18 Mayıs 2012 Cuma

Mehmet Altın

İSTİRİDYE TARLALARINDAN

“İtiraflar”


Anlatı
  



iüif@yahoogroups.com yayınları I.

İstiridye Tarlalarından “İtiraflar”

Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının ve yazarın izni olmaksızın hiç bir yolla çoğaltılamaz.

I.  Basım: Eylül/Ekim 2010
II. Basım: 21.10.2010

Yayına hazırlayan: Mehmet Altın
Kapak tasarımı: Mehmet Altın



Kapak resmi: Penceremden, Kaşık Adası’nın ucunda  “İstiridyeler” 




ÖNSÖZ

 Beni bu anlatıyı kaleme almaya, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinden arkadaşlarım, Tuğrul Ünsal ile Muhittin Arel kendi anılarını kaleme alarak kışkırttılar. İyi ki de kışkırttılar. Kısacası onlar el verdi."Ben de" yazdım. Hoşunuza gitti mi?...dedim.Hoşumuza gitti dediler, ben de yazdım.Devam edeyim mi?... dedim.Devam et, devamını isteriz dediler, ben de yazdım.Yoksa ben istiridyelerle tek başına konuşmaya devam edecektim.

Daha önce hiç denemediğim bir konuda, beni kışkırtanlara, yazdıklarıma değer verenlere, önemseyenlere, sevgi ve şükran... bu anlatı "iüif öbeğimize" armağan...

Bana her zaman bir şeyler yapmamı söyleyen sevgili eşim ana istiridye, benim özellikle yazmamı isteyen oğlum, büyük istiridye ile kızım istiridye, elbette ki oğlum küçük istiridye, istiridyenin bu renk ahenk dünyasında biliniz ki sizlere çok ayrı bir yer var.
-------------------------------------------------------------------------------------------- 

İSTİRİDYE TARLALARINDAN

“İtiraflar”


I.Topkapı / Kaleiçi

Sabah gün doğumunda kalktım. Güneş, kızıl saçlarını Dragos ile Kaşık Adası arasına sererken ben de Kasığın ucundaki istiridye tarlalarında hasada cıktım. Eflatun, mavi, lacivert ile yeşilin sessizliğinde, fısıl fısıl kulağıma gelen istiridye, midye ile şeytanminareleri seslerine kulak kabarttım. Baktım anılarına dalmışlar, kabuklarının içinde yıllardan beri sakladıkları inci gibi günleri, ayları, yılları anlatıyor ve geçmişi arıyorlardı.

İstiridyelerden birini seçtim, açtım.İçinden İstanbul’un en eski semtlerinden, bilinen adıyla Topkapı/Kaleiçi hüzünlü, kırgın ve yorgun bana baktı, gözlerimdeki yaşlarda beni ve kendini aradı....

Sokaklarında çember çevirdiğim, surlarında uçurtmalar uçurduğum,  Bizans’ın akarsular vadisi, çocukluğumuzun bostanlarını bünyesinde barındıran şimdiki Vatan Caddesi'nden kestiğimiz kamışlarla, kızlara, civar mezarlıklardan topladığımız çitlembikleri fırlattığımız Arnavut taşlı yollarıyla Topkapı.

Bugün, metrobüslerin üstten geri dönüş turu attığı tam o yerde, "Bakırköy’e giderken solda" zarafeti ile dimağımda yer etmiş Takkeci Camii ile General Electric fabrikası arasında top koşturduğumuz etrafı cevizlik, dutluk kale dışı. Yine aynı caminin yanında, babamla gittiğim zaman yemeden olmaz, ekmek arası kavurmasıyla ünlü, Bakkal Amca. " Eşeği ile annemden habersiz sokak sokak dolaşıp sebze meyve sattığımız gün eve geç ve yalnız geldiğim için diğer bir eşek sudan gelinceye kadar dayak yediğim " mahallemizin zerzevatçısı, Mehmet Amca. Ağırlıklı olarak muşmuladan yapılma oyun sonrası kana kana içtiğimiz tükenmezi ile ünlü, oğlu da ünlü, o zamanın Nuri Alco'su artist Önder Somer'in annesi Despina Teyze, babamın dostu Balkan göçmeni sobacı İsmail Amca, şarküterisinde yalnız lokum lakerdalar değil bal kaymak güler yüzünü de satan, üst kat komsumuz, aşkı nedeniyle Müslüman olmuş, Muhlise Yenge'nin abisi Femo Dayı ve yardımcısı mösyö Simon, her perşembe ücretsiz fakir bakan Dr. Nasır Bey ile dedem Diş Tabibi Hasan Efendi, aynı gün Nasır Bey'den ve dedemden gelen reçetelere bedava ilaç veren Eczacı Nazım Amca, Hulusi Kentmen kopyası, sokakların hâkimi Komiser, aynı zamanda Tamburi Sait Amca, Kurtuluş Savaşının silah tedarik cambazları ünlü MM, Millî Müdafaa,  grubunun kurucu üyeleri Mehmet ve Bican Beyler, yardımlarını, şimdiki gibi değil, reklâmdan ve hoyratlıktan uzak gizlice yapan,  Fıkaraperver Cemiyetinin yorulmaz başkanı, Doğu Perincek’in kayınpederi Dr. Nihat Bey, renk ahenk bu semtin dünyasında, onlar da istiridyenin anılarında var...

-0-

Eylül ayının su son günlerinde Burgazada'dan bakınca Heybeliada’nın yeşilden yeşillere, yeşilden mavi yeşillere, yeşilden sarı yeşille devinen görüntüsü yanında, deniz de bir o kadar duru ve dingin. Belden aşağısı iplik, iplik, dantel, dantel pembe/ beyaz tuvaletleri ile Ravel’in Le Bolero'suna tempo tutan denizanaları, adalıları müziğin ritmine, denizin derinliklerine davet ederken, ben, kayıp ada Atlantis'in çocuğu, Islomanic,  dostlarım,  İstiridyelerin yeni anılarını dinlemeye giderken, ince ve uzun endamları ile Fashion TV'ye yakışır, Fatih'in "Pina"larının zarif selâmlarına, eğilerek karşılık veriyorum.

Anı ve anlatısı bitmemiş, estetik pinalarin tersine, amorf görünümlü dostum Topkapılı İstiridye, kabukları hala açık, belli ki canı sıkkın beni bekliyordu. Beni görünce, sevinçle, kendisi gibi amorf incisini parlattı ve tekrar anlatmaya başladı...

Şehremini’ni Bakırköy’e doğru geçin sağ köşedeki benzinciden sağa içeri doğru sapın.İşte oradan baslar Topkapı/ Kaleiçi Pazartekke Mescidi ile beraber...biraz ilerleyin en fazla üçer katlı bahçe içinde evler görecek, eğer mevsim uygunsa bu evlerin önünde merdivenlere ve bahçeye yayılmış mahallenin yerleşikleri, sizi de mutlaka çaya davet edeceklerdir.Yalnız kaldırımlar ve cadde dardır. Yürürken dikkat edin de tramvayın altında kalmayın. Bir de tramvaya asılmış hergele tayfasından kendinizi sakının... sakının ki, enseye tokat yemeyin.

Eğer sağa sola takılmadan tam Kaleiçi’ne, meydana doğru giriş yaparsanız "Kayseri köylerinden yeniçeri olmak üzere devşirilen ancak iyi ki askeri yetenekleri,  yetersiz olduğu için, ocaktan atılan Ermeni çoban " Mimar Sinan’ın eserlerinden biriyle, Kara Ahmet Paşa Camii'ni görür, Aydos kardeşimin, Üsküdar ve Edirnekapı Mihr-i Mah Sultan Camililerindeki aşk adına kullanılan, dönence günlerinde, birinin üstünden güneş batarken, diğerinin üstünden mehtabı doğduran, mimarî tekniğe şapka çıkardığı gibi, siz de Sinan’ın mimarî ustalığına bir kere daha şapka çıkarırsınız.

Şapkanızı hemen giymeyin çünkü meydana ve çarşıya geldiniz!? Eğer iyi et yemek istiyorsanız, yalnız eti değil, güzeller güzeli kızları ile de ünlü Kasap Osman Amca'ya, artık tanıdığınız Femo Dayı’ya selâm verip, bir yanını surların gölgesine, sırtını ise dayımın, balık toptancısı Orhan Reis'in, evine dayamış, temellerinin Bizans kalıntılarına dayandığı söylenen Aya Nikolas Kilisesine uğrayın.Papaz Andon'un bir hayır duasını almayı da sakın unutmayın!.Buradan ilerisi artık sur dışı, Takkeci, Sağmacılar yani Bayrampaşa, Davutpaşa ve eski Edirne yolu...

Gelin biz geri dönüp, dönüş yolunda sağda, MM, Müdafaa-i Milliye grubundan Mehmet Efendinin barok stili, yüksek tavanları ve büyük çiçek bahçesi ile ünlü, mahallede Pembe Apartman diye bilinen yapıya bir göz atıp, Pazartekke'den tramvaya atlayıp aşağıda sağda, şimdiki İETT garajının bulunduğu yerde, tek katlı, bahçe içi evleri de geçip Şehremini’ne varalım. Devamla, bence, Cumhuriyet döneminin belirleyici kurumları arasında yer alan, sağlı sollu yerleşmiş Çapa Öğretmen Okulu, Selçuk Kız Sanat Enstitüsü’nü geçip, Fındıkzade, Haseki yoluyla Aksaray'da taş oyma sanatının zirveye vardığı, her bir yüzeyi oya gibi işlenmiş, kalem işi süslerle bezenmiş Pertevniyal Valide Sultan Camii önünde tramvaydan inelim. İnince ne olur sadece bakmayın o güzelliği bir de görün, çizgilerini, rengini ahengini dağarcığınızın paletine yerleştirin. Ben gördüm istiridyelerin renk ahenk dünyasinda o yerler de var...

II. 50’li yılların Sonları

"Siz Aksaray'da tramvaydan inmeden önce, Haseki dolaylarında tramvay,  yolun iki yanındaki ahşap evlere adeta sürtünerek geçerken ben de karşıdan gelip Topkapı’ya giden, 32 no.lu Topkapı-Bahçekapı ([1])  tramvayına atladım. İstanbul’u İstanbul yapan değerlerden bir başkası olan tramvaylar, 1960'dan sonra, ilki yukarıda anılan hat olmak üzere kaldırılmış ve troleybüs hatlarıyla ikame edilmişti..."dedi ve başladı anlatmaya yaşlı ve güngörmüş şeytanminaresi...

Sultanahmet'ten Sirkeci, Fatih, Unkapanı ve Balat'a, Balat'tan Topkapı’ya, Topkapı’dan Yedikule'ye, Yedikule'den Samatya, Aksaray, Kumkapi ve Ahirkapi’ya bütün bu yörelerde yasayan " Eski İstanbullu " çocuklar, hayatlarının en büyük şaşkınlığını ve düş kırıklığını 1950'li yılların sonlarına doğru yaşadılar.

Çocuklara, ilk darbe, 6–7 Eylül olayları ile geldi. O gece, babam annem ve Kandilli Kız Lisesi'nde yatılı okumuş annemin liseden onun kardeş, benim öz teyze bildiği iki arkadaşı,  Sehzadebasi'na bir düğüne gitmiş, ben de dayımlarda kalıyordum. Cilveli ask saatleri yerine, hain pusulara gebe o gecenin ilerleyen saatlerinde, havai fişek gibi patlayan seslere, bazı yerel yangınların karanlıktaki yansımalarına ve saçlarımda dolanan is kokusuna uyandığımda, havaya ateş eden dayımın elinde, hayatımda ilk defa silah ve silahı gördüm. Yine dayımın ve Topkapılı erkeklerin korumaları altına alınmış aileleriyle beraber arkadaşlarım Hristo, Kozma ve Yorgo'nun suratlarında ilk defa korku ve korkuyu da gördüm... saldırganların her birinin suratlarında da kendisinden korkan, kendisi ile kavgalı, kendisinden korktuğu ve kendisiyle kavgalı olduğu için hedef gözetmeksizin,  dozunu gittikçe arttıran şiddetin, iğrenç yobazlığın ve toplu histerinin gaddar ve hain yüzünü gördüm.

Çocuklara ikinci darbe ise; çevresindeki tarihi yapılarla ve güzelim havuzuyla bütünleşmiş Beyazıt Meydanı... Pertevniyal Camii'nin efsunlu güzelliğini ve asaletini bir saraylı zarafeti ile taşıyan,  gözümüze ve gönlümüze yansıtan Aksaray Meydanı... bostanlarının  her bir yerini Evliya Celebi gibi karış karış keşfe  çıktığımız, teneke üzerinde kızartmak üzere çekirge avlayıp, tavşan kovaladığımız, daha önce bahsettiğim, Vatan Caddesinin bulunduğu vadi...ile şimdiki Olcay Otel Topkapı’nın önündeki kavşakta, aralarında dedeminki de bulunan, güzelim konakları...biz çocukların,  oyun ve yaşam alanlarını, yine hayatımızda ilk defa gördüğümüz dozerlerin, iş makinelerinin, denetimsiz, hoyrat ve saldırgan devinimleri  ile yıkarak ve yok ederek, yeni yollar açmak için, geldi.

Bütün bu yaşadıklarımız, önce büyük bir şaşkınlık, sonra hüzün, sonra da kızgınlıktı.

İste burada anılan o günlerdir ki, çağdaşlaşma ve değişim adına İstanbul’un sırtına ilk hançerler saplandı. O henüz ölmedi... ama hala saldırıyorlar... saldırganlara direniyor, sevenleri bazen yaralarını sağaltıyor ama yaşam savasını giderek kaybediyor, henüz yoğun bakımda değil ama o da yakındır.

Ne yazık ki çocuklarımız, torunlarımız onun ateş böceklerini tanıyamadılar, onun kirpilerini göremediler, vandallar geldi, onun ateş böceklerini, kirpileri kaçırdılar. Onun ağaçlarından ellerimizi bal eden incir, kınalı kılan ceviz, pişmaniye gibi ayva, salladığımızda kafamıza yağan dut toplayamadılar, vandallar geldi onun bütün ağaçları kestiler. Onun saka kuşlarını, fluryalarını avlayamadılar, vandallar geldi, kuşların hepsini kaçırdılar. Onun her iki kıtadaki kıyılarında, Haliç’te, Boğaz’da oltayı attıklarında onun balıklarını tutamadılar, vandallar geldi, denizin dibini kuruttular. Bisikletlerini rıhtımlara fırlata, fırlata donlu, donsuz, onun denizine giremediler, vandallar geldi, onun denizini kirlettiler. Otomobil rulmanlarından tornet yapıp onun sokaklarında yarışamadılar, vandallar geldi, sokakları, kaldırımları bile işgal ettiler. Uçurtma yapıp onun göklerinde uçurtamadılar, vandallar geldi, alanları yok ettiler. Kısacası, çocuklarımız ve torunlarımız ona emek veremeden,  vandallar ise, hiç bir şey üretmeden onu gün be gün tükettikleri için ne çocuklarımız ne de vandallar hiç biri onun değerini bilemediler. Şimdi durmadan onu arıyorlar, eskiye döndürmeye çalışıyorlar ama artık onun ruhunu bulamıyorlar, yaptıklarını da yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Dolayısıyla bizim gibi mutlu da olamıyorlar.

Ben, bu yaşıma gelene kadar güzellik karsısında bu kadar yıkıcılık ve zevksizlik, sevgiye karşı bu kadar sevgisizlik ve yaşama bu kadar saygısızlık görmedim... Biz, yaşlı deniz minarelerinin renk, ahenk, bilge, dünyasında ne yazık ki bunlar da var...

III. 60’lı yıllar / Ortaokul ve Lise

Yaşlı ve bilge denizminaresinin acı dolu hüzünlü anlatımına, solan begonviller, japon gülleri, yaseminlerle beraber kış görümüne bürünmüş, sararmaya yüz tutan ağaçlar fon verirken, kestane karası fırtınası da ağır tempoda gür sesli üflemeli çalgıları ve gök gürültülü davullarıyla ses verdi...ve anlatmaya başladı artık yeni yetme delikanlı, yeşil gözlü istiridye....

On iki yaşımdaydım. Evden, uzun süreli, ilk olarak ayrılmıştım. Artık babamın, dedemin yıllarca yaşadığı semti hemen hemen terk ediyor, leyli meccani ([2]) sınavları sonucu Vefa Lisesi'nde yeni bir yaşama adım atıp, Eski İstanbul’un alçak gönüllü, güngörmüş, eskimişliğini ve fakirliğini ağırbaşlı bir onurla taşıyan semti Şehzadebaşı’nın ana kucağına sığınıyordum.

Okulda asla bulamayacağım anne, baba ve kardeş sevgisi ile aile bağları yanında, önemli bir sayısı yatılı olmasına rağmen, yatılı öğrenci hizmetine odaklanmamış, konfor demeyeyim de asgari iyileştirilmiş yaşam koşullarının bile esirgendiği ortama duyduğum tepki, beni, her zaman fırsat buldukça, okul dışındaki yaşama ve coğrafyayı keşfetmeye itti.Zaten her türlü öğüde rağmen tanıma, sınama, yanılma değil midir bize hayatı öğreten?.

Okulumun bulunduğu Şehzadebaşı merkezli, Vefa, Süleymaniye, Laleli, Beyazıt, Eminönü, Unkapanı, Zeyrek, Fatih, Aksaray düzlemi, sınırlarını arkadaşlarımla volta ve omuz atarak, belirlediğimiz yeni yaşam alanım oldu.

Böylece ilk defa Şehzadebası sinemalarında tanıdık, biz yeni yetme istiridyeler, seven, sevecen, eğiten, kızdı mı ulu manitunun acımasız balta darbelerini vuran, " gerçekte odur dünyayı yöneten ", karşı cinsin endamını...

Şehzadebası sinemalarındaki konserlerde tanıştık, Erol Büyükburç, Durul Gence, Semiha Yankı, Beyaz Kelebekler ve adını anımsayamadığım daha nicesi ile... sonra da Beatles ceket, Antuan yaka gömlek, bol paça pantolonlarla Pera'da Adamo, Enrico Masias ve diğerleri ile...

Geceleri okuldan kaçıp, Şehzadebaşı sinemalarında, "en yenisi, Yeni Sinema'da" seyrettik Susuz Yaz', Yılanların Öcü, Spartaküs, Kuşlar, Zorba, Kazablanka ve Sapık gibi hala anılan kült filmler ile daha onlarcasını, yöneten ve çevirenlere minnet...

O filmlerle tanıdık Atıf Yılmaz, Memduh Ün, Halit Refiğ, Alfred Hitchcock, Carlo Ponti ile Türkan Şoray, Fatma Girik, Ayhan Işık, Anthony Quinn, Kirk Douglas, Alain Delon, Melina Mercury, Sophia Loren, Marlon Brando ve daha nicelerini...

Sahaflarda okuduk Varidat, İnce Mehmet, Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, Odysseia, Ezilenler, Ana, Madam Bovary, Uşak, Gözleri Açık Gidenler ve daha onlarcasını, yazanlara minnet...

O kitaplarla tanıdık anamızdan, babamızdan, hocamızdan sonra eli öpülesi yazarları..Yasar Kemal, Şeyh Bedrettin, İlhan Selçuk, Necati Cumalı, Homeros, Maksim Gorki, Jack London ve daha nicelerini...

Vefa’nın ve Süleymaniye’nin birbirinin mahremine karşılıklı asılı çamaşırlar kadar yakın, bir yandan ağzı soğan kokan, bir yandan pencerelerindeki sardunyalar, güller ve karanfiller ile aşk koklayan, kapı açık, paça bol külhanbey kılıklı ahşap evlerini gözledik, namahremleri pencereye çıkar da bir işmar eder diye...

Efkârlandık, okulun iş atölyesi damının üstünden, çıktık Valens ([3]) Kemerinin Haliç’e bakan yüzüne, Güzel Marmara şarabını, Bafra sigarasını beyaz leblebiyi arkadaş bildik, anlattık göz alıp, göz verdiğimiz karşılıksız aşklarımızı birbirimize... kemerin fosil istiridyeleri ile Bizans'tan, mahallemizden ve yöremizden kızlar aldık, kızlar verdik birbirimize...

Yetemediğimizde birbirimize, dertlerimize, umutla koştuk Süleymaniye Camii'ne, belki Kanuni Sultan Süleyman ile Mimar Sinan anlar halimizden diye dua etmeye...

Unkapanı’nın salaş meyhanelerde vurduk rakının dibine, efkârın Müzeyyen Senar'dan gelen sesine... Aksaray'da sarıldık damardan işkembenin sarımsaklı nefesine... Çarşamba’da, Karagümrük'te kavga ettik, bıçaklar çektik mahallenin namusunu, namusu bellemiş efesine...

Çınaraltı'nda attık tavlanın ilk zarını, nargilemizin kedi gurultulu sesi ve kallavi kahvemizin höpürtüsüyle...

Hafta sonu koşturduk özlemle evimize, beş nehari arkadaştan, beşer kuruş eder yirmi beş kuruş haraç ile Lalelide Tayyare Evlerinin önündeki duraktan, alınan otobüs biletiyle…

Tanıdığınız, tanımadığınız, kabukları kapalı bizi dinleyen, müstehzi gülen istiridyeler; onlar ki benim, bana, anne arkadaşlarım, baba arkadaşlarım, kardeşlerim, sıra, sınıf ve etüt arkadaşlarım, sırdaşlarım, yoldaşlarım, çalışkan ve tembel arkadaşlarım, iyi ve kötü huylu arkadaşlarım, cesur, yiğit ve hergele arkadaşlarım, küçük kardeşlerim, ağabeylerim, etüt ağabeylerim, iyi hocalarım, sevecen hocalarım, lanet hocalarım, ismi hep anılan hocalarım, ismini bile unuttuğum hocalarım, bu renk ahenk anlatıda onların da payları var... artık sıradaki bölüm sizlerle, bırakalım onu da deniz tarağı anlatsın...

IV. 60’lı Yılların Sonları / Üniversite

Büyük şairin dediği gibi havanın, kurşun gibi ağır olduğu bugünlerde, akıtırken gözyaşlarını, yağmur tanrıçası Bunbulama ([4]), Fener Burnu ile Kaşık Adası arasında, etrafında dolasan gümüş yavrularını kollayan yeşil gözlü istiridye, istedi ki anlatsın bir kısmını tarafsız bir gözle; deniztarağı istiridye...

Ve söyle dedi, deniztarağı istiridye...

Yeni yetme fidan ve filinta gibi istiridyeler, yârin yanağından gayri sevinci ve tasayı, bir dizi halayı, bir dal mimozayı, bir tabak aşı, bir kâse çorbayı, bir bardak suyu ve şarabı, bir somun ekmeği, hepsinin üstünde, yaşamı " tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine" paylaşmayı öğrendikleri 60'li son yıllarda tanıştılar birbirleriyle... Neden olana sevgi ve şükran...

Fakültelerinin kapısından girdiklerinde şaşkındılar, kendilerinden başka bir cinsin amfide ayni sıralarda oturmasına, hepsi mahcup ve şaşkın ama neden olana da bin şükran...

175 kişiyken oldu 350, geleceğini, İ.Ü. İsletme Fakültesi’nde arayan... Rivayet odur ki günümüz CEO’ları bile kazanamaz o kadar parayı, o zaman onlara vaat edilen... Bu ortak paydada çalışmaya başladı en büyük ortak bölen... Asal sayı istiridyeleri, marjinaldir ya bunlar, attı kumluğun en sağ ya da en sol yanına, kalanları da topladı küme küme bir araya... Her bir kümeye özel bıyık, özel kabuk verdi ki düzenli yayılsınlar tarlaya, hem kolaylık olur gerekirse bir bir toplamaya...

Aramaya başladı kendi cam fanusunda, kendini, bizim yeşil gözlü istiridye, acaba ben hangi kümedeyim diye... Aramaya başladı bir yandan amfide ilim, irfan, bir yandan kantinde dal gibi bir endam, bir fidan, ama olmalı mutlaka ortak bir slogan... İşte böyle başladı fakültede yaşam... Deyip sözü verdi, deniztarağı, yeniden istiridyeye...

Kartlarında, kapılarında Arş.Grv., Ass.Dr, Doç.Dr., Prof.Dr. yazılı hocalar, bana bir kelime öğretenler, dillerine, akıllarına sağlık başladılar anlatmaya işletmeci olmak için ne gerek?..

Fayda/maliyet analizi, arz/talep dengesi, yoktur tabutun talep elastikiyeti, peki nedir tabutların aritmetik boy ortalaması ve de medyanı?...çizdik T cetveli, yazdık stoğa aldığımız patiskaları sola, verdiğimizi sağa, yamukluk yaparsan hemen gelir hesap uzmanı dükkana, sonra da yapışır yakana, B.K. veya V.U.K Md. bilmem kaçla...Senetleri pullamayı unutma, sanma onları nakit para, gerektiğinde başvurmalısın nakit akıma...yıl sonu geldiğinde cümle hesabi cem et, zarb et, tarh et, elde kalana da kâr deyip, bilançoyu efkar-ı umumiye ilan et.

Unutmayın bunları yapmak için akıllı uslu adamlar gerek, söyleyin personele bize maksimum verimlilik gerek, yılsonunda da performanslarını ölçmek gerek... Olmuyor bu işler lafla, bize ucuz fonlar verecek peynir ekmek gemisi gerek... Kredileri dört döndürmek gerek... zamanında gelmezse hammadde, işçiler koymasınlar ellerini beline, çözüm üretmek gerek...üretilirse 4 birim yerine 5 birim, sevinmek mi, şüphelenmek mi gerek?...ürettiler mi dikdörtgen prizmayı, yamuluyor mu, tabanı oturuyor mu kontrol gerek?...pazarda diğer prizmaların boyunun ölçüsünü almak gerek...var mı daha civelek?...varsa tedbir gerek, fon gerek, bunun için kârdan mı tırtıklamak, fiyata mı bindirmek gerek...başım döndü dememek için bunların hepsini, doğru sevk, idare, koordine ve denetim gerek... bunları doğru bilip, dönem sonlarında doğru yazmanız gerek...dedi hocalar, başımızın etini yiyip...

Tamam, anladık, bunların hepsini öğrenmek gerek de dışarıda da, neler olup bittiğine bakmak gerek... Etrafta dolanırken köşe taşlarını kontrol gerek, yeni türedi deniz canlılarından Faşolar, Akıncılar hem onları hem de bizi avlayan Frukolara yem olmamak gerek... dedi yeşil gözlü istiridye ve devamla;

Üniversitenin duvarlarıydı bize gündem bildiren, ana bina yemekhane koridorunun duvarlarıydı entellektüel dünyamızı zenginleştiren.... Çınaraltı, Hasıraltı, Şark Kahvesi, Yenikapı Sahillerindeki kahveler, sivil polisler, Refik Durbaş, Necati Tosuner ve diğerleri, kahve dünyamızı zenginleştiren, bilgi dağarcığımızı genişleten... Lâleli’de Goralı, Lâleli Turşucusu, Süleymaniye’de kemer altındaki kebapçı, Süleymaniye Camii yanındaki meşhur kuru fasulyeci, çeşitlendirirdi üç kuruş harçlıkla katıklarımızı... Meğer ki, yoksa bir yürüyüş ya da aniden değişen yeni bir gündem...

Eğer değişmişse gündem, duvarlara işlerdi bunu, bendeniz, çizer, boyar, yazar istiridye, bir elinde fırça bir elinde boya... Ertesi gün, sıra sıra saflarda, haykırırdık billur bir su gibi safça... Tüm istiridyelerin, esenliği, dirlik ve düzeni, daha iyi bir geleceği için... Bu nedenle derin mi derin sulara daldık kulaçlarca, literatürde okunması gerek ağırlıklarla... O zaman gördük ki "onlar korkak, cesur, cahil, hâkim ama bir o kadar da çocuktular "...ve

O zaman gördük yiğitliği, o zaman gördük dostluğu, o zaman gördük dostunu satanı, o zaman gördük ihaneti, o zaman gördük insan olanı, o zaman gördük insanı insan yapan değerleri, inancı için toprağa yatanı, iste tam o zaman da " e, ask olsun be yiğit kadın, e ask olsun sana, nasıl da durdun yere düşmüş yarin yanağının yanında, dimdik ayakta " deyip aşık olduk...siyah derin gözlü bir deniz kızına!..."ufka" baka, baka....

Budur benim sizlerle, sizlere, hikâyem... Çarşamba’da, Arnavutköy'de, Rumeli Hisari'nda, Şehremini'nde, Fındıkzade'deki evlerde yaptığımız yemekler, ders notları, kâğıt, kalem ve çay ile sabahladığımız geceler, Çürük Elma, kaçmaktan kovalamaya vakit bulamadığım, bir kere de derin bir çukura düştüğüm çevresindeki sokaklarla TMGT, cumartesi günleri kendime, kendine özel, kuzu böbreği ile bir kadeh şarapla Asmalımescit'te Refik, tutuklanmaya bir potin bağı kadar yakın Heybeliada, bavul raflarında uyuduğumuz trenler, sırtımda taşıdığım yaralı melekler, yaralı yiğitler, her boş bulduğum duvarda yaptığım kalpaklı Gazi Mustafa Kemal'imin gözlerine ve sözlerine canlarını veren, can verenler, onlar ki anılarımdan hiç silinmeyen izler...

Diye bitirirken yeşil gözlü istiridye dedi... bana selam verenler, bana el uzatanlar, bana yol gösterenler, yol arkadaşım olanlar, yoldaşım olanlar, bana bildiklerini öğretenler, beni okuldan atılmaktan kurtaranlar, benimle sevinip benimle tasalananlar, üzdüklerim, kalbini kırdıklarım, istiridyenin ve istiridyelerin bu renk ahenk dünyasında biliniz ki anılarımda yalnız sizlere yer var, bir kucak dolusu begonville, sizlere bin sevgi, bin selam...

V. Burgaz Adası

Sordum tüm istiridyelere, pinalara, deniztaraklarına, denizminarelerine;  Su üstündeki yansımalar mı, yakamozlar mı, gökteki yıldızlar mı gerçek? Gökyüzü nerede bitiyor? Gördüğümün ne kadarı rüya ne kadarı gerçek? Dediler bu bizim için ağır bir soru, yanıtlar bunu Zeus, Büyük Tanrı... Zeus dedi...deniz oradaydı, güneş de, yıldızlar da... ben sadece fazlalıkları çıkardım; geriye kaldı, huzur dolu, sakin bir ada... Büyük İskender’in generali Demetrios'un babası Antigone, adını verdim bu adaya, sonra Yunanca kale/burç anlamında Pygros, Burgaz olarak başladı anılmaya...

70'li yılların sonlarında düştüm, Pita, Kaşık Adasına, dedi yeşil gözlü istiridye. Ama anılarım Pita'nin karşısında Burgaz'da...

İlk yıllarım, Kınalıada'ya bakan, Aya Nikola derler yöresinde geçti Burgaz'in. Güneşin, gün batımında, gün yorgunluğunu giderdiği, rakı ve şarapla kutsandığı, ışıkla yüzdüğünüz, ışığa yüzdüğünüz, ışıkta yüzdüğümüz yerdir burası... burada öğrenirsininiz renklerin ahengini, zamanın anlamsızlığını... burada üflenirsiniz yaşamın dışına, ışığa varmaya... o nedenle, adı verilmiş bu koyda “Marta Koyu’nda”, burada saf tutmuştur, çevrecilerin "bakire rahibesi", istiridyelerin kutsal anası, ışığa yürümüş, toprağı bol olsun, Kıptî güzeli, komşum,  Madam Marta... o nedenle, burada saf tutmuştur, midyelerin ustası, midyeler üzerine doktoralı, Proser'in de ustası, sevgili Fatma Erdinç’in ve benim, yüreği pırıl pırıl, ışığa yürümüş, toprağı bol olsun, Vartan Abi... o nedenle, burada saf tutmuştur, pavuryaların süvarisi, sırtlarına beraber bindiğimiz, Matbaacı Çetin Abi... o nedenle, burada saf tutmuştur, oltasını bir gaucho'nun ([5]) kemendi gibi kullanan, kağıt kaplama sanatkârı, dostum Haşmet, namı diğer Carlo ve eşi Anna... aşkları, burada ışığa düştü Burgaz’ın hayvan hakları savunucusu Rabia hanım ile tiyatrocu Özkan abinin... burada suya attı, Burgazlı olarak vaftiz etmek için kendini, büyük oğlum, bir buçuk yaş istiridye, ışıklar içinde daldı derinlere... burada komşum oldu Miftah Albay, eşi Nurcan, zarif kızı Merve ve oğlu Emir ile... burada tanıştım çay bahçesini işleten,  koca katili yenge, bakkal Sait, faytoncu Cemal ile... burada Aya Nikola'da en güzel köşk, Köksal Bey'in köşkünün eklentisindeki evde başladı "kör kurşunlardan kaçak"  otuz iki yıldır süren hikaye...

Sonra, bir dönem çıktık iskeleden, fırına, oradan pazarın kurulduğu meydana, hemen çıkın yukarıya bayıra, sol yukarınızda Avusturya Kilisesi,  aşağıya doğru uzanan yamaçların altında da ayni kilisenin tarım yapılan bahçeleri, adanın Çam Mevkii derler yaylalarına... burada verdik balıkları, etleri mangallara, mehtabın koynunda, lodosun kıskanç, hiddetli okşamalarında altımızda yerleşik Burgaz, Kaşık, Heybeli, Dragos... her yaz başı "iyi yazlarımız olsun"  demeyi unutmayan rahmetli Neriman Hanım, ağabeyi, o da rahmetli, set altı komsum, saka Muhittin, oğlumun arkadaşı Kosta'lar ile deli fişek Rita'lar da burada mekan tutmakta. Eğer izleri bilirsen, buradan kestirme çıkılır Alman Kitapevi sahibinin ormandaki köşkünün önünden geçerek adanın en yüksek tepesine, Hristos Manastırı ve Rum Mezarlığının bulunduğu yere, manastırın ve mezarlığın alevi bakıcısı Gülay’ın çayını içmeye...
Yine indik çayıra, önce iskelenin tam karşısı Ada’nın simgesi Burgaz Palas’ın çatısına, sonra yine portakal, limon, yasemin, begonvil kokularının, sarhoşlara kıskanç sarhoşluğunda, sera iklimli Kış Bahçeleri’ne... Kapi açık komşularım, tasada ve sevinçte, onur dolu dostluklarını paylaştığım Ayhan ile Sevil, Izak ile Sibel, Vitali ile Çela, Metin ile Ela ve Antuan ile Hilda, Cavit ile Gülçin, Yako ile Beki, onlar ve tanıdığım diğerleri tutukladılar beni bu efsunlu adaya... el ele, evden eve çocuklarımızı büyütmeye, onlarla hep beraber gururlanmaya, aşkların en güzelini, en şahenesini yaşamaya, motorlarda hastahanelere koşturmaya, cenazelerimizi paylaşmaya...

Ben şimdi, kadim dostlarım ve kardeşlerim istiridyeleri gözlediğim... sabahları, ya akşam mahmurluğu ile gerilmiş ışıklarını güne yayan, ya da akşamın kızgınlığı ile Pendik, Tuzla, Heybeli tepelerini alev alev yakan güneşle selamlaştığım... her gece mehtaba çıkan Heybeli'ye komşu, gururlu martılara yuva, Indos'taki, evimde, dünyaya yeni gelen bebeklere hoş geldin demeye, güzel günlere, umuda, gelecekte, hayati paylaştığımın beyaz saçlarını örmeye, penceremden kadim dostlarımla, elbet bir gün, vedalaşarak umarım ışığa yürümeye yattım... bana renk ahengi öğreten yakın ada, uzak ada, Burgazada'da...sanki yeniden doğuyorum Topkapı’da...yoksa burası Topkapı mı da?...

Doğumu ada Rumlar, hala gelip adayı koklayan, 39 Erzincan deprem göçmenleri Erzincanlı aleviler, Hitler kaçağı Alman ve Avusturyalılar, 73'lu sevgili Robert Schild'in renginde Yahudi, Agop Can’ın renginde Ermeni istiridyelerimiz... hepsinin doğumu ada küçük istiridyelerimiz, evden eve elden ele büyüyen, bir birbirimize emanet ettiğimiz... biri de doğumuna çeyrek kala ada motorlarında, anasının kabuklarının içinde iyot koklayan, küçük oğlum istiridye... adada beraber top oynamış, beraber balık tutmuş, beraber kavga etmiş, Hristos'ta ilk sarhoşluğu beraber denemiş,  çok renkli ahenkli istiridyeler, adanın sutopu takımlarında yüreğinin üstünde takımını ve vatanını onurla taşıyan her renkten delikanlı istiridyeler, Kriton, Nusret, Galyo, Yako, Orhan, Ümit,  Ömer,  Mikael, Ata, Sevan, Gigi, Gino, Cristian ve diğerleri... ada çocuklarının sevgilisi olmuş rahmetli faytoncular, Apo ve Veli Dayı... vaftizinde onur konuğu olduğum, ben, cici dedesinin torunu Mane, büyük depremde beraber sokakta yattıklarım, adadaki yangınlara beraber koştuğum, daha gecen yıl Sait Faik ile arkadaş, toprağı bol olsun, balıkçı Kosta'nın cenazesinde, kilisede her dinden saf tuttuklarım, manav Taner abim, çöpçü Aziz, hamal Deniz... adanın olmazsa olmazı, yönetim kurullarında görev almaktan onur duyduğum adanın ana okulu, baba gururu, küçük istiridyelerimizin eğitim yatağı, Adalar Su Sporları Kulübü ve görev yaptığım dönemlerdeki kurul arkadaşlarım ile üyeleri... begonviller, mimozalar, ıhlamur ağaçları, çamlar, palmiyeler biliniz ki anılarımın rengi, ahengi bunlardır, anılarımı renklendiren, ahenk veren bunlardır, yeşil gözlü istiridyenin ve istiridyelerin renk ahenk dünyasında yalnız sizlere yer var, sizlere bin sevgi, bin selâm, beni adaya düşürene, düşürenlere bin şükran, bin minnet...

---------------------------------------
25.09 / 19.10.2010 Burgazada, İSTANBUL


[1] Eminönü’nde İTO’nun arkasındaki yörenin adıdır.
[2] Parasız Yatılı
[3] Bozdoğan Kemeri
[4] Aborjin kültüründe yağmur tanrısı.
[5] Arjantin’de sığır çobanlarına verilen sıfat.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

HER BÖLÜME GELEN MESAJLAR

BÖLÜM I.

Sevgili Mehmet I Biraderim,

Eline, koluna, diline, beynine sağlık. Ne kadar güzel yazmışsın. O günleri yaşar gibi oldum, top oynadığın sokağı görür gibi oldum, sahanın etrafındaki dut ve ceviz ağaçlarının meyvelerinden sanki ben de tattım. “İstiridye” sözcüğün beni 1960 yılına götürdü. Ben istiridyeyi hayatımda ilk defa 1960’da gördüm. Kartal Cevizli sahilinde, (tam da Büyükada’nın karsısına isabet eder) kumluk alanda, yarım kol uzunluğunda, kuma saplanmış durumda bulurdum onları. Bazılarını toplar karaya çıkarırdık, içini açıp incelemek için. Bana o günleri hatırlattın.

Tekrar teşekkür ediyorum, gözlerinden öpüyorum, zahmet olmazsa devamını diliyorum.

Fatih Uslaş 25.09.2010”
--0--

“Estağfurullah, el vermek haddim değil, olsa olsa icazet alırım. Ellerin dert görmesin. Daha önce de bahsetmiştim İstanbul kültür kenti 2010 projesi kapsamında İstanbul semtlerini anlatan kitapçıklar yazılmasını birilerine ısmarlamışlar. Ben bunu görünce heyecanlandım, yasadığım üç semtin kitaplarını aldım. Suadiyeyi anlatan kitabin ilk 10 sayfasında su koyuverdim. Birkaç eski binadan bahseden ama içinde hiç insan nefesi olmayan bir kitap. Mahalle bakkalından, top oynarken camını kırdığımız için kulağımızı çeken komşu teyzeden bahsetmeden İstanbul semti anlatılır mı hiç?

Mehmet Altın 25.09.2010”
  
Ellerin dert görmesin. iste bu yazıda insan var. Komiser pos bıyıklarıyla, eczacının ense tıraşı gelmiş gözünde gözlük beyaz saçlarıyla canlanıverdi gözümde. Muhlise yengenin de ayağında mercan terlik başında mermerşahi çatkısı vardı herhalde. Devam dostum İstanbul’a 60 yılını vermiş bizler yazmazsak bu anılar bu isimler unutulur gider. Belki yazılanları birileri derler bir gün.

Muhittin Arel 25.09.2010”
--0--
“Sevgili Fatih ve Muhittin,
Her ikinizin de satir aralarında ihtiyarlığın sevimli hınzırlığı yanında yaşlılığın ağırbaşlı övgülerini okurken ben de adıma sevinç duydum. Teşekkür ederim. O zaman klavyeme kuvvet.

Mehmet Altın 25.09.2010”

Sevgili Muhittin
Bağışla bu günlerde programım biraz dışa bağımlı olduğu için gün veremiyorum ama kaygılanma adanın kışına doyum olmaz. Bizim evde yatak da bol. İstiridyeler de Fatih'in istiridyeleri de ki onlar pina olsa gerek benden izinsiz bir yere gitmezler. Gönlünü ferah tut. Kal sağlıcakla 

Mehmet Altın 25.09.2010”

--0--
Sevgili Mehmet,

“Çok güzel yazmışsın. Ellerine, yüreğine sağlık. Lütfen devamını getirebilir misin? Dediğin gibi, klavyeye kuvvet. Senin resim konusundaki yeteneğini biliyordum. Hatırlarsan rahmetli Yüksel Ülken hoca ilk iktisat dersine geldiğinde "Güzel Sanatlar Akademisine gitmek isteyip de, buraya gelen var mı? veya buna muadil bir soru sormuştu; sende cevap verince grafikleri sana çizdirmişti. Her iktisat dersinde grafikleri kitaptan bakarak sen çizerdin. Yanlış hatırlamıyorum değil mi?.. ama edebiyat ile aranın mükemmel olduğunu bilmiyordum. Lütfen devam.

Bu arada Ufuk nasıl? Her ikinize de selam ve sevgilerimi iletiyorum.

Tülin (Çağlar) Koray 26.09.2010”

“Sevgili Tülin,

Bugün pazar, saat 08.59.Şu an bir yandan tam da ekte gördüğün Kaşık Adasının ucundaki kabuklu dostlarıma günaydın diyor, bir yandan da hafif bir yağmurun cam ağaçlarından kayan sesini dinliyorum. Mesajını okuyunca adeta vehme kapıldım.Bana bir haller oldu ki sorma.".İşte bu dedim kendime."Artik Burgazadası yalnız Sait Faik ile değil benimle de anılacak!...Hüsnü kuruntu sıfatı da buna yakışır. :-.Ne güzel yazmış istiridyelerinle konuşup onlardan ne güzel anılar dinlemişsin benim güler yüzlü, zarif kardeşim.Hepsi doğru Yüksel Hoca’nın sorusunun oltasına nasıl sazan gibi atlamıştım.Eh ne de olsa soruda iyot kokusu olunca dayanamadım herhalde..Simdi de siz, güzel arkadaşlarımın ağına takıldık, gidiyoruz balıkhaneye, bakalım kimin rakısını yudumlarken okuyacağı sayfalara kısmet.

NOT: Ufuk, ben ve biri büyük oğlum Özerk ve de eşi, ikinci oğlum Berk ile gün doğdurup, gün batırıyoruz. Kal tasasız ve sağlıkla...

Mehmet Altın 26.09.2010”
--0--
“Mehmet'çiğim,

Muhittin'in bahsettiği, İstanbul’un 40 semti için farklı yazarların yazdığı seriyi, ben de aldım, bazılarını keyifle, bazılarını ise öylesine, okumaya devam ediyorum.Senin yazdıklarını okuyunca, bu işi keşke ısmarlama yaptırmasaymış da, gönülden kopup gelenleri derleseymiş yayınevi diye düşündüm. İlk satırlarında Ada'nın kokusunu duydum sonrasında bir film izler gibi, unuttuğumuz İstanbul'u ve değerleri getirdin karşıma.
Sanatsal yönünü hepimiz biliyoruz, kantin duvarlarındaki güzelim çalışmaların hala belleğimde.

En kısa sürede görüşmek üzere

Selam ve Sevgiler

Fatma Erdinç 27.09.2010”

Benim güzel yürekli sevgili kardeşim, gözlerimin adada aradığı eski ada tutkunu Istanbul'u Istanbul yapan, o olmazsa, İstanbul, Istanbul olmazlardan arkadaşım, tasalanma "Adayı anlatan istiridye"ile de konuşacağım.

Mehmet Altın 27.09.2010”
--0--

“Sevgili Altın Biraderim,

Burgaz’lı olmandan galat ve de piriniz/pirimiz Sait Faik’den el almışsın sen; o sinagritlerden haberler verirdi âleme sen ise istiridyelerden.

 Aklına ve kalemine sağlık ve de kuvvet;  derya/ deniz senindir. Heyamola Balıkçı.

Sevgi ile kal

Tuğrul Ünsal 27.09.2010”
--0--

“Arkadaşlar,

Bence hepimizin anılarını burada paylaşması çok güzel ve bizleri de ister istemez bu anıların içine çekiyor. Emre'nin anıları içinde yer alan 1953 senesinde ki 500. yıl kutlamalarını okurken, bugüne kadar beynimin bir yerlerinde parça parça kalmış görüntüler geldi gözümün önüne. Bugüne kadar hiç sorgulamadığım ve Emre'nin anıları ile örtüşen bu görüntülerin nedenini şimdi öğreniyorum. Aynı yerde Sarayburnu'nda havai fişek gösterilerini izlemiştim ve o bir anda ortaya çıkan dağılan, dökülen ve sönen yıldızlar bütün gece gözümün önünden gitmemişti.

Teşekkürler Emre, çok teşekkürler, bu anıları paylaştıkça, bunlarla örtüşen çok ortak anılar ortaya çıkacaktır. Ben de "Hatırladıklarım" adını verdiğim anılarımı kaleme almaya başladım, yakın bir zamanda paylaşmak isterim. Tekrar teşekkürler Emre, eline sağlık.

Senin de eline sağlık Mehmet, kısa da olsa yazdıklarının güzelliği, ortalıkta yazarız diye dolaşanlara büyük fark atar.

Sağlıcakla kalın.

Erol Tüfekçioğlu 27.09.2010”

 “Sevgili Erol

Bu güne kadar farkına varmadığım bir yönümü, benim de hayretle tanımama aracı olup, üstelik bir de övgülerinizle ödüllendirdiğiniz için teşekkür eder, dostça ve sevgiyle ellerinden sıkarım. 

Mehmet Altın 27.09.2010
--0--

“Arkadaşlar,

Sevgili Mehmet Altın'ın yolladığı "İstiridye Tarlalarından"ın gördüğü "hüsn-ü kabul", beni çocukluk anılarımdan bir demeti sizlerle paylaşmaya yönlendirdi. Arkası var. Beğenilirse başka bölümleri de yollayabilirim.
Sevgiler
--0--
Emre Yazman 27.09.2010”

“Sevgili Mehmet I Biraderim,
Blackberry ile bunları yazabildiğine göre, normal klavyenin başında olsan veya klasik yöntem kâğıt kalemle yazsan kim bilir neler okuyacağız.Övgünün alasını hak ediyorsun. Eline, diline sağlık. Berhudar ol!

Fatih Uslaş 29.09.2010"

--0--

“Gerçekten de Pertevniyal Valide Sultan Camii ya da kısa adiyla halk arasında Valide Camii tarif edilemez inceliktedir. Sultan II Mahmut un esi ve de Sultan Abdulaziz’in annesi olarak once Haseki Sultan daha sonra da Valide Sultan olarak yaşayan bu romen hanım, Abdülaziz’in vefatından sonra 7 yıl daha yasamistir. Neticede hem eş hem de evlat acısı görmüştür. Caminin inşası eşini kaybettikten sonraya rastlar. Genelde camilerimizin iç tezyinatı mükemmel olmakla beraber dış görünüşlerinde fazla zarafet yoktur. Ancak bu cami neredeyse Köln Katedrali ya da Milano Katedrali misali işlenmiştir. Belki de mimari İtalyan olduğu için böyle işlemelidir. Ben bir de Ortakoy Camii ile Dolmabahçe Camiinde bu işlemeleri ve zarafeti görüyorum.

Şimdi diyeceksiniz ki edebiyatı da bitirdiler sıra geldi mimarliğa. Vallahi emekli ve de ihtiyar olunca lafin sonu gelmiyor vesselâm.

Muhittin Arel 29.09.2010"

BÖLÜM II.

Devamını rica...

Orhan Ekren 04.10.2010”

BÖLÜM III.

 “Sevgili Mehmet Altın,

Ne de güzel dolaştırdın beni çocukluğumun geçtiği sokaklarda. İlköğrenimimi Vezneciler İlkokulunda yaptım, doğal olarak yazında saydığın mekânlar (meyhaneler hariç) bizim oyun sahamızdı. İstanbul' a her gelişimde sabah erkenden Vefa' daki börekçiye giderim, Bozacıyı soluna aldığında 20 mt. Sonra sağdadır börekçi. Önce kıymalı, sonra çıtır çıtır yağ poğaçası, finalde pudra şekerli Kürt böreği götürürüm duble çayla. En son Muş' lular çalıştırıyordu burayı.

Cuma günleri Şehzadebaşı Camiinin liseye bakan büyük bahçesinde Helvacı Baba Türbesine gider, en çok helvayı kim toplayacak diye yarışırdık mahalle çocukları. Sinemaların adı sırasıyla yanyana Ferah, Turan, Ege ile karşı köşede Yeni Sinema. Yeni Sinema hariç diğerlerinde 3–4 film birden oynardı. Berduşsan kış günü sabah gir, akşam çık... Bugünki TV dizisi gibi değil ama film serisi vardı o zamanlar Yeni Sinemada. Öztürk Serengil, Anjelik gibi seriler kapalı gişe oynardı.Hey Koca Mehmet Reis, ağzına diline sağlık...

Aydos Türk, 12.10.2010”


Sevgili Aydos,

Bilirim Vefa' daki o börekçiyi... Sabahlari gündüzlülere ısmarlardık senin tarifinle "kıymalısını, çıtır çıtır yağlı poğaçasını, pudra şekerli Kürt böreğini" yiyelim, büyüyelim, dostlarımızla paylaşalım sonra da pudra sekerli ellerinden sıkalım ve tasasız ve sağlıkla kalalım diye...”

Mehmet Altın 12.10.2010

--0--
 “Mehmet,

Ellerine sağlık. Öyle güzel anlatıyorsun ki, insan hemen devamını istiyor. Sağolasin. Sana ve Ufuk'a selamlarımı gönderiyorum.

Tülin (Çağlar) Koray 12.10.2010”

BÖLÜM IV.

“Eline, diline, beynine sağlık be Mehmet I kardeşim.

Bambaşka bir anlatım sekliyle, farklı tatlar yaşattın bana. Sanırım diğer arkadaşlarıma da öyle !...Kal sağlıcakla.”

Fatih Uslaş 15.10.2010”

“Sana da bir kucak begonvil daha, kal sağlıkla” 

 Mehmet Altın 15.10.2010
--0--

“Sevgili kardeşim, ellerine, emeğine sağlık. Muazzam bir anlatım. Sana ve Ufuk'a selam ve sevgilerimle.

Tülin (Çağlar) Koray 15.10.2010”

“Sana bir kucak dolusu begonvil daha, kal tasasız ve sağlıkla” 

Mehmet Altın 15.10.2010
--0--
 “Sevgili Arkadaşlar,

‘ İstiridye Tarlalarından ‘ seri âlinin,  yakında inşallah KİTAP olur, yazarı arkadaşımızın
Tam 24 ayar bir soyadı var, ALTIN. Eskilerin deyimi ile kendisi de soyadı ile müsemma.
Diğer Mehmet’imizin, seyyah olanının,  soyadı ise YILDIRIM. Bu arkadaşlarımızı ayırt etmek için numara koymak yerine soyadlarını kullansak hem daha kendilerine uygun ve hem de daha şık olmaz mı? Ne dersiniz.?

Bu arada ‘ İstiridye… ‘ yazılarının hastasıyım. Her seferinde bu sefer kulağımıza ne fısıldayacak Burgaz’ın İstiridyesi diye merakla açıyorum iletiyi. Okuyor, hemen ilgili dosyasına save ediyor ve tekrar tekrar, döne döne okuyorum. Ne diyeyim Altın Biraderim, kalemine kuvvet, yazması senden okuması bizden; devamı sende.

Sevgi ile kalın

Tuğrul Ünsal 16.10.2010”


“Sevgili Tuğrul,

“İnanmayacaksın belki ama az önce 7 arkadaş istiridyelerin hatırına daldık denize, sana da göndermeye karar verdik bir kucak begonvil sevgiyle, tekrar sağ ol güzel övgüne”

Mehmet Altın 16.10.2010

BÖLÜM V.

“Mehmetçiğim,

Yoksa kitaplaştırdın mı bunları? Öyle yaptıysan, çok iyi ettin derim.Sevgiler,

Fatih Uslaş 19.10.2010”
--0--
 “Mehmet’ciğim;

Kafamdan geçeni yapmışsın. Bir kaç satır da ben yazmayı düşünürken, –Mehmet E. Altın’a sonra bir daha yazarım belki- demiştim “numara mukabili” mektuplarımdan birinde, hatırlarsan. Ama sonra “sürprizim var” sözüne bakıp frene bastım haliyle. Derken, şafak söktü erken.Her neyse eline ve aklına sağlık. İmzalısını da dilerim, ıslak, biri bana öteki İbrahim Müferrika’ya. Eh, o da kısmet...(Korsanı rafta bizim buralarda, ihtiyarlara mahsus örneği ekte, kızma kolay okunacağına delalet.)

Selamederim.

Mesut Taşkın 22.10.2010”

Sevgili Kardeşim,

Uzun zaman oldu, ulaşamadi sana sesim...En son sabahın köründe İzmir Palas'ta eylemiştik geceyi dar kesim.

O zamandan beri takip ederim seni Orbay ve Celal uzerinden tekil be tekil, sanma ki unutmustur seni bu sefil...Ilettigin sevgi dolu notunu okuyunca gozleri daha bir cipil.. :-(

Ufuk ile ben öperiz yanaklarindan, bal kaymak, öper hürmetle ellerinden, çocuklar, Özerk, eşi Ayşim ve oğlum, küçük istiridye Berk, alınları ak mı ak, görüşürüz inşallah dalları basmadan kara toprak ;-))) 

Mehmet Altın 22.10.2010
--0--

Gözden Geçirilmiş II. Basım

 “Sevgili Mehmet I biraderim, Mehmet Altın kardeşim,

Gonderdigin 44 sayfalik “anlatı” notlarını biraz önce okudum.Sana tekrar, tekrar teşekkür ediyorum, ellerine sağlık diyorum.Kişisel görüşüm olarak, bizlerle paylaştığın bu notlar, grubumuza gonderilmis en güzel mesajdır, BİR ARMAĞANDIR.Sevgiyle yanaklarindan öpüyorum.Sana, eşine ve çocuklarına sevgi ve saygılarımı iletiyorum.

Fatih Uslaş 23.10.2010”


“Sevgili Fatih,
Ben de sana ve şahsında bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.Kalın tasasiz ve sağlıkla 

Mehmet Altın 23.10.2010

--0--
“Sevgili Mehmet I biraderim,

Dün akşam Kabataşlılarla bir aradaydim. Senin yazından bahsettim. Içimizde Kabatasli İşletmeli olanlar yazını zaten okudular.Diğer Kabataşlılarım da yazıyı merak ediyorlar. Yazını onlara da göndermeme iznin var mı ?Hepinize sevgiler, selamlar,

Fatih Uslaş 23.10.2010”

“Sevgili Fatih,

Ben Kabataşlılar grubuna ilişkin sorunu "elbette olur çok da sevinirim diye yanıtladım ama sent mail'de göremedim " onun için bir daha yineliyorum.Sevgiler 

Mehmet Altın 23.10.2010
--0--

“Mehmet Kardesim,

Yazını büyük bir keyifle okudum. Burgazadayı ve güzel İstanbulumuzda kaybolan şehir efsanelerini   bana tekrar hatırlattın. Sana ve buna vesile olan Fatihciğime ne kadar teşekkur etsem azdır. Kalın sağlıcakla.

Ferhan Özkalp 23.10.2010”

“Ferhan Kardesim,

İçten övgüne teşekkür eder, dostlukla ellerinden sıkarım.Kal tasasız ve sağlıkla 

Mehmet Altın 23.10.2010
--0--

“SEVGİLİ MESUT, SEN DE MEHMET GİBİ BULUNDUĞUN YERDE AYRI BİR ÜSLUP GELİŞTİRMİŞSİN. SEN DE YAZMAYA BAŞLARSAN İYİ OLACAK. BAKSANA MEHMET’E, YETENEĞİNİN BU KADAR GÜÇLÜ OLDUĞUNU BİLMEZDİM. YA DA BURGAZDA İLHAMİ İLE ARALARINDA ÖNEMLİ ŞEYLER GEÇTİ, HAYRANLIKLA İZLİYORUM. BENCE YANIBAŞIMIZDAKİ DENİZİN BUNDA BÜYÜK KATKISI VAR, DÜŞÜNEBİLİYOR MUSUN, MESELA KIRIKKALE’DE  İSTRİDYE YAZISI YAZMAYI.!  İKİNİZİN DE GÖZLERİNİZDEN ÖPERİM.

CELAL EMİR 25.10.2010”

“Sevgili Celal,
Övgü dolu iletine Çok teşekkÜr ederim.Doğrusu ben de bu konuda kendimi yeni tanıyorum.Özerk söylerdi de kulak ardı ederdim.Tekrar teşekkür eder hepinize tasasiz ve sağlıklı gunler dilerim. 

Mehmet Altın 25.10.2010

--0--

“Eline sağlık be can dostum. İnan gözlerim yaşardı okurken. Yaşlandık mı ne! Vefa Lisesinin o koca yatakhanesindeki, anımsamak istemediğim, ama bir türlü de belleğimden atamadığım o ilk gece. Sabaha kadar vınlayan o büyük aspiratörün sesini gaz boşaltan bir tanker sanmıştım. Ailemden koparıldığım ilk gecemdi o. Yaş onbirdi be kardeş. Etmeyin bana bile diyemeyeceğin yaş hani. Haylazlıkla avunalım derken, ardından gelen başarısızlık. Daha da yazarsam ağlarım yine, sağolasın, hoş kal. 

Naci Örnek 25.10.2010”
--0--
“Canım Abicim,

Sabah sabah beni hem ağlattın hem de çok ama çok geride kalmış, her şeye rağmen binlerce ışık ve umut dolu, o güzel günlere götürdün…ellerine, yüreğine kalemine sağlık ve ne diyorum biliyor musun, yazmaya devam etmelisin…hayal dünyan, anıların, sevgin bu kadar canlıyken, kalemin bu kadar güçlüyken yazmaya devam etmelisin..sen yine istiridyelerle konuşmaya devam et, eminim onların senin kulağına fısıldayacakları çok başka şeyler de olacaktır…

Bildiğim, hissettiğim, yaşadığım Topkapı, Şehremini, Bahçelievler, Fındıkzade’nin bende bıraktığı izlerden daha derin anlamlar var yazdıklarında…tabii ki benden sekiz yıl önce doğduğun için dayımı anneannemi galiba babaannemi de tanıma şansın oldu, bense bir tek dedemi tanıdım…içinde kırmızı balıklar olan mermer havuzlu bahçesiyle o üç katlı Topkapı evini bazen öyle yakın öyle sıcak hatırlıyorum ki sana anlatamam..Muhlise yenge, bir bahçıvan amca vardı adını hatırlayamadım Taylan, Tayfun, Mualla teyze , ciciannem Fatma teyze, anlattığın doktor amcalar, Aliye teyze, Ayşe yengemin geçim derdinden peşpeşe dikilmiş ve birbirine bağlı eşarpları kesip paketleyen o emektar elleri ve nur yüzü…durmadan koşuşturduğum ağaçlarına tırmandığım o kacaman bahçe fotoğraf gibi aklımda…arkasında da kocaman Vatan Caddesine doğru uzanan bir bostan ve ağaçlık vardı ki o küçücük halimde bana orman gibi gelirdi ve hep orada kaybolmaktan korkardım…

Bahçelievler de benim yüreğimde sımsıcak bir semt..güngörmüş yaya’nın kadim dinlerinden dualarıyla bize hoşgeldiniz dediği ev hala duruyor..Zelcan yenge yaşlanmış Sahak amca sağ mı bilmiyorum… ama yas giysilerini hiç çıkarmayan o güzel yaya daha bizler çocukken ışığa yürümüştü…iki yanında söğüt ağaçları olan çok güzel bir bahçe kapısı ve kocaman bir bahçe hatırlıyorum ki sonradan o bahçedeki meyve ağaçlarından aşağı inmediğimi karnım ağrıyana kadar tıka basa sulu sulu erikler, mis kokulu şeftaliler, kayısılar elmalar yediğimi dün gibi hatırlıyorum…

Yaşlanıyoruz galiba sevgili abicim ama bence böyle güzel yaşlanalım…hatırladıklarımızı aktararak, hayata karşı aktif ve üretken durarak, sevdiğimiz şeyleri var gücümüzle koruyarak, her ne kadar vandallar bir şeyleri dümdüz edip talan etmeye devam etse de, biz hala buradayız demeye devam ederek..ve en önemlisi küçük istiridyelerimize içlerindeki incinin değerinin farkında olmalarını hep hatırlatarak yaşlanmalıyız ve daha küçük istiridyelerimizi kucaklayıp dizlerimizde hoplatmalıyız..

Sonsuz Sevgimle
Deniz Börülceli Saçlı, Kız Kardeş İstiridye
Füsun (Altın) Oral 04.11.2010”

--0--

“Deniz Börülceli Saçlı, Kız Kardeş İstiridyeye bin şükran...

Mehmet Altın 04.11.2010


“Yaaaaa!Mehmet,sen nasıl sakladın bu güzel yazıları benden?....hakikaten çok beğendim...Okudum ama ben kağıttan daha iyi okurum.Yarın basıp bir daha okuyacağım....sana gaz veriyorum, yaz diyorum, sadık okuyucun olacağız...ikimiz de...;))

Gülçin Atıcı 07.01.2011”

BURGAZADA REUNION 2012’den  BURGAZADASI Bölüm VI. için gelen mesajlar ve beğenenler

Sevgili ruhu gani arkadaşım,sana gönülden sevgiler... Nalan Oguzoglu
Çok güzel. Bizimle paylaştığınız için teşekkürler Ömer Küley
Çok güzel elinize sağlık.Gül Ekercin Tulga

Bu güzel yazınızdan dolayı, bizdende size binlerce teşekkürler. Yüreğinize sağlık:)) Adışah Gül

Çok ama çok güzel bir yazı....elinize sağlıkkk... Alegre Estroti

Mehmet, bu platform sizleri (sen, jaymi)bize kazandırdı.Meğer ne gizli yetenekmişsin.Ben biliyordum çünkü etrafımda elinde kitap 3-5 erkekten biriydin hep...Zevkle okuyacağım...

Elinize saglik....ne guzel bir yazi.... Toni Goldenberg

Harikasın komşucummmm:)))çok duygulandımm..ne güzel yazmışsın eline kalemine sağlıkkk:)) Sevgi Engin

Elinize sağlık evet marta koyunu çok iyi hatırlıyorum ne güzel günlerdi ve ne de güzel anlatmışsınız sağ olun var olun iyi ki varsınız...Rabia Gürol

 Elinize saağlık ,dilinize yüreğinize sağlık.. Gülşen Direksiz

Jaymi Benbanaste, Meggy Güven Halfon, Memet Yetim, Jackie Laster Franci, Silvena Milovic, Pandora Pervan-kastrinou, Nazlı Tosunoğlu, İsmail Akhan, Franca Fifi Pinhas, Aslı Bucak Öksüz, Rea Kostantinidis, Mirey Telvi Roditi, Filiz Kandemir, Marianna Vasilidadis, Nikos Zahariadis, Stavros Ignatiadis, Jul Amado, Tasos Natsoulidis, Marika Harisiadou, Nadia Çakıroğlu, Jenev Tarinas, Moshe Naum, hepsi de beğendiler…

SEVGİLİ BURGAZLILAR, ANLATIMIMA YORUM YAPAN SİZLER ve BEĞENENLER, BAKIN NASIL DA BİR ARAYA GELDİK HİÇ TANIŞMAMIŞ OLSA DA BAZILARINIZ BENLEN...BİZİ DE BURGAZLI YAPAN DEĞİL Mİ BU DEĞERLER?...BİLİNİZ Kİ İSTİRİDYENİN BU RENK AHENK DÜNYASINDA HEPİNİZİN AYRI BİR YERİ VAR, HEPİNİZE BİN SEVGİ, BİN ŞÜKRAN...

Mehmet Altın 07-08.01.2011

---------------------------------------------------------------------------------------------


“Budur benim sizlerle, sizlere, hikâyem... Çarşamba’da, Arnavutköy'de, Rumeli Hisari'nda, Şehremini'nde, Fındıkzade'deki evlerde yaptığımız yemekler, ders notları, kâğıt, kalem ve çay ile sabahladığımız geceler, Çürük Elma, kaçmaktan kovalamaya vakit bulamadığım, bir kere de derin bir çukura düştüğüm çevresindeki sokaklarla TMGT, cumartesi günleri kendime, kendine özel, kuzu böbreği ile bir kadeh şarapla Asmalımescit'te Refik, tutuklanmaya bir potin bağı kadar yakın Heybeliada, bavul raflarında uyuduğumuz trenler, sırtımda taşıdığım yaralı melekler, yaralı yiğitler, her boş bulduğum duvarda yaptığım kalpaklı Gazi Mustafa Kemal'imin gözlerine ve sözlerine canlarını veren, can verenler, onlar ki anılarımdan hiç silinmeyen izler...

Diye bitirirken yeşil gözlü istiridye dedi... bana selam verenler, bana el uzatanlar, bana yol gösterenler, yol arkadaşım olanlar, yoldaşım olanlar, bana bildiklerini öğretenler, beni okuldan atılmaktan kurtaranlar, benimle sevinip benimle tasalananlar, üzdüklerim, kalbini kırdıklarım, istiridyenin ve istiridyelerin bu renk ahenk dünyasında biliniz ki anılarımda yalnız sizlere yer var, bir kucak dolusu begonville, sizlere bin sevgi, bin selam...”






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder