zaten her türlü öğüde rağmen tanıma, sınama, yanılma değil midir bize
hayatı öğreten?.
Okulumun bulunduğu Şehzadebaşı merkezli,
Vefa, Süleymaniye, Laleli, Beyazıt, Eminönü, Unkapanı, Zeyrek, Fatih, Aksaray
düzlemi, sınırlarını arkadaşlarımla volta ve omuz atarak, belirlediğimiz yeni
yaşam alanım oldu.
Böylece ilk defa Şehzadebası sinemalarında
tanıdık, biz yeni yetme istiridyeler, seven, sevecen, eğiten, kızdı mı ulu
manitunun acımasız balta darbelerini vuran, " gerçekte odur dünyayı yöneten
", karşı cinsin endamını...
Şehzadebası sinemalarındaki
konserlerde tanıştık, Erol Büyükburç, Durul Gence, Semiha Yankı, Beyaz Kelebekler
ve adını anımsayamadığım daha nicesi ile... sonra da Beatles ceket, Antuan yaka
gömlek, bol paça pantolonlarla Pera'da Adamo, Enrico Masias ve diğerleri ile...
Geceleri okuldan kaçıp, Şehzadebaşı
sinemalarında, "en yenisi, Yeni Sinema'da" seyrettik Susuz Yaz', Yılanların
Öcü, Spartaküs, Kuşlar, Zorba, Kazablanka ve Sapık gibi hala anılan kült
filmler ile daha onlarcasını, yöneten ve çevirenlere minnet...
O filmlerle tanıdık Atıf Yılmaz,
Memduh Ün, Halit Refiğ, Alfred Hitchcock, Carlo Ponti ile Türkan Şoray, Fatma
Girik, Ayhan Işık, Anthony Quinn, Kirk Douglas, Alain Delon, Melina Mercury,
Sophia Loren, Marlon Brando ve daha nicelerini...
Sahaflarda okuduk Varidat, İnce
Mehmet, Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, Odysseia, Ezilenler, Ana, Madam Bovary, Uşak,
Gözleri Açık Gidenler ve daha onlarcasını, yazanlara minnet...
O kitaplarla tanıdık anamızdan,
babamızdan, hocamızdan sonra eli öpülesi yazarları..Yasar Kemal, Şeyh
Bedrettin, İlhan Selçuk, Necati Cumalı, Homeros, Maksim Gorki, Jack London ve
daha nicelerini...
Vefa’nın ve Süleymaniye’nin
birbirinin mahremine karşılıklı asılı çamaşırlar kadar yakın, bir yandan ağzı soğan
kokan, bir yandan pencerelerindeki sardunyalar, güller ve karanfiller ile aşk
koklayan, kapı açık, paça bol külhanbey kılıklı ahşap evlerini gözledik, namahremleri
pencereye çıkar da bir işmar eder diye...
Efkârlandık, okulun iş atölyesi
damının üstünden, çıktık Valens ([3]) Kemerinin
Haliç’e bakan yüzüne, Güzel Marmara şarabını, Bafra sigarasını beyaz leblebiyi arkadaş
bildik, anlattık göz alıp, göz verdiğimiz karşılıksız aşklarımızı birbirimize...
kemerin fosil istiridyeleri ile Bizans'tan, mahallemizden ve yöremizden kızlar aldık,
kızlar verdik birbirimize...
Yetemediğimizde birbirimize,
dertlerimize, umutla koştuk Süleymaniye Camii'ne, belki Kanuni Sultan Süleyman
ile Mimar Sinan anlar halimizden diye dua etmeye...
Unkapanı’nın salaş meyhanelerde
vurduk rakının dibine, efkârın Müzeyyen Senar'dan gelen sesine... Aksaray'da sarıldık
damardan işkembenin sarımsaklı nefesine... Çarşamba’da, Karagümrük'te kavga
ettik, bıçaklar çektik mahallenin namusunu, namusu bellemiş efesine...
Çınaraltı'nda attık tavlanın
ilk zarını, nargilemizin kedi gurultulu sesi ve kallavi kahvemizin höpürtüsüyle...
Hafta sonu koşturduk özlemle
evimize, beş nehari arkadaştan, beşer kuruş eder yirmi beş kuruş haraç ile Lalelide
Tayyare Evlerinin önündeki duraktan, alınan otobüs biletiyle…
Tanıdığınız, tanımadığınız, kabukları
kapalı bizi dinleyen, müstehzi gülen istiridyeler; onlar ki benim, bana, anne arkadaşlarım,
baba arkadaşlarım, kardeşlerim, sıra, sınıf ve etüt arkadaşlarım, sırdaşlarım, yoldaşlarım,
çalışkan ve tembel arkadaşlarım, iyi ve kötü huylu arkadaşlarım, cesur, yiğit
ve hergele arkadaşlarım, küçük kardeşlerim, ağabeylerim, etüt ağabeylerim, iyi hocalarım,
sevecen hocalarım, lanet hocalarım, ismi hep anılan hocalarım, ismini bile unuttuğum
hocalarım, bu renk ahenk anlatıda onların da payları var... artık sıradaki bölüm
sizlerle, bırakalım onu da deniz tarağı anlatsın...
IV. 60’lı Yılların
Sonları / Üniversite
Büyük şairin dediği gibi
havanın, kurşun gibi ağır olduğu bugünlerde, akıtırken gözyaşlarını, yağmur
tanrıçası Bunbulama ([4]), Fener Burnu ile Kaşık Adası arasında, etrafında dolasan gümüş
yavrularını kollayan yeşil gözlü istiridye, istedi ki anlatsın bir kısmını
tarafsız bir gözle; deniztarağı istiridye...
Ve söyle dedi,
deniztarağı istiridye...
Yeni yetme fidan ve filinta gibi istiridyeler, yârin
yanağından gayri sevinci ve tasayı, bir dizi halayı, bir dal mimozayı, bir
tabak aşı, bir kâse çorbayı, bir bardak suyu ve şarabı, bir somun ekmeği,
hepsinin üstünde, yaşamı " tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi
kardeşçesine" paylaşmayı öğrendikleri 60'li son yıllarda tanıştılar
birbirleriyle... Neden olana sevgi ve şükran...
Fakültelerinin kapısından girdiklerinde şaşkındılar,
kendilerinden başka bir cinsin amfide ayni sıralarda oturmasına, hepsi mahcup
ve şaşkın ama neden olana da bin şükran...
175 kişiyken oldu 350, geleceğini, İ.Ü. İsletme
Fakültesi’nde arayan... Rivayet odur ki günümüz CEO’ları bile kazanamaz o kadar
parayı, o zaman onlara vaat edilen... Bu ortak paydada çalışmaya başladı en
büyük ortak bölen... Asal sayı istiridyeleri, marjinaldir ya bunlar, attı
kumluğun en sağ ya da en sol yanına, kalanları da topladı küme küme bir
araya... Her bir kümeye özel bıyık, özel kabuk verdi ki düzenli yayılsınlar
tarlaya, hem kolaylık olur gerekirse bir bir toplamaya...
Aramaya başladı kendi cam fanusunda, kendini, bizim yeşil
gözlü istiridye, acaba ben hangi kümedeyim diye... Aramaya başladı bir yandan
amfide ilim, irfan, bir yandan kantinde dal gibi bir endam, bir fidan, ama
olmalı mutlaka ortak bir slogan... İşte böyle başladı fakültede yaşam... Deyip
sözü verdi, deniztarağı, yeniden istiridyeye...
Kartlarında, kapılarında Arş.Grv., Ass.Dr, Doç.Dr.,
Prof.Dr. yazılı hocalar, bana bir kelime öğretenler, dillerine, akıllarına
sağlık başladılar anlatmaya işletmeci olmak için ne gerek?..
Fayda/maliyet analizi, arz/talep dengesi, yoktur tabutun
talep elastikiyeti, peki nedir tabutların aritmetik boy ortalaması ve de
medyanı?...çizdik T cetveli, yazdık stoğa aldığımız patiskaları sola,
verdiğimizi sağa, yamukluk yaparsan hemen gelir hesap uzmanı dükkana, sonra da
yapışır yakana, B.K. veya V.U.K Md. bilmem kaçla...Senetleri pullamayı unutma,
sanma onları nakit para, gerektiğinde başvurmalısın nakit akıma...yıl sonu
geldiğinde cümle hesabi cem et, zarb et, tarh et, elde kalana da kâr deyip,
bilançoyu efkar-ı umumiye ilan et.
Unutmayın bunları yapmak için akıllı uslu adamlar gerek,
söyleyin personele bize maksimum verimlilik gerek, yılsonunda da
performanslarını ölçmek gerek... Olmuyor bu işler lafla, bize ucuz fonlar
verecek peynir ekmek gemisi gerek... Kredileri dört döndürmek gerek...
zamanında gelmezse hammadde, işçiler koymasınlar ellerini beline, çözüm üretmek
gerek...üretilirse 4 birim yerine 5 birim, sevinmek mi, şüphelenmek mi
gerek?...ürettiler mi dikdörtgen prizmayı, yamuluyor mu, tabanı oturuyor mu
kontrol gerek?...pazarda diğer prizmaların boyunun ölçüsünü almak gerek...var
mı daha civelek?...varsa tedbir gerek, fon gerek, bunun için kârdan mı
tırtıklamak, fiyata mı bindirmek gerek...başım döndü dememek için bunların
hepsini, doğru sevk, idare, koordine ve denetim gerek... bunları doğru bilip, dönem
sonlarında doğru yazmanız gerek...dedi hocalar, başımızın etini yiyip...
Tamam, anladık, bunların hepsini öğrenmek gerek de
dışarıda da, neler olup bittiğine bakmak gerek... Etrafta dolanırken köşe
taşlarını kontrol gerek, yeni türedi deniz canlılarından Faşolar, Akıncılar hem
onları hem de bizi avlayan Frukolara yem olmamak gerek... dedi yeşil gözlü
istiridye ve devamla;
Üniversitenin duvarlarıydı bize gündem bildiren, ana bina
yemekhane koridorunun duvarlarıydı entellektüel dünyamızı zenginleştiren....
Çınaraltı, Hasıraltı, Şark Kahvesi, Yenikapı Sahillerindeki kahveler, sivil
polisler, Refik Durbaş, Necati Tosuner ve diğerleri, kahve dünyamızı zenginleştiren,
bilgi dağarcığımızı genişleten... Lâleli’de Goralı, Lâleli Turşucusu,
Süleymaniye’de kemer altındaki kebapçı, Süleymaniye Camii yanındaki meşhur kuru
fasulyeci, çeşitlendirirdi üç kuruş harçlıkla katıklarımızı... Meğer ki, yoksa
bir yürüyüş ya da aniden değişen yeni bir gündem...
Eğer değişmişse gündem, duvarlara işlerdi bunu, bendeniz,
çizer, boyar, yazar istiridye, bir elinde fırça bir elinde boya... Ertesi gün,
sıra sıra saflarda, haykırırdık billur bir su gibi safça... Tüm istiridyelerin,
esenliği, dirlik ve düzeni, daha iyi bir geleceği için... Bu nedenle derin mi
derin sulara daldık kulaçlarca, literatürde okunması gerek ağırlıklarla... O
zaman gördük ki "onlar korkak, cesur, cahil, hâkim ama bir o kadar da
çocuktular "...ve
O zaman gördük yiğitliği, o zaman gördük dostluğu, o zaman
gördük dostunu satanı, o zaman gördük ihaneti, o zaman gördük insan olanı, o
zaman gördük insanı insan yapan değerleri, inancı için toprağa yatanı, iste tam
o zaman da " e, ask olsun be yiğit
kadın, e ask olsun sana, nasıl da durdun yere düşmüş yarin yanağının yanında,
dimdik ayakta " deyip aşık olduk...siyah derin gözlü bir deniz
kızına!..."ufka" baka,
baka....
Budur benim sizlerle, sizlere, hikâyem... Çarşamba’da, Arnavutköy'de,
Rumeli Hisari'nda, Şehremini'nde, Fındıkzade'deki evlerde yaptığımız yemekler,
ders notları, kâğıt, kalem ve çay ile sabahladığımız geceler, Çürük Elma,
kaçmaktan kovalamaya vakit bulamadığım, bir kere de derin bir çukura düştüğüm
çevresindeki sokaklarla TMGT, cumartesi günleri kendime, kendine özel, kuzu
böbreği ile bir kadeh şarapla Asmalımescit'te Refik, tutuklanmaya bir potin
bağı kadar yakın Heybeliada, bavul raflarında uyuduğumuz trenler, sırtımda
taşıdığım yaralı melekler, yaralı yiğitler, her boş bulduğum duvarda yaptığım kalpaklı
Gazi Mustafa Kemal'imin gözlerine ve sözlerine canlarını veren, can verenler,
onlar ki anılarımdan hiç silinmeyen izler...
Diye bitirirken yeşil gözlü istiridye dedi... bana selam
verenler, bana el uzatanlar, bana yol gösterenler, yol arkadaşım olanlar,
yoldaşım olanlar, bana bildiklerini öğretenler, beni okuldan atılmaktan
kurtaranlar, benimle sevinip benimle tasalananlar, üzdüklerim, kalbini
kırdıklarım, istiridyenin ve istiridyelerin bu renk ahenk dünyasında biliniz ki
anılarımda yalnız sizlere yer var, bir kucak dolusu begonville, sizlere bin
sevgi, bin selam...
V. Burgaz Adası
Sordum tüm
istiridyelere, pinalara, deniztaraklarına, denizminarelerine; Su üstündeki yansımalar mı, yakamozlar mı,
gökteki yıldızlar mı gerçek? Gökyüzü nerede bitiyor? Gördüğümün ne kadarı rüya
ne kadarı gerçek? Dediler bu bizim için ağır bir soru, yanıtlar bunu Zeus, Büyük
Tanrı... Zeus dedi...deniz oradaydı, güneş de, yıldızlar da... ben sadece fazlalıkları
çıkardım; geriye kaldı, huzur dolu, sakin bir ada... Büyük İskender’in generali
Demetrios'un babası Antigone, adını verdim bu adaya, sonra Yunanca kale/burç anlamında
Pygros, Burgaz olarak başladı anılmaya...
70'li yılların sonlarında
düştüm, Pita, Kaşık Adasına, dedi yeşil gözlü istiridye. Ama anılarım Pita'nin karşısında
Burgaz'da...
İlk yıllarım, Kınalıada'ya bakan, Aya Nikola derler yöresinde
geçti Burgaz'in. Güneşin, gün batımında, gün yorgunluğunu giderdiği, rakı ve
şarapla kutsandığı, ışıkla yüzdüğünüz, ışığa yüzdüğünüz, ışıkta yüzdüğümüz yerdir
burası... burada öğrenirsininiz renklerin ahengini, zamanın anlamsızlığını...
burada üflenirsiniz yaşamın dışına, ışığa varmaya... o nedenle, adı verilmiş bu
koyda “Marta Koyu’nda”, burada saf tutmuştur, çevrecilerin "bakire
rahibesi", istiridyelerin kutsal anası, ışığa yürümüş, toprağı bol olsun, Kıptî
güzeli, komşum, Madam Marta... o
nedenle, burada saf tutmuştur, midyelerin ustası, midyeler üzerine doktoralı, Proser'in
de ustası, sevgili Fatma Erdinç’in ve benim, yüreği pırıl pırıl, ışığa yürümüş,
toprağı bol olsun, Vartan Abi... o nedenle, burada saf tutmuştur, pavuryaların süvarisi,
sırtlarına beraber bindiğimiz, Matbaacı Çetin Abi... o nedenle, burada saf tutmuştur,
oltasını bir gaucho'nun ([5]) kemendi gibi kullanan, kağıt
kaplama sanatkârı, dostum Haşmet, namı diğer Carlo ve eşi Anna... aşkları,
burada ışığa düştü Burgaz’ın hayvan hakları savunucusu Rabia hanım ile tiyatrocu
Özkan abinin... burada suya attı, Burgazlı olarak vaftiz etmek için kendini, büyük
oğlum, bir buçuk yaş istiridye, ışıklar içinde daldı derinlere... burada komşum
oldu Miftah Albay, eşi Nurcan, zarif kızı Merve ve oğlu Emir ile... burada tanıştım
çay bahçesini işleten, koca katili
yenge, bakkal Sait, faytoncu Cemal ile... burada Aya Nikola'da en güzel köşk, Köksal
Bey'in köşkünün eklentisindeki evde başladı "kör kurşunlardan kaçak" otuz iki yıldır süren hikaye...
Sonra, bir dönem çıktık iskeleden, fırına, oradan pazarın kurulduğu
meydana, hemen çıkın yukarıya bayıra, sol yukarınızda Avusturya Kilisesi, aşağıya doğru uzanan yamaçların altında da
ayni kilisenin tarım yapılan bahçeleri, adanın Çam Mevkii derler yaylalarına...
burada verdik balıkları, etleri mangallara, mehtabın koynunda, lodosun kıskanç,
hiddetli okşamalarında altımızda yerleşik Burgaz, Kaşık, Heybeli, Dragos... her
yaz başı "iyi yazlarımız olsun"
demeyi unutmayan rahmetli Neriman Hanım, ağabeyi, o da rahmetli, set
altı komsum, saka Muhittin, oğlumun arkadaşı Kosta'lar ile deli fişek Rita'lar
da burada mekan tutmakta. Eğer izleri bilirsen, buradan kestirme çıkılır Alman
Kitapevi sahibinin ormandaki köşkünün önünden geçerek adanın en yüksek
tepesine, Hristos Manastırı ve Rum Mezarlığının bulunduğu yere, manastırın ve
mezarlığın alevi bakıcısı Gülay’ın çayını içmeye...
Yine indik çayıra, önce iskelenin tam karşısı Ada’nın
simgesi Burgaz Palas’ın çatısına, sonra yine portakal, limon, yasemin, begonvil
kokularının, sarhoşlara kıskanç sarhoşluğunda, sera iklimli Kış Bahçeleri’ne...
Kapi açık komşularım, tasada ve sevinçte, onur dolu dostluklarını paylaştığım
Ayhan ile Sevil, Izak ile Sibel, Vitali ile Çela, Metin ile Ela ve Antuan ile
Hilda, Cavit ile Gülçin, Yako ile Beki, onlar ve tanıdığım diğerleri
tutukladılar beni bu efsunlu adaya... el ele, evden eve çocuklarımızı
büyütmeye, onlarla hep beraber gururlanmaya, aşkların en güzelini, en
şahenesini yaşamaya, motorlarda hastahanelere koşturmaya, cenazelerimizi
paylaşmaya...
Ben şimdi, kadim dostlarım ve kardeşlerim istiridyeleri gözlediğim...
sabahları, ya akşam mahmurluğu ile gerilmiş ışıklarını güne yayan, ya da
akşamın kızgınlığı ile Pendik, Tuzla, Heybeli tepelerini alev alev yakan güneşle
selamlaştığım... her gece mehtaba çıkan Heybeli'ye komşu, gururlu martılara yuva,
Indos'taki, evimde, dünyaya yeni gelen bebeklere hoş geldin demeye, güzel günlere,
umuda, gelecekte, hayati paylaştığımın beyaz saçlarını örmeye, penceremden
kadim dostlarımla, elbet bir gün, vedalaşarak umarım ışığa yürümeye yattım...
bana renk ahengi öğreten yakın ada, uzak ada, Burgazada'da...sanki yeniden doğuyorum
Topkapı’da...yoksa burası Topkapı mı da?...
Doğumu ada Rumlar, hala gelip adayı koklayan, 39 Erzincan
deprem göçmenleri Erzincanlı aleviler, Hitler kaçağı Alman ve Avusturyalılar,
73'lu sevgili Robert Schild'in renginde Yahudi, Agop Can’ın renginde Ermeni
istiridyelerimiz... hepsinin doğumu ada küçük istiridyelerimiz, evden eve elden
ele büyüyen, bir birbirimize emanet ettiğimiz... biri de doğumuna çeyrek kala
ada motorlarında, anasının kabuklarının içinde iyot koklayan, küçük oğlum
istiridye... adada beraber top oynamış, beraber balık tutmuş, beraber kavga
etmiş, Hristos'ta ilk sarhoşluğu beraber denemiş, çok renkli ahenkli istiridyeler, adanın sutopu
takımlarında yüreğinin üstünde takımını ve vatanını onurla taşıyan her renkten
delikanlı istiridyeler, Kriton, Nusret, Galyo, Yako, Orhan, Ümit, Ömer,
Mikael, Ata, Sevan, Gigi, Gino, Cristian ve diğerleri... ada çocuklarının
sevgilisi olmuş rahmetli faytoncular, Apo ve Veli Dayı... vaftizinde onur konuğu
olduğum, ben, cici dedesinin torunu Mane, büyük depremde beraber sokakta yattıklarım,
adadaki yangınlara beraber koştuğum, daha gecen yıl Sait Faik ile arkadaş, toprağı
bol olsun, balıkçı Kosta'nın cenazesinde, kilisede her dinden saf tuttuklarım,
manav Taner abim, çöpçü Aziz, hamal Deniz... adanın olmazsa olmazı, yönetim kurullarında
görev almaktan onur duyduğum adanın ana okulu, baba gururu, küçük
istiridyelerimizin eğitim yatağı, Adalar Su Sporları Kulübü ve görev yaptığım
dönemlerdeki kurul arkadaşlarım ile üyeleri... begonviller, mimozalar, ıhlamur
ağaçları, çamlar, palmiyeler biliniz ki anılarımın rengi, ahengi bunlardır,
anılarımı renklendiren, ahenk veren bunlardır, yeşil gözlü istiridyenin ve
istiridyelerin renk ahenk dünyasında yalnız sizlere yer var, sizlere bin sevgi,
bin selâm, beni adaya düşürene, düşürenlere bin şükran, bin minnet...
---------------------------------------
25.09 / 19.10.2010
Burgazada, İSTANBUL
[3] Bozdoğan Kemeri
HER BÖLÜME GELEN MESAJLAR
BÖLÜM I.
“Sevgili Mehmet I
Biraderim,
Eline, koluna,
diline, beynine sağlık. Ne kadar güzel yazmışsın. O günleri yaşar gibi oldum,
top oynadığın sokağı görür gibi oldum, sahanın etrafındaki dut ve ceviz
ağaçlarının meyvelerinden sanki ben de tattım. “İstiridye” sözcüğün beni 1960
yılına götürdü. Ben istiridyeyi hayatımda ilk defa 1960’da gördüm. Kartal
Cevizli sahilinde, (tam da Büyükada’nın karsısına isabet eder) kumluk alanda,
yarım kol uzunluğunda, kuma saplanmış durumda bulurdum onları. Bazılarını
toplar karaya çıkarırdık, içini açıp incelemek için. Bana o günleri
hatırlattın.
Tekrar teşekkür
ediyorum, gözlerinden öpüyorum, zahmet olmazsa devamını diliyorum.
Fatih Uslaş 25.09.2010”
--0--
“Estağfurullah, el
vermek haddim değil, olsa olsa icazet alırım. Ellerin dert görmesin. Daha önce
de bahsetmiştim İstanbul kültür kenti 2010 projesi kapsamında İstanbul
semtlerini anlatan kitapçıklar yazılmasını birilerine ısmarlamışlar. Ben bunu
görünce heyecanlandım, yasadığım üç semtin kitaplarını aldım. Suadiyeyi anlatan
kitabin ilk 10 sayfasında su koyuverdim. Birkaç eski binadan bahseden ama
içinde hiç insan nefesi olmayan bir kitap. Mahalle bakkalından, top oynarken
camını kırdığımız için kulağımızı çeken komşu teyzeden bahsetmeden İstanbul
semti anlatılır mı hiç?
Mehmet Altın 25.09.2010”
Ellerin dert
görmesin. iste bu yazıda insan var. Komiser pos bıyıklarıyla, eczacının ense tıraşı
gelmiş gözünde gözlük beyaz saçlarıyla canlanıverdi gözümde. Muhlise yengenin
de ayağında mercan terlik başında mermerşahi çatkısı vardı herhalde. Devam
dostum İstanbul’a 60 yılını vermiş bizler yazmazsak bu anılar bu isimler
unutulur gider. Belki yazılanları birileri derler bir gün.
Muhittin Arel 25.09.2010”
--0--
“Sevgili Fatih ve
Muhittin,
Her ikinizin de
satir aralarında ihtiyarlığın sevimli hınzırlığı yanında yaşlılığın ağırbaşlı
övgülerini okurken ben de adıma sevinç duydum. Teşekkür ederim. O zaman
klavyeme kuvvet.
Mehmet Altın 25.09.2010”
Sevgili Muhittin
Bağışla bu günlerde
programım biraz dışa bağımlı olduğu için gün veremiyorum ama kaygılanma adanın
kışına doyum olmaz. Bizim evde yatak da bol. İstiridyeler de Fatih'in
istiridyeleri de ki onlar pina olsa gerek benden izinsiz bir yere gitmezler. Gönlünü
ferah tut. Kal sağlıcakla
Mehmet Altın 25.09.2010”
--0--
Sevgili Mehmet,
“Çok güzel
yazmışsın. Ellerine, yüreğine sağlık. Lütfen devamını getirebilir misin?
Dediğin gibi, klavyeye kuvvet. Senin resim konusundaki yeteneğini biliyordum.
Hatırlarsan rahmetli Yüksel Ülken hoca ilk iktisat dersine geldiğinde
"Güzel Sanatlar Akademisine gitmek isteyip de, buraya gelen var mı? veya
buna muadil bir soru sormuştu; sende cevap verince grafikleri sana çizdirmişti.
Her iktisat dersinde grafikleri kitaptan bakarak sen çizerdin. Yanlış
hatırlamıyorum değil mi?.. ama edebiyat ile aranın mükemmel olduğunu
bilmiyordum. Lütfen devam.
Bu arada Ufuk nasıl?
Her ikinize de selam ve sevgilerimi iletiyorum.
Tülin (Çağlar) Koray 26.09.2010”
“Sevgili Tülin,
Bugün pazar, saat
08.59.Şu an bir yandan tam da ekte gördüğün Kaşık Adasının ucundaki kabuklu
dostlarıma günaydın diyor, bir yandan da hafif bir yağmurun cam ağaçlarından
kayan sesini dinliyorum. Mesajını okuyunca adeta vehme kapıldım.Bana bir haller
oldu ki sorma.".İşte bu dedim kendime."Artik Burgazadası yalnız Sait
Faik ile değil benimle de anılacak!...Hüsnü kuruntu sıfatı da buna yakışır. :-.Ne
güzel yazmış istiridyelerinle konuşup onlardan ne güzel anılar dinlemişsin
benim güler yüzlü, zarif kardeşim.Hepsi doğru Yüksel Hoca’nın sorusunun
oltasına nasıl sazan gibi atlamıştım.Eh ne de olsa soruda iyot kokusu olunca
dayanamadım herhalde..Simdi de siz, güzel arkadaşlarımın ağına takıldık,
gidiyoruz balıkhaneye, bakalım kimin rakısını yudumlarken okuyacağı sayfalara
kısmet.
NOT: Ufuk, ben ve
biri büyük oğlum Özerk ve de eşi, ikinci oğlum Berk ile gün doğdurup, gün
batırıyoruz. Kal tasasız ve sağlıkla...
Mehmet Altın 26.09.2010”
--0--
“Mehmet'çiğim,
Muhittin'in
bahsettiği, İstanbul’un 40 semti için farklı yazarların yazdığı seriyi, ben de
aldım, bazılarını keyifle, bazılarını ise öylesine, okumaya devam
ediyorum.Senin yazdıklarını okuyunca, bu işi keşke ısmarlama yaptırmasaymış da,
gönülden kopup gelenleri derleseymiş yayınevi diye düşündüm. İlk satırlarında
Ada'nın kokusunu duydum sonrasında bir film izler gibi, unuttuğumuz İstanbul'u
ve değerleri getirdin karşıma.
Sanatsal yönünü
hepimiz biliyoruz, kantin duvarlarındaki güzelim çalışmaların hala belleğimde.
En kısa sürede görüşmek
üzere
Selam ve Sevgiler
Fatma Erdinç 27.09.2010”
Benim güzel yürekli
sevgili kardeşim, gözlerimin adada aradığı eski ada tutkunu Istanbul'u Istanbul
yapan, o olmazsa, İstanbul, Istanbul olmazlardan arkadaşım, tasalanma
"Adayı anlatan istiridye"ile de konuşacağım.
Mehmet Altın 27.09.2010”
--0--
“Sevgili Altın
Biraderim,
Burgaz’lı olmandan
galat ve de piriniz/pirimiz Sait Faik’den el almışsın sen; o sinagritlerden
haberler verirdi âleme sen ise istiridyelerden.
Aklına ve kalemine sağlık ve de kuvvet; derya/ deniz senindir. Heyamola Balıkçı.
Sevgi ile kal
Tuğrul Ünsal 27.09.2010”
--0--
“Arkadaşlar,
Bence hepimizin
anılarını burada paylaşması çok güzel ve bizleri de ister istemez bu anıların
içine çekiyor. Emre'nin anıları içinde yer alan 1953 senesinde ki 500. yıl
kutlamalarını okurken, bugüne kadar beynimin bir yerlerinde parça parça kalmış
görüntüler geldi gözümün önüne. Bugüne kadar hiç sorgulamadığım ve Emre'nin
anıları ile örtüşen bu görüntülerin nedenini şimdi öğreniyorum. Aynı yerde
Sarayburnu'nda havai fişek gösterilerini izlemiştim ve o bir anda ortaya çıkan
dağılan, dökülen ve sönen yıldızlar bütün gece gözümün önünden gitmemişti.
Teşekkürler Emre,
çok teşekkürler, bu anıları paylaştıkça, bunlarla örtüşen çok ortak anılar
ortaya çıkacaktır. Ben de "Hatırladıklarım" adını verdiğim anılarımı
kaleme almaya başladım, yakın bir zamanda paylaşmak isterim. Tekrar teşekkürler
Emre, eline sağlık.
Senin de eline
sağlık Mehmet, kısa da olsa yazdıklarının güzelliği, ortalıkta yazarız diye
dolaşanlara büyük fark atar.
Sağlıcakla kalın.
Erol Tüfekçioğlu 27.09.2010”
“Sevgili Erol
Bu güne kadar
farkına varmadığım bir yönümü, benim de hayretle tanımama aracı olup, üstelik
bir de övgülerinizle ödüllendirdiğiniz için teşekkür eder, dostça ve sevgiyle
ellerinden sıkarım.
Mehmet Altın 27.09.2010
--0--
“Arkadaşlar,
Sevgili Mehmet
Altın'ın yolladığı "İstiridye Tarlalarından"ın gördüğü "hüsn-ü kabul",
beni çocukluk anılarımdan bir demeti sizlerle paylaşmaya yönlendirdi. Arkası
var. Beğenilirse başka bölümleri de yollayabilirim.
Sevgiler
--0--
Emre Yazman 27.09.2010”
“Sevgili Mehmet I Biraderim,
Blackberry ile bunları yazabildiğine göre, normal klavyenin başında
olsan veya klasik yöntem kâğıt kalemle yazsan kim bilir neler okuyacağız.Övgünün alasını hak ediyorsun. Eline, diline sağlık. Berhudar ol!
Fatih Uslaş 29.09.2010"
--0--
“Gerçekten de Pertevniyal Valide Sultan Camii ya da kısa adiyla halk arasında
Valide Camii tarif edilemez inceliktedir. Sultan II Mahmut un esi ve de Sultan
Abdulaziz’in annesi olarak once Haseki Sultan daha sonra da Valide Sultan
olarak yaşayan bu romen hanım, Abdülaziz’in vefatından sonra 7 yıl daha
yasamistir. Neticede hem eş hem de evlat acısı görmüştür. Caminin inşası eşini
kaybettikten sonraya rastlar. Genelde camilerimizin iç tezyinatı mükemmel
olmakla beraber dış görünüşlerinde fazla zarafet yoktur. Ancak bu cami
neredeyse Köln Katedrali ya da Milano Katedrali misali işlenmiştir. Belki de
mimari İtalyan olduğu için böyle işlemelidir. Ben bir de Ortakoy Camii ile Dolmabahçe
Camiinde bu işlemeleri ve zarafeti görüyorum.
Şimdi diyeceksiniz ki edebiyatı da bitirdiler sıra geldi mimarliğa. Vallahi
emekli ve de ihtiyar olunca lafin sonu gelmiyor vesselâm.
Muhittin Arel 29.09.2010"
BÖLÜM II.
“Devamını rica...
Orhan Ekren 04.10.2010”
BÖLÜM III.
“Sevgili Mehmet Altın,
Ne de güzel dolaştırdın beni çocukluğumun geçtiği sokaklarda. İlköğrenimimi
Vezneciler İlkokulunda yaptım, doğal olarak yazında saydığın mekânlar
(meyhaneler hariç) bizim oyun sahamızdı. İstanbul' a her gelişimde sabah
erkenden Vefa' daki börekçiye giderim, Bozacıyı soluna aldığında 20 mt. Sonra sağdadır
börekçi. Önce kıymalı, sonra çıtır çıtır yağ poğaçası, finalde pudra şekerli Kürt
böreği götürürüm duble çayla. En son Muş' lular çalıştırıyordu burayı.
Cuma günleri Şehzadebaşı Camiinin liseye bakan büyük bahçesinde Helvacı
Baba Türbesine gider, en çok helvayı kim toplayacak diye yarışırdık mahalle çocukları.
Sinemaların adı sırasıyla yanyana Ferah, Turan, Ege ile karşı köşede Yeni
Sinema. Yeni Sinema hariç diğerlerinde 3–4 film birden oynardı. Berduşsan kış
günü sabah gir, akşam çık... Bugünki TV dizisi gibi değil ama film serisi vardı
o zamanlar Yeni Sinemada. Öztürk Serengil, Anjelik gibi seriler kapalı gişe
oynardı.Hey Koca Mehmet Reis, ağzına diline sağlık...
Aydos Türk, 12.10.2010”
“Sevgili Aydos,
Bilirim Vefa' daki o börekçiyi... Sabahlari gündüzlülere ısmarlardık
senin tarifinle "kıymalısını, çıtır çıtır yağlı poğaçasını, pudra şekerli
Kürt böreğini" yiyelim, büyüyelim, dostlarımızla paylaşalım sonra da pudra
sekerli ellerinden sıkalım ve tasasız ve sağlıkla kalalım diye...”
Mehmet Altın 12.10.2010
--0--
“Mehmet,
Ellerine sağlık. Öyle güzel anlatıyorsun ki, insan hemen devamını
istiyor. Sağolasin. Sana ve Ufuk'a selamlarımı gönderiyorum.
Tülin (Çağlar) Koray 12.10.2010”
BÖLÜM IV.
“Eline, diline,
beynine sağlık be Mehmet I kardeşim.
Bambaşka bir anlatım
sekliyle, farklı tatlar yaşattın bana. Sanırım diğer arkadaşlarıma da öyle
!...Kal sağlıcakla.”
Fatih Uslaş 15.10.2010”
“Sana da bir kucak
begonvil daha, kal sağlıkla”
Mehmet Altın 15.10.2010
--0--
“Sevgili kardeşim,
ellerine, emeğine sağlık. Muazzam bir anlatım. Sana ve Ufuk'a selam ve
sevgilerimle.
Tülin (Çağlar) Koray 15.10.2010”
“Sana bir kucak
dolusu begonvil daha, kal tasasız ve sağlıkla”
Mehmet Altın 15.10.2010
--0--
“Sevgili Arkadaşlar,
‘ İstiridye
Tarlalarından ‘ seri âlinin, yakında
inşallah KİTAP olur, yazarı arkadaşımızın
Tam 24 ayar bir
soyadı var, ALTIN. Eskilerin deyimi ile kendisi de soyadı ile müsemma.
Diğer Mehmet’imizin,
seyyah olanının, soyadı ise YILDIRIM. Bu
arkadaşlarımızı ayırt etmek için numara koymak yerine soyadlarını kullansak hem
daha kendilerine uygun ve hem de daha şık olmaz mı? Ne dersiniz.?
Bu arada ‘
İstiridye… ‘ yazılarının hastasıyım. Her seferinde bu sefer kulağımıza ne
fısıldayacak Burgaz’ın İstiridyesi diye merakla açıyorum iletiyi. Okuyor, hemen
ilgili dosyasına save ediyor ve tekrar tekrar, döne döne okuyorum. Ne diyeyim
Altın Biraderim, kalemine kuvvet, yazması senden okuması bizden; devamı sende.
Sevgi ile kalın
Tuğrul Ünsal 16.10.2010”
“Sevgili Tuğrul,
“İnanmayacaksın
belki ama az önce 7 arkadaş istiridyelerin hatırına daldık denize, sana da
göndermeye karar verdik bir kucak begonvil sevgiyle, tekrar sağ ol güzel övgüne”
Mehmet Altın 16.10.2010
BÖLÜM V.
“Mehmetçiğim,
Yoksa kitaplaştırdın
mı bunları? Öyle yaptıysan, çok iyi ettin derim.Sevgiler,
Fatih Uslaş 19.10.2010”
--0--
“Mehmet’ciğim;
Kafamdan geçeni
yapmışsın. Bir kaç satır da ben yazmayı düşünürken, –Mehmet E. Altın’a sonra
bir daha yazarım belki- demiştim “numara mukabili” mektuplarımdan birinde,
hatırlarsan. Ama sonra “sürprizim var” sözüne bakıp frene bastım haliyle.
Derken, şafak söktü erken.Her neyse eline ve aklına sağlık. İmzalısını da
dilerim, ıslak, biri bana öteki İbrahim Müferrika’ya. Eh, o da
kısmet...(Korsanı rafta bizim buralarda, ihtiyarlara mahsus örneği ekte, kızma
kolay okunacağına delalet.)
Selamederim.
Mesut Taşkın 22.10.2010”
Sevgili Kardeşim,
Uzun zaman oldu, ulaşamadi
sana sesim...En son sabahın köründe İzmir Palas'ta eylemiştik geceyi dar kesim.
O zamandan beri
takip ederim seni Orbay ve Celal uzerinden tekil be tekil, sanma ki unutmustur
seni bu sefil...Ilettigin sevgi dolu notunu okuyunca gozleri daha bir cipil..
:-(
Ufuk ile ben öperiz
yanaklarindan, bal kaymak, öper hürmetle ellerinden, çocuklar, Özerk, eşi Ayşim
ve oğlum, küçük istiridye Berk, alınları ak mı ak, görüşürüz inşallah dalları
basmadan kara toprak ;-)))
Mehmet Altın 22.10.2010
--0--
Gözden Geçirilmiş II. Basım
“Sevgili Mehmet I biraderim, Mehmet Altın
kardeşim,
Gonderdigin 44
sayfalik “anlatı” notlarını biraz önce okudum.Sana tekrar, tekrar teşekkür
ediyorum, ellerine sağlık diyorum.Kişisel görüşüm olarak, bizlerle paylaştığın
bu notlar, grubumuza gonderilmis en güzel mesajdır, BİR ARMAĞANDIR.Sevgiyle
yanaklarindan öpüyorum.Sana, eşine ve çocuklarına sevgi ve saygılarımı
iletiyorum.
Fatih Uslaş 23.10.2010”
“Sevgili Fatih,
Ben de sana ve şahsında
bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.Kalın tasasiz ve sağlıkla
Mehmet Altın 23.10.2010
--0--
“Sevgili Mehmet I
biraderim,
Dün akşam Kabataşlılarla
bir aradaydim. Senin yazından bahsettim. Içimizde Kabatasli İşletmeli olanlar
yazını zaten okudular.Diğer Kabataşlılarım da yazıyı merak ediyorlar. Yazını
onlara da göndermeme iznin var mı ?Hepinize sevgiler, selamlar,
Fatih Uslaş 23.10.2010”
“Sevgili Fatih,
Ben Kabataşlılar
grubuna ilişkin sorunu "elbette olur çok da sevinirim diye yanıtladım ama
sent mail'de göremedim " onun için bir daha yineliyorum.Sevgiler
Mehmet Altın 23.10.2010
--0--
“Mehmet Kardesim,
Yazını büyük bir
keyifle okudum. Burgazadayı ve güzel İstanbulumuzda kaybolan şehir
efsanelerini bana tekrar hatırlattın.
Sana ve buna vesile olan Fatihciğime ne kadar teşekkur etsem azdır. Kalın sağlıcakla.
Ferhan Özkalp 23.10.2010”
“Ferhan Kardesim,
İçten övgüne teşekkür
eder, dostlukla ellerinden sıkarım.Kal tasasız ve sağlıkla
Mehmet Altın 23.10.2010
--0--
“SEVGİLİ MESUT, SEN
DE MEHMET GİBİ BULUNDUĞUN YERDE AYRI BİR ÜSLUP GELİŞTİRMİŞSİN. SEN DE YAZMAYA
BAŞLARSAN İYİ OLACAK. BAKSANA MEHMET’E, YETENEĞİNİN BU KADAR GÜÇLÜ OLDUĞUNU
BİLMEZDİM. YA DA BURGAZDA İLHAMİ İLE ARALARINDA ÖNEMLİ ŞEYLER GEÇTİ,
HAYRANLIKLA İZLİYORUM. BENCE YANIBAŞIMIZDAKİ DENİZİN BUNDA BÜYÜK KATKISI VAR,
DÜŞÜNEBİLİYOR MUSUN, MESELA KIRIKKALE’DE
İSTRİDYE YAZISI YAZMAYI.!
İKİNİZİN DE GÖZLERİNİZDEN ÖPERİM.
CELAL EMİR 25.10.2010”
“Sevgili Celal,
Övgü dolu iletine
Çok teşekkÜr ederim.Doğrusu ben de bu konuda kendimi yeni tanıyorum.Özerk
söylerdi de kulak ardı ederdim.Tekrar teşekkür eder hepinize tasasiz ve
sağlıklı gunler dilerim.
Mehmet Altın 25.10.2010
--0--
“Eline sağlık be can
dostum. İnan gözlerim yaşardı okurken. Yaşlandık mı ne! Vefa Lisesinin o koca
yatakhanesindeki, anımsamak istemediğim, ama bir türlü de belleğimden
atamadığım o ilk gece. Sabaha kadar vınlayan o büyük aspiratörün sesini gaz
boşaltan bir tanker sanmıştım. Ailemden koparıldığım ilk gecemdi o. Yaş onbirdi
be kardeş. Etmeyin bana bile diyemeyeceğin yaş hani. Haylazlıkla avunalım
derken, ardından gelen başarısızlık. Daha da yazarsam ağlarım yine, sağolasın,
hoş kal.
Naci Örnek 25.10.2010”
--0--
“Canım Abicim,
Sabah sabah beni hem ağlattın hem de çok ama çok geride kalmış, her şeye
rağmen binlerce ışık ve umut dolu, o güzel günlere götürdün…ellerine, yüreğine
kalemine sağlık ve ne diyorum biliyor musun, yazmaya devam etmelisin…hayal
dünyan, anıların, sevgin bu kadar canlıyken, kalemin bu kadar güçlüyken yazmaya
devam etmelisin..sen yine istiridyelerle konuşmaya devam et, eminim onların
senin kulağına fısıldayacakları çok başka şeyler de olacaktır…
Bildiğim, hissettiğim, yaşadığım Topkapı, Şehremini, Bahçelievler, Fındıkzade’nin
bende bıraktığı izlerden daha derin anlamlar var yazdıklarında…tabii ki benden
sekiz yıl önce doğduğun için dayımı anneannemi galiba babaannemi de tanıma
şansın oldu, bense bir tek dedemi tanıdım…içinde kırmızı balıklar olan mermer
havuzlu bahçesiyle o üç katlı Topkapı evini bazen öyle yakın öyle sıcak
hatırlıyorum ki sana anlatamam..Muhlise yenge, bir bahçıvan amca vardı adını
hatırlayamadım Taylan, Tayfun, Mualla teyze , ciciannem Fatma teyze, anlattığın
doktor amcalar, Aliye teyze, Ayşe yengemin geçim derdinden peşpeşe dikilmiş ve
birbirine bağlı eşarpları kesip paketleyen o emektar elleri ve nur
yüzü…durmadan koşuşturduğum ağaçlarına tırmandığım o kacaman bahçe fotoğraf
gibi aklımda…arkasında da kocaman Vatan Caddesine doğru uzanan bir bostan ve
ağaçlık vardı ki o küçücük halimde bana orman gibi gelirdi ve hep orada
kaybolmaktan korkardım…
Bahçelievler de benim yüreğimde sımsıcak bir semt..güngörmüş yaya’nın
kadim dinlerinden dualarıyla bize hoşgeldiniz dediği ev hala duruyor..Zelcan
yenge yaşlanmış Sahak amca sağ mı bilmiyorum… ama yas giysilerini hiç
çıkarmayan o güzel yaya daha bizler çocukken ışığa yürümüştü…iki yanında söğüt
ağaçları olan çok güzel bir bahçe kapısı ve kocaman bir bahçe hatırlıyorum ki
sonradan o bahçedeki meyve ağaçlarından aşağı inmediğimi karnım ağrıyana kadar
tıka basa sulu sulu erikler, mis kokulu şeftaliler, kayısılar elmalar yediğimi
dün gibi hatırlıyorum…
Yaşlanıyoruz galiba sevgili abicim ama bence böyle güzel
yaşlanalım…hatırladıklarımızı aktararak, hayata karşı aktif ve üretken durarak,
sevdiğimiz şeyleri var gücümüzle koruyarak, her ne kadar vandallar bir şeyleri
dümdüz edip talan etmeye devam etse de, biz hala buradayız demeye devam
ederek..ve en önemlisi küçük istiridyelerimize içlerindeki incinin değerinin
farkında olmalarını hep hatırlatarak yaşlanmalıyız ve daha küçük
istiridyelerimizi kucaklayıp dizlerimizde hoplatmalıyız..
Sonsuz Sevgimle
Deniz Börülceli Saçlı, Kız Kardeş İstiridye
Füsun (Altın) Oral 04.11.2010”
--0--
“Deniz Börülceli Saçlı, Kız Kardeş İstiridyeye bin şükran...
Mehmet Altın 04.11.2010
“Yaaaaa!Mehmet,sen nasıl
sakladın bu güzel yazıları benden?....hakikaten çok beğendim...Okudum ama ben
kağıttan daha iyi okurum.Yarın basıp bir daha okuyacağım....sana gaz veriyorum,
yaz diyorum, sadık okuyucun olacağız...ikimiz de...;))
Gülçin Atıcı 07.01.2011”
BURGAZADA REUNION 2012’den
BURGAZADASI Bölüm VI. için gelen mesajlar ve beğenenler
Sevgili ruhu gani arkadaşım,sana gönülden
sevgiler... Nalan
Oguzoglu
Çok güzel. Bizimle paylaştığınız için
teşekkürler Ömer
Küley
Çok güzel elinize sağlık.Gül
Ekercin Tulga
Bu güzel yazınızdan dolayı, bizdende size binlerce teşekkürler.
Yüreğinize sağlık:)) Adışah
Gül
Çok ama çok güzel bir yazı....elinize sağlıkkk... Alegre
Estroti
Mehmet, bu platform sizleri (sen, jaymi)bize kazandırdı.Meğer ne gizli
yetenekmişsin.Ben biliyordum çünkü etrafımda elinde kitap 3-5 erkekten biriydin
hep...Zevkle okuyacağım...
Elinize saglik....ne guzel bir yazi.... Toni
Goldenberg
Harikasın komşucummmm:)))çok duygulandımm..ne güzel yazmışsın eline
kalemine sağlıkkk:)) Sevgi
Engin
Elinize sağlık evet marta koyunu çok iyi hatırlıyorum ne güzel günlerdi
ve ne de güzel anlatmışsınız sağ olun var olun iyi ki varsınız...Rabia
Gürol
Jaymi Benbanaste, Meggy Güven Halfon, Memet Yetim, Jackie Laster
Franci, Silvena Milovic, Pandora Pervan-kastrinou, Nazlı Tosunoğlu, İsmail
Akhan, Franca Fifi Pinhas, Aslı Bucak Öksüz, Rea Kostantinidis, Mirey Telvi
Roditi, Filiz Kandemir, Marianna Vasilidadis, Nikos Zahariadis, Stavros
Ignatiadis, Jul Amado, Tasos Natsoulidis, Marika Harisiadou, Nadia Çakıroğlu, Jenev
Tarinas, Moshe Naum, hepsi de beğendiler…
SEVGİLİ BURGAZLILAR, ANLATIMIMA YORUM YAPAN SİZLER ve BEĞENENLER, BAKIN
NASIL DA BİR ARAYA GELDİK HİÇ TANIŞMAMIŞ OLSA DA BAZILARINIZ BENLEN...BİZİ DE
BURGAZLI YAPAN DEĞİL Mİ BU DEĞERLER?...BİLİNİZ Kİ İSTİRİDYENİN BU RENK AHENK
DÜNYASINDA HEPİNİZİN AYRI BİR YERİ VAR, HEPİNİZE BİN SEVGİ, BİN ŞÜKRAN...
Mehmet Altın 07-08.01.2011
---------------------------------------------------------------------------------------------
“Budur benim
sizlerle, sizlere, hikâyem... Çarşamba’da, Arnavutköy'de, Rumeli Hisari'nda,
Şehremini'nde, Fındıkzade'deki evlerde yaptığımız yemekler, ders notları,
kâğıt, kalem ve çay ile sabahladığımız geceler, Çürük Elma, kaçmaktan
kovalamaya vakit bulamadığım, bir kere de derin bir çukura düştüğüm
çevresindeki sokaklarla TMGT, cumartesi günleri kendime, kendine özel, kuzu böbreği
ile bir kadeh şarapla Asmalımescit'te Refik, tutuklanmaya bir potin bağı kadar
yakın Heybeliada, bavul raflarında uyuduğumuz trenler, sırtımda taşıdığım
yaralı melekler, yaralı yiğitler, her boş bulduğum duvarda yaptığım kalpaklı
Gazi Mustafa Kemal'imin gözlerine ve sözlerine canlarını veren, can verenler,
onlar ki anılarımdan hiç silinmeyen izler...
Diye bitirirken
yeşil gözlü istiridye dedi... bana selam verenler, bana el uzatanlar, bana yol
gösterenler, yol arkadaşım olanlar, yoldaşım olanlar, bana bildiklerini
öğretenler, beni okuldan atılmaktan kurtaranlar, benimle sevinip benimle
tasalananlar, üzdüklerim, kalbini kırdıklarım, istiridyenin ve istiridyelerin
bu renk ahenk dünyasında biliniz ki anılarımda yalnız sizlere yer var, bir
kucak dolusu begonville, sizlere bin sevgi, bin selam...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder