Mehmet Altın
VENEDİK KANALLARINDA
“Nalları Kanlı Dört At”
Anlatı
iüif@yahoogroups.com yayınları VI.
Venedik Kanallarında “ Nalları Kanlı Dört At ”
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa
alıntılar dışında yayıncının ve yazarın izni olmaksızın hiç bir yolla
çoğaltılamaz.
I. Basım: Mayıs 2012
Yayına hazırlayan: Mehmet Altın
Kapak tasarımı: Mehmet Altın
Ön kapak resmi: Quadriga Atları
Arka kapak resmi: Konstantinopolisi kuşatan haçlılar
Burgazada ReUnion Meeting
03 Mayıs 2012
Mehmet Altın
|
ÖNSÖZ
Ben bu anlatıyı kaleme almaya,
bir önceki anlatımı okuyup da övgüleri ile bana cesaret verenlerden biri,
Burgazdaşım, Jul Amado’nun önceki anlatıda yer alan, eflatun harmaniyeli dört atla
ilgili, “ Bir gün bu atların kendi
ağızlarından hikâyelerini anlatırsanız büyük bir zevkle okur, saklarım… “ demesinin
hemen ardından 2012 Ocak ayında karar verdim.
Kararımı hayata geçirmek için tarihin
tanığı yaşlı ve bilge deniz minaresine gidip “ eflatun harmaniyeli dört atın neden leyleklerle beraber olduğunu? “ sorup da hüzünle harelenen
gözleriyle bana baktığında, onu ilk defa anılarını anlatmakta isteksiz gördüm.
Nitekim bu öngörümde de yanılmadım. Defalarca sordum ve her defasında onun
anlatmak için ağzını açtığını sandığımda, ben de bir bebeğin meraklı beklentisinde,
dinlemeye hazırlandım, ardından da anlatmaktan vazgeçtiğinde bir ergenin yarım
kalan sevdasında, hayıflandım… kısacası, kağıt, kalem, başvuru, kronolojik hata
endişesi, kurgunun sağlam nefesi, yaşlı ve bilge deniz minaresini ikna süresine
bir de gün be gün oraya buraya savrulmanın gerginliği eklenince, baktım ki bu
kısacık anlatıyı yazmak Mayıs ayına kadar sürmüş…
Buna da şükür deyip “şimdiki değil anılarımdaki”, İstanbul için
yazılmış masallara, alçak gönüllü bir İstanbul masalı daha eklemeyi bir kere daha
denerken, bu masalı Burgazdaşım Jul Amado’nun şahsında Burgazada ReUnion
Meeting öbeğine armağan etmeme izin verin…
Beni bu şehre bağlayan
dostlarıma, yoldaşlarıma, arkadaşlarıma, hasımlarıma, hısımlarıma, aileme, ama
en önemlisi Burgazadama bin minnet, bin şükran…
---------------------------------------------------------------------------------------------
M.Ö. IV. ya da M.S. III. y.y.a
ait olduğu düşünülen Quadria Atları olarak bilinen
altın kaplama bronz heykel
gurubu,
Antik Çağ’dan beri günümüze
sağlam ve bütün olarak kalan tek örnektir.
Sadece estetik olarak değil, zafer
takları üzerine buna benzer heykeller yerleştirilmesi geleneğinin ötesinde,
Hıristiyan dünyası için, İsa’nın öğretilerini yayan dört İncil yazarının
sembolik temsilcisi olarak kabul gördüğünden taşıdığı anlam nedeniyle de
büyük değer taşımaktadır.
Quadriga Atları ile beraber
Doğu Roma Ve Batı
Roma İmparatorlukları 'nın birliğini ve yönetimini simgeleyen
Tetrarchs heykelinin de
Konstantinopolis’ten, Venedik’e
taşınmasının
bir amacı da
Hıristiyanlığın merkezi
yapılmaya çalışılan Venedik’in üstünlüğünün
sembolik biçimde ortaya
konulması
olarak gösterilmektedir.
|
VENEDİK KANALLARINDA
“ Nalları Kanlı Dört
At ”
2011 yılının Eylül
ayının ilk günlerinde, Hristos’un üzerinde gördüğüm leyleklerin hikâyesini
sizlere naklettiğimde “Ioudas Enotıta=Erguvan Birlik” ile beraber
“eflatun” harmaniyeli
dört attan söz etmiştim… Etmiştim ama onların leyleklerle olan beraberliklerine
açıkçası bir anlam verememiş, bunu ilk fırsatta yaşlı ve bilge deniz minaresine
sormaya karar vermiştim. Neyse, bunu yılın ilk günlerinin birinde, akşamüstü
karanlığının Burgaz’ın sokacıklarına süzüldüğü, Kaşıkadasındaki dostlarımın kabuklarına
çekilmeye hazırlandığı, kar tanelerinin, penceremin denizliğindeki nar
taneleriyle, çam ağaçları arasından kaleydeskop[1] misali, onlarca, görsel
ziyafet sunduğu saatlerde yaşlı ve bilge deniz minaresine sordum;
Senden, bundan önce
Erguvan Renkli Leyleklerin
hikâyesini dinledim.
İstanbulumun ruhunu
ararken,
Hikâyenin sonunda hüzünlendim.
ancak bir merak düştü
içime,
“lütfen söylesene,
kimlerdi onlar,
leyleklerle beraber uçan,
eflatun harmaniyeli,
o dört at?”
O da dedi.
“Bunu bana sormasın…”
diye hep dua ederdim.
Haklarında anlatacağım
olaylar o kadar korkunç ki, yıllar boyunca anlatmaktan kaçındım.
Kötülüğün ve ölümün,
dini maskara edip,
masumlara alay etmesini,
bedenleri haince
tahrip etmesini,
mülkleri ve inançları
yağmalamasını
dehşetle izledim.
Kadim zamanlardan beri
yaşadığım bu denizlerde,
Yeryüzü böyle bir
katliam ve felaket yaşamamıştır ki;
onu bilir onu
söylerim…
deyip, durdu…
bir türlü anlatamadı…
deyip, durdu…
bir türlü anlatamadı…
deyip, durdu…
sonra anlatmaya başladı…
-0-
Söylentiye göre M.Ö.451
yılında Argos’ta[2] önüne çıkan her engeli delip geçen kavurucu bir yaz güneşi
altında, Korint yakınlarında Sikyonia’da doğmuş, yıllarca bronz işçiliği yapmış,
ünlü heykeltıraş Lysippos ile öğrencisi
Lindoslu[3] Khares[4] kil, reçine ve balmumundan yapılmış bir karışımla oluşturdukları
kalıplara kan ter içinde ama bir o kadar da sevinçle baktılar.
Kalıpların biri, Mora
yarımadasına herhalde savaş ganimeti olarak düşmüş, her türlü iklim koşullarına
dayanıklı, Karakurum çöllerinin yıldıza kesmiş gecelerine sevdalı, metalik altın
donlu, gök gözlü Akhal-Teke atının, diğeri ise demir kırı donu ile tavırları
ağırbaşlı, ayakları uzun beyaz sekili, nur
yüzlü, mahmur bir Arap atınındı. Diğer
iki kalıptan birisi rengini, dörtnala koşarken donuna sıçrattığı çöl
kumlarından almış, kirli sarı, kula donlu, siyah saçlı bir hergelenin, diğeri de yağız, esmer, kara donlu, alnı süt beyaz akıtmalı,
heybetli ve baba yiğit, belli her ikisi de güngörmüş ve geçirmiş ve her ikisi de
Arap kökenli Barb atlarınındı. Koşum olarak yalnızca göğüslükleri takılı, ikisinin
sağ ön, diğer ikisinin sol ön, rahvan koşar, kalkık ayakları ile dört aygırın da
antik çağın heykelcilik sanatının görkemli heykellerine temel olacak kalıpları bitirilmiş,
işin artistik yanı tamamlanmış, döküm aşamasına gelinmişti.
Artık sıra yörenin ve devrin en büyük döküm ustalarından
Palmiralı Tadmur’un yıllarca iş üstünde meleke kazanmış, dikkatli ve becerikli
ellerindeydi. Sazlarla kaplı büyük bir sundurmanın altında bulunan üç kişi,
Lysippos, Khares ve Tadmur birbirlerine güvenle baktılar ve Tadmur kalfalarını
çağırarak dört atın da kalıplarının döküme hazırlanmasını emretti.
Kalfaların işaretiyle kalıpların her biri, döküm
atelyesinin kalıp hazırlama bölümüne son derecede dikkatli bir şekilde
götürüldü ve alından kuyruğa bakışımlı bir şekilde ikiye bölünmeleri için
hazırlıklara başlanıldı. Atelye çalışanları, yılların ve beraber çalışmanın
getirdiği ustalık yanında adeta bir ekol olan, ünü her yana yayılmış atelyelerinde
bütün bu işlemleri her zaman ustalıkla yapsalar da kalıpların hiçbir şekilde
zarar görmemesi gerektiği için Tadmur, kalıp hazırlama bölümüne giderek bir
aksama ve hata olmaması için tekrar herkesi uyardı ve yapılanları gözetimine
aldı ve günler boyu sürecek işlemlere başlandı…
Kalıplar birbirine
bakışımlı olarak kesildi.
Dış yüzeyleri
korumaya alındı ve
iç tarafları belli
bir et kalınlığına kadar oyuldu.
Metal havuzlar
içinde dış ve iç yüzeyleri sarıp sarmalayan alçıdan dişi kalıplar yapıldı.
Metal havuzlar
içindeki dişi kalıplar bakışımlı olarak preslendi…
ve
iki havuz arasındaki
rahim ağzına
tamamına yakını
bakır, bronz eriyiğin ilk tiraji,
Roma döküm tekniğini
benimsemiş Tadmur tarafından dökülür,
heykellerin her biri
göbek bağından gelen eriyikle alçı kalıbın damarlarında şekillenirken,
rahimde beslenen
heykellerin her biri bronz form kazanana kadar beklediler…
ve
kalıplar açıldı.
bakışımlı parçalar narin
ve usta eller tarafından birleştirildi…
göbek bağları
kesildi…
sağrılarına
indirilen bir şaplakla
canlanan her bir
atın canına
bir bronz can katılırken,
dört at
yapımı daha önce
tamamlanmış
quadrica[5]
arabasına teker teker çekildi
ve
teker teker koşularak;
“güzellik ile zarafetin,
cesaret ile gücün,
yetenek ile karakterin,
aklın birlikteliğini simgeleyen
insanlardan sonra insanlık tarafından genel kabul gören
canlıları temsilen...”
bundan böyle
Quadrio Atları
olarak anılacak
anıt heykel
hazır hale getirildi.
-0-
ve
tamamlanınca
heykel,
model atların, her
birinin teker, teker
gururla kalkan başları,
her birinin
diğerinden,
kıvılcım saçan
gözlerinden
aldıkları komutla,
Quadrio Atları
şaha kalktılar
ve
yüzyıllar süren bir koşuya
dört nala daldılar…
saban oldular
köylülere, kölelere
ekmeği bir karış toprakta…
pusu kurdular avcılara
avları ok menzilinde…
yoldaş oldular gözü
pek ulaklara,
kellesi ileti
içinde…
yel oldular yarışlarda
çılgın kalabalıklara,
zevkin zirvesinde…
mekan oldular korkak,
zalim bir o kadar cesur savaşçılara
canları kılıçların
ucunda…
sığınak oldular
kaçkın, gezgin, düşkünlerin
umutlarına…
durgun suları rahvan,
azgın suları dörtnal,
demir toynak,
geçerken
topladı her biri nar
tanesi damlaları kuyruklarında ki,
kızgın çölleri yıldızların
altında aşmaya yudum, yudum
ve
sonra
vardılar
Güzel Atların Güzel
Ülkesi
Kapadokya’ya
el alıp, el verip
dinlendikten sonra
tekrar yola koyulup
sonunda vardılar
Habib-i Neccar
dağındaki mağaraya…[6]
adıyla kutsanıp[11]
çıktılar
kutsal mağarada
yıllar süren yılkıya…
-0-
IV. Yüzyılın sonunda, 395’de ikiye ayrılan Roma
İmparatorluğunda Batı Roma İmparatorluğu güç kaybeder, sona doğru yaklaşırken,
Doğu Roma İmparatorluğu güçlenmekte, V. Yüzyıl itibariyle Konstantinopolis
dünyanın en önemli şehri olma yolunda adım, adım ilerlemektedir. Şehir, kültür
yapıları, sanat eserleri ve heykellerle donatılmış, gerçek bir zenginliğe
kavuşmuştur. Bu niteliği ile dışarıdan da göç alan şehrin nüfusu hızla artmış,
genişleyen şehir, Konstantin Surlarının dışına taşmıştır. Şehir halkını bu
koşullarda korumak olanak dışı olduğundan yetenekli ve seçkin imparator naibi
Anthemius’un emriyle, bugün dahi Theodosius Surları olarak anılan, Haliç’ten, Propontis’e,
yani Marmara’ya kadar uzanıp tüm şehri korumaya alacak surların, Roma’nın bin
yıllık bilgi birikiminden de yararlanarak yapımına başlanmış, II. Hagia Sophia
kilisesinin inşaatı da On Ekim 415 yılında tamamlanmıştır. Konstantinopolis,
Batı Roma’dan gelen aristokrat ve üst yöneticilerin inşa ettirdiği malikâneler
ve saraylarla beraber sanat eserleri ve heykellerle donatılmış şehir gerçek bir
zenginliğe kavuşmuştur. Daha sonra yönetimi fiilen eline alan II. Theodosius[12],
425 yılında Latince, Grekçe, hukuk ve felsefe dallarında 31 kürsüsü bulunan bir
üniversite ile şehrin zenginliğini derinleştirmiştir.Şehir tam bir açık hava
müzesine dönüşürken, nüfus da Monofizitler[13], Nestorianlar[14],
Arianlar[15] gibi
birbirleriyle anlaşamayan mezheplerle bölünse de Hıristiyanlardan oluşmaya
başlamıştır.
İşte tam da bu günlerde, şehir, bir
yandan yukarıdaki sosyal ve kültürel hareketliliğini sürdürürken, sarayda da bir
yandan, II. Theodosius ile eşi İmparatoriçe Evdoksiya’nın yakında evlendirecekleri
kızları, Licinia Evdoksiya’nın düğün, bir yandan da düğünden hemen sonra kutsal
toprakları görmek üzere Kudüs’e gitmek isteyen İmparatoriçenin yol
hazırlıklarının hareketliği sürüyordu. Nitekim bu konuları görüşmek ve hava
almak üzere sarayın bahçesine çıkan İmparator ve İmpartoriçe oya gibi işlenip
kenar süsü haline getirilmiş bahçedeki büyük lükstrümlerin yanında
dolaşırlarken yandan gelen seslere kulak kabarttılar… Bazı saray görevlileri
ile üst rütbeli birkaç asker, ününü
duydukları Quadrio Atları hakkında konuşuyorlar, bu atların Konstantinoplis’te
bulunmasının şehre itibar kazandıracağını düşünüyor ama bunun nasıl hayata
geçirilebileceği ve ne yapmaları gerektiği konusunda tartışıyorlardı.
Konuşmaları kendisini göstermeden dinleyen bu atların Konstantinopolis’te
bulunmasının şehir kadar kendisine de itibar kazandıracağını ayırtına varan II.
Theodosius, eşine baktı… o da onun ne demek istediğini hemen anladı…
İmparatoriçe Kudüs’e gitmeden
önce konaklayacağı Antioch, Antakya’ya geldiğinde, yüzyıllardır yılkıya yatmış,
Quadrio Atları’nı yanına alacak, kutsallık
kazanmış bu atlarla Kudüs’e gidişi daha da bir anlam kazanacak, dönüşünde de asırlardır
yılkıya yattıkları her aybaşına gövdelerine altın bir yaldız işlenmiş bu bakır
atlar hipodromda İmparatorluk Locasının üstünde görkemli yerlerine
kavuşacaklardı.
-0-
Sabah olup da
Matta, Marcos,
Luca, Yuhanna,
asırlar sonra dünmüş gibi
uyandıklarında;
sırtlarında
cüppeleriyle seyisler,
sularını içirip,
onları
önce arpa, çavdar ve
yulaf karışımı
sonra da elma ve
havuç ile beslediler…
tımarlarını yapıp
yelelerini Selanik
örgü ördüler,
kuyruklarını
tarayıp,
pedikürlerini yapıp
nallarını
parlattılar
başlık ve
göğüslüklerini takıp
İmparatoriçeye atfen
her birine
“Eflatun” harmaniye
giydirip
Quadrica arabasına
çekildiler…
-0-
İmparatoriçe Aelia Eudocia Augusta’yı
başlarıyla
selamlayan
Matta, Marcos,
Luca, Yuhanna,
sürücülerinin dizgin
işaretiyle
harekete geçip
kendilerini çiçeklerle uğurlayan
Antioch[16]
halkının arasından geçtiler
ve
rahvan tempoyu
dörtnala çevirdiler…
-0-
İmparatoriçe Aelia Eudocia Augusta
dalarken rüyaya,
gördü atları, vatoz
kanat, suları yaran
kuyruk teleklerinden
inci gibi sular damlayan…
gördü atları, yılan
kıvrak, tuzaklarla dolu engellerin arasından dolanan…
gördü atları, hecin
deve, çölün ufuk çizgisinde seraba bulanan…
gördü atları, samanyolu
içinde kartal kanat,
yıldız saçan kumlar
etraflarında akan…
gördü atları, koşumlarına
bağlı düzenek, gök kubbeyi indiren
Kudüs’ü saygıyla
beraber şaşkına çeviren…
ve
uyandığında rüyadan
gördü atları,
Hipodrom’da
Kathisma’yı[17]
süsleyen…
-0-
Yeryüzünü temsilen at
nalı biçiminde, kulelerinde imparatorluğun ve yarışa katılan takım
bayraklarının dalgalandığı hipodromdaki yüz on bin seyirci arasında yer alan ve
Kathismanın sağında ve solunda oturan Beyazlar ile Kırmızılar, buna karşılık hipodromun
kuzey ve güney uçlarında oturan, kendilerinden kat be kat üstün Mavilerle
Yeşillerin karşılıklı atışmalarını izlerken, pembe granitten yontulmuş ve Büyük
Theodosius tarafından Mısır’daki Luxor Karnak tapınağından getirilip Hipodromun
ortasına yerleştirilmiş, Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi Dikilitaş’ın[18] gölgesi, öğlenden sonra
saat dördü vurduğunda, beyaz tunik giysileriyle iki görevlinin uzun tubaları
üflemesiyle İmparator ile İmparatoriçe Kathismada
yerlerini aldılar.
Şehrin,
İmparatorluk başkenti oluşunun kutladığı bugünkü yarışlarda soyluların
çoğunlukta olduğu Mavilere karşı çarşının içinden çıkmış Yeşiller, “her şeye karşı” haykırıyor, sabah yapılan yarışları kazanan,
kurallara göre kaybeden Mavilerin arabasıyla tekrar yarışacak, adına heykeller
dikilmiş rüzgârın oğlu Porphyrius’dan yana gösteriler yapıyor, bir yandan da
sahadaki dansçıları, akrobatları ve müzisyenleri alkışlıyorlardı. Saha tam bir
curcuna gibiydi… gökyüzü rengarenk fişeklerle dolmuş, havada ağzından alev
saçan adamlar takla atıyor, elleri tefli çengiler ayı oynatıyor, keskin nişancı
palyaçolar, diğerlerinin başlarının üstündeki kabakları okluyorlardı… Yarışı
Theodisius sütununun oradan yönetecek, en yetkili yarış sorumlusu prefekt’in sütuna
doğru yürümesiyle sesler kesildi. Katismanın altındaki geçitten çıkan quadriacalar yarışın
başlangıç yeri, Hippodromun kuzeyindeki, on iki ayı temsil eden on iki kapılı Carceres’in
önünde yarışa başlama konumunu aldılar. İmparator ayağa kalktı ve elindeki
mendili yere bırakmasıyla aynı anda sıralanan dört takımın sürücüleri yay gibi
gerildi. Yılandilli kamçıları atlara doğru uzanırken yedi tur atmak ve yarışı önde
bitirmek üzere dizginlerini
allegro tempoda orkestra şefi gibi kullanmaya ve çılgınca bir yarışı sürdürmeye
başladılar. Bu arada ikinci tura geçilmiş hipodromun dar kenarındaki spendhonun
önündeki dönemeçte kırmızılı bir araba devrilmiş içindeki sekiz kırmızı yarışçı
savrulmuş ikisi kendi arabalarının altında, bir diğeri de mavi arabanın
atlarının altında ezilerek ölmüş, diğerleri de kurtulup yarış yerinden koşarak
uzaklaşmışlardı ki tam o sırada;
-0-
Bir çift sarı göz
imparatora kilitlendi…
İmparator beyninin
kıvrımlarında dolanan bakışları hisseti…
Kimindi bu
bakışlar?...
yoksa bu gözler,
yanında oturan,
güzelliği dillerde
dolanan
kızına mı
kilitlenmişti, diye fikir yürütürken?...
Altın uçlu bir ok,
hızla fırladı yayından,
Katismanın
arkasından, yukarıdan,
amaç, vurmaktı
İmparatoru tam kafasından,
ok yirmi santim aşağıya vurdu hesaplanandan…
-0-
1200’lü yılların başında, Haçlıların Mısır üzerinden
Kudüs’ü fethedebilmeleri için gerekli akçalı desteği sağlayacağı, daha da önemlisi
Doğu Ortodoks Kilisesini Roma Katolik Kilisesine bağlayacağı sözünü veren ama
karşılığında da Doğu Roma İmparatoru olmak için Venedik Doç’u Enrico Dandalo’nın
yardımını isteyen ve taht uğruna Doğu Roma İmparatorluğu’nu Latinlerin
özellikle de Venedikliler’in ipoteği altına sokan, IV. Aleksios Angelos ile müşterek
İmparator, babası II. İssakios Angelos, asık suratından dolayı Murzuphlus diye
anılan, V.Aleksius Dukas tarafından, Haçlıların da alttan alta yardımlarıyla tahtan
indirilmişler ve kısa bir süre sonra da öldürülmüşlerdi.
Nitekim, bu seferin
akçalı desteğini sağlayan Enrico Dandolo’nun ne Kudüs’e gitmek, ne onları nakletmek, ne de IV. Aleksios Angelos’un Venedik'e olan borçlarını geri almak gibi bir amacı vardı. Onun
asıl amacı, Doğu Roma İmparatorluğu'nu yıkmak, yerine Venedik çıkarlarında başka
bir hedefi olmayan, bir kukla imparator getirmek ve böylece büyük bir Venedik
İmparatorluğu’na zemin hazırlamaktı.
Konstantinapol’e geldikleri, Chalcedon[19]
ve Scutari[20]
önlerine demir attıklarından, yani 24 Haziran 1203’den beri surların arkasında
duran zenginlikleri yağmalamak için Vandal dürtüleri kıpır, kıpır Latin
ağırlıklı Haçlılar, o günden bugüne Haliç’i düşman gemilerinden koruyan zinciri
aşmışlar, surların en zayıf noktası Blakhernaı Sarayını zorlamışlar, Venedik
gemilerinin Haliç sahiline en yakın yerleri topa tutmasıyla açılan gediklerden
şehrin bu yöredeki evlerini ateşe vermişlerdi. Bu nedenle on binlerce kişi
evsiz kaldığı gibi Blakhernaı Sarayı da kısmen yanmış, kaçan İmparatorun hazineyi
boşaltmasıyla elleri boş kalan Latinler, bu yüzden çılgına dönmüş, üstüne
üstlük, kukla imparator olmasını
öngördükleri İmparator Murzuphlus V.Aleksius Dukas, bırakın kukla olmayı
Haçlılara köstek olmak için her türlü çabayı göstermeye ve askeri önlemleri de
arttırmaya başlamıştır.
İşte bütün bu nedenlerle, İmparatoru katlederek saf dışı
bırakmak amacıyla tuzak bir görüşme çağrısı yapan Enrico Dandolo ile İmparator Murzuphlus,
Kasmıdıon [21]
dolaylarında buluştuklarında, bir tepenin ardından birden bire çıkarak saldırı
başlatan Venedik atlıları ile II. Aleksios Komnenos
zamanında Kuzey Ülkesi “Viking” Kralı Sigurd’un İmparatorun kendisine
gösterdiği konukseverlik karşılığında kendi ülkesinden ve gönüllülerden oluşan
seçkin bir birlik olan İmparatorluk Varangian muhafızları, imparatorun komutası
altında, İmparatoru gözeterek kahramanca çarpışırlarken içlerinden biri,
Magnus’un uyarmasıyla, İmparatoru hızla kenara ittiler ama…
“… ok yirmi santim
aşağıya vurdu hesaplanandan…”
…izleyen birkaç gün sonra, 12 Nisan 1204 günü
Konstantinopolis’in en karanlık günüydü. Sabahın erken saatlerinde şafağın
Chalcedon sırtlarında görünmesiyle başlıyan Haçlı saldırısına bir süre direnen
şehir, öğlene doğru korumasız kalmış,
akşama doğru ateşe verilmiştir. O dönemin ve dünyanın en güzel, en ihtişamlı, en büyüleyici
şehri, dünya tarihinde ne daha önce ne de daha sonra görülmemiş bir biçimde ve
üç gün gibi kısa bir süre içinde yağmalanmıştır. Evler, saraylar, kiliseler
talan edilmiş katliamlar, ırza saldırı basit olaylar haline gelmiştir. En büyük
yıkım, Tanrının Kutsal Bilgelik Kilisesi, Hagia Sophia’da yaşanır… deyip devam eder,
yüreğinden yaşlar süzülürken onu tanıdığımdan beri anılarında ilk defa bu kadar
yorgun ve kederli olarak gördüğüm, yaşlı ve bilge deniz minaresi,
-0-
“ Bu yalnız
Konstantinopolis’in
Hagia Sophia’nın
değil
dünyanın en karanlık
günlerinden biriydi.
mermerin
damarlarında
granitin
kristallerinde
demirin kıvrımlarında
ahşabın suyunda,
sokrasında [22]
mozaiklerin
yorumunda
altın ve gümüşün
dindarlığında
kubbesinin
atılımında
her dinden, her
kavimden
sanatkar ve
zanaatkarın elinden
hayat bulan,
o muhteşem ve
olağanüstü yapıt,
Hagia Sophia
din adına, dindarlar
tarafından yağmalanır,
dini simgeler
o gün orada,
masumların kan ve
gözyaşlarına bulanır,
Vandalların ayakları
altında çiğnenirken,
İnsan kavminin
inananları, İnandıkları ONU da göremediler?...
Yağmaya katılan ama yıkımdan uzak duran Venediklilerden bir
kısmı da Hipodrom’a gittiler. İçlerinden bir, Morosini ve beraberindekiler,
buradaki eşsiz sanat eserlerini, altın ve gümüş eşyaları, paha biçilemeyen
heykelleri, donanmayı oluşturan gemilerden bazılarının kendine ait olmasının
getirdiği kolaylıkla sonradan Venedik’in en önemli sembolleri arasına girecek
olan Quadriga Atları yerinden sökerek, Antik Çağ’dan, o güne, o günden de
günümüze sağlam ve bütün olarak kalan, Hıristiyan dünyası için, İsa’nın
öğretilerini yayan dört İncil yazarının sembolik temsilcisi olarak kabul gören bu
heykelleri, Hagia Sophia’nın da artık Venedik’e bağlanmış olmasını temsilen
Venedik’e taşımak üzere harekete geçtiler…
-0-
Kadırgaya yüklenmiş,
Seyir emniyetleri
iplerle sağlanmış
dört at,
Matta, Marcos,
Luca, Yuhanna,
birbirlerine
baktılar,
gözleriyle
anlaştılar,
ilk harekete geçen
ve suyu en çok seven Yuhanna,
bağlarını koparıp
sol arka sekisi üzerinden yaralansa da
kırmızısı bol
hiddeti yoğun gözleri,
ve
her şaha kalktığında
bir Venedikli’nin alnında patlayan toynakları
ile
Matta, Marcos ve
Luca’ya
zaman kazandırıp
onlar da bağlarından
kurtulduklarında
Venediklilerden
geriye sağ kalanlar
başlarını
kaldırdığında
eflatun harmaniye
giymiş
nalları kanlı dört at’ı…
rahvan tempoda, beşerli
süvari birlikleri düzeninde,
gözyaşları Hagia Sophia,
sağ kanatları göğüs
üstünde,
tek salto çekip,
süzülerek
Kostantinopolis
halkını
elemle selamlayan
büyük bir leylek
sürüsünün başında
Pegasus kanatlarıyla
uçarlarken
gördüler…
deyip, el verip, diz vurup, hikayesini bitirdi gözü yaşlı
ve bilge deniz minaresi…
[1] Çiçek Dürbünü
[2] Mora yarımadası, Pelopones
bölgesinin en eski ve önemli şehirlerinden birisi.
[3] Rodos adasında Dorlar tarafından
kurulmuş arkeolojik bir kasaba
[4] Rodos
şehrinin limanının girişinde bir zamanlar bulunduğuna inanılan ve antik
dünyanın yedi harikasından biri olan Yunan tanrısı Helios'un heykeli Clossus’u
yapmıştır.
[5] Yan yana koşulmuş dört at tarafından çekilen yarış
arabası.
[6] Antakyanın doğusunda bulunan bu
dağdaki mağarada bulunan Saint Pierre Kilisesi’nin dünyanın ilk kilisesi
olduğuna inanılır.
[8] Markos İncili, Yeni Ahit'in
ilk dört bölümünü oluşturan kanonik incillerden ikincisidir. "Evanjelist Markos" olarak da bilinen Yuhanna Markos tarafından yazılmıştır. Matta ve Luka İncillerine kaynak teşkil ettiği ve
incillerin en eskisi olduğuna inanılır. Vaftizci
Yahya'dan İsa'nın göğe yükselişine
kadar olan kısmı anlatır.
[9] Luka İncili, Vaftizci
Yahya'nın doğumundan İsa'nın göğe yükselişine kadar olan yaklaşık 35
yılı kapsar.
[11] Hıristiyan dünyası için “quadriga”
atları, İsa’nın öğretilerini yayan dört İncil yazarının sembolik
temsilcisi olarak kabul gördüğünden son derece önemlidir.
[12] II.Theodisius, İmparator Flavius
Theodosius, 401-450. 408’de imparator oldu.
[13] Buna göre kelam İsa ile birleşmeden önce de İsa Tanrı idi ve Meryem'den doğan
çocuk (İsa) tam bir insan ve tam bir tanrıdır. Dolayısıyla da Meryem Tanrı'nın annesidir. İsa'da bulunan
Tanrılık ve İnsanlık özellikleri değişmeksizin birleşmişlerdir ve birbirinden
ayrılamazlar,
[14] Buna göre, İsa, hem insan hem de
kutsal bir varlıktır. Meryem de “Tanrı’nın annesi” değil , “İsa’nın annesi”
dir.
[15] Buna göre, İsa, tanrı değil
peygamberdir
[16] Antakya
[17] Hipodromda İmparatorluk Bölümü
[18] Theodisius sütunu olarak da
adlandırılır.
[19] Kadıköy
[20] Üsküdar
[21] Eyüp
[22] Güverte döşemelerinde iki ağacın uç uca gelmesiyle oluşan
aralık.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
GELEN MESAJLAR
Nedense
çok duygulandım... Bu bölümü iştah açıcı "aperatif" olarak
kabullenip, sabırsızlıkla devamını bekliyorum.
Jul Amado 6 Mayıs 2012
Şahane
Gülçin Atıcı 6 Mayıs 2012
Devamını
heyecanla bekliyorum, çok güzelll ... ♥
Minu Yasemin Onurtak 6 Mayıs 2012
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
12 Nisan 1204 ve izleyen günlerde Konstantinapolis'teki, Haçlı Ordusu, kenti yağmalamış, Doğu Roma İmparatorluğu’nun bir dönem yıkılmasına sebep olmuştur. Bu orduyu oluşturan Venedikliler’in yağmaladıkları sayısız eser arasında Quadriga Heykel Gurubu ile Doğu Roma Ve Batı Roma İmparatorlukları 'nın birliğini ve yönetimini simgeleyen Tetrarchs heykeli en bilinenlerdir. Bugün St.Marco Kilisesi'nin cephesinde yer alan bu heykellerden Tetrarchs heykelinin kırık bölümü yakın zamanda kazılarda İstanbul'da çıkmış ve Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Buna rağmen Venedik'te bu heykelin ve daha birçoğunun nereden geldiği belli olmadığı veya Suriye kökenli olduğu söylenir !… Hem Quadriga Atları heykel gurubunun hem de Tetrarchs heykelinin orijinalleri St.Marko Kilisesi Müzesinde sergilenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder